Üç Boyutlu Resimler | Şaşı Bak Şaşır! (:
Tarih: 2 Eylül 2011 | Bölüm: Karışık Başlıklar | Yorumlar: 13 Yorum var.
Keşfetme duygusunu çok sevdiğimden olsa gerek, eskiden beri üç boyutlu resimlere bakmayı çok severim. Üç boyutlu resim kartlarını elime geçirdiğimde, resmin derinliklerinde saklı nesneyi veya manzarayı görebilmek için uğraşıp dururum. Bazı resimler için daha çok çaba sarfetmek, yani gözlerini daha şaşı yapabilmek gerekir. Bazılarını ise hemen görüverirsin. Zaten bir iki resme şaşı baktıktan sonra, resimlerdeki üç boyutu görmek daha da kolaylaşır. Bu tür resimlere İngilizcede “stereogram” denilmektedir. Bilgisayar ortamında yaratılan resim dosyalarındansa, üç boyutlu resim kartları daha gerçekçi ve derin bir algılayış sağlamaktadır.
Üç boyutlu resimlerin oluşturulma mantığı şudur: Yaşadığımız evreni gözlerimizle üç boyutlu olarak algılarız. Fotoğraf makineleriyle çekilen fotoğraflar veya bilgisayarda tasarlanan sıradan resimler iki boyutludur. İki boyutlu olan bu resimlerin içine, özel bilgisayar teknikleri kullanılarak farklı bir resmin içindeki nesnenin gizlenmesi ile üç boyutlu bir resim elde edilir. İlk bakışta iki boyutlu gibi görünen bu resme odaklaştığımızda, resmin derinliklerinde gizlenen nesneyi görürüz.
Üç boyutlu resimlerde gizlenen nesneyi görebilmek için sabırlı olmak gerekir. Özellikle böyle bir resme ilk defa bakıyorsanız, sakin ve sessiz bir ortamda resme yoğunlaşmaya çalışmalısınız. Resimde gizlenen nesneyi görmek için gözlerinizi “şaşı” yapmanız gerekmektedir. Önce resme yaklaşın ve resmin tam ortasından derinliklerine doğru bakmaya çalışın. Önce gözleriniz biraz zorlanacak ve yavaş yavaş gizlenen nesneyi seçmeye başlayacaksınız. Daha sonra gözlerinizi yavaşça resimden uzaklaştırarak daha genel bakmaya çalışın. Emin olun “şaşı“racaksınız. (:
Aşağıda sizi şaşırtacak üç boyutlu resimler sıralanmıştır. Sayfa sonundan diğer resimlere bakabilirsiniz.
Dil Güneşinin İnsanlık Tarihine Doğuşu
Tarih: 1 Eylül 2011 | Bölüm: Felsefe, Türkçe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Canlılığıyla insana adeta hayat veren dil, insan yaşamının her anında sır dolu yapısıyla değişmez olan özel yerini almıştır. Duygu ve düşüncelerimizin hayatımıza aksi olarak nitelendirebileceğimiz dilimiz; kendimizi ifade etmemizi sağlayan, toplulukları toplumlaştıran ve toplumları uluslaştıran en önemli unsurdur. Ve dil; insanlık tarihine güneş gibi doğuşuyla geçmişin pek çok sırrını günümüze ve geleceğe taşımaktadır.
Geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıkalım ister misiniz? İmkansız gibi görünen bu tarihsel yolculuğu bize mümkün kılacak araç dilin ta kendisidir. Dil geçmişten geleceğe olan yolculuğunda nesil duraklarındaki alacaklarını bir sonraki kuşaklara aktaracak ve bu böyle sürüp gidecektir. Siz de dil ile bu tarihi yolculuğu tadacaksınız. O halde kemerlerinizi sıkı bağlayın nesilden nesile aktarımda en harika araçla tarihin derinliklerine yol alalım… Toplumlar tarih boyu birçok özelliklerini dile nakşetmişlerdir. Böylelikle bir dile bakarak o toplumun geleneklerini, yaşam biçimini, hayat felsefesini, tarihini vs birçok özelliğini öğrenebiliriz. Türkçemizi baz alacak olursak güzel dilimizi incelediğimizde atalarımızın yaşadığı o kutlu çağlara gitmek mümkündür. Bu yönden dili incelerken heyecanlandığımı söyleyebilirim.
Gelin biraz da yolculuğun başlangıç noktasına, zaman tünelinin başına gidelim, bizleri tarihe götüren tarihi bize getiren capcanlı yapı dil nasıl oluşmuş hep birlikte görelim…
Türkoloji – Türklük Bilimi Hakkında
Tarih: 1 Eylül 2011 | Bölüm: Türk Dili | Yorumlar: 2 Yorum var.
Türkoloji, yani Türklük bilimi, Türk’e ait olan bütün maddi ve manevi değer üzerinde çalışan bir bilim dalı olduğu hâlde, Türkiye’de bu çalışma alanına olan ilgi oldukça azdır. Zaten Türkoloji, öncelikle Batılı bilim adamlarının çalışmalarıyla sistemli bir hâle gelmiş, çok sonraları Türkiye’de bu bilim dalına ilgi uyanmıştır. Türk dili ve tarihine ışık tutan en önemli belgeler olan Orhun Yazıtları‘nın bulunup okunmasının hep Batılı bilim adamları tarafından gerçekleştirilmesi, Türklük bilimini çok geç fark ettiğimize bir örnektir.
Her ne kadar Türkoloji‘yi geç fark etmiş ve bu alandaki çalışmalarda Batılı bilim adamlarına göre geç kalmış olsak da, iki yüzyıl gibi bir süreç içerisinde Türklük biliminin özellikle Türkiye’de ve diğer Türkî cumhuriyetlerde ciddi anlamda geliştiğini görmek mümkündür. Hem bu gelişmenin seyrini hem de Türkoloji’nin çalışma alanını daha iyi görebilmeniz için konuyu aydınlatacak bilgileri sizlere sunuyorum:
Dar anlamda Türk Dili ve Lehçelerini, geniş anlamda ise Türkleri ve Türklükle ilgili olan bütün konuları inceleyen bilim koludur. Türk Dili, tarihi, kültürü, edebiyatı… gibi konuların tümü, Türklük Bilimi’nin kapsamı içindedir.
Dilin Temel İşlevleri
Tarih: 1 Eylül 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: Yorum yok.
Dilin işlevlerinin ne olduğu, başka bir anlatımla dilin gördüğü iş, uzun yıllar dil felsefecilerinin, dille uğraşan insanbilimcilerin ve dilbilimcilerin ilgisini çekmiştir; günümüzde de bu ilginin yoğun bir biçimde sürdüğünü görmekteyiz. Dilsel işlev konusu elbette, en başta, dilin niteliğiyle ilgili bir sorundur. Dilin ne olduğu, neyi içerdiği, neyi simgelediği bilinmeden ne iş gördüğü anlaşılamaz. Antik çağda dilin kökenine ilişkin düşüncelerin kaynağında da bu arayış vardır, ama bu arayışta dilin niteliği daha çok felsefe açısından irdelendiğinden, işlev konusu bir ölçüde gölgede kalmış, daha doğrusu örtülü bir biçimde ele alınmıştır.
Port-Royal dilbilgisi uzmanlarına göre dil ‘insanlara düşüncelerini başkalarına iletme olanağı vermek için’ yaratılmıştır. Bu iletişimi sağlamak için ‘söz düşüncenin bir imgesini oluşturmak durumundadır’, bu bakımdan dilbilgisel yapılar düşünce yapılarını örnek alır. Hum-boldt ise dilin yalnız bir iletişim aracı değil, dili kullananların ‘anlığının ve dünya görüşlerinin’ bir anlatımı olduğunu öne sürer. Humboldt’a göre toplumsal yaşam dilin gelişmesi için çok önemlidir ama tek etken ve dilin tek ereği değildir. Bu bakımdan Humboldt ta dilin, özde ‘düşüncenin simgelenmesi’ olduğunu kabul eder.
Dilin işlevlerine ilişkin ilk dizgesel düşünceyi Bühler’de buluyoruz. Bühler’in sınıflaması söz ediminin içerdiği üç temel bileşenin çözümlenmesine dayanmaktadır: konuşucu, dinleyen ve sözcenin kullanıldığı durum (ya da bağlam). Sözcenin bu üç bileşenden birine ya da ötekine ağırlık vermesine göre, sözcenin temel işlevi anlatımsal (expressive), seslenrneli (vocative) ya da betimseldir. Ancak Lyons’un belirttiği gibi Bükler ve onu izleyenler konu ile ilgili iki nokta üzerinde durmuşlardır. Önce yapı ile işlev arasında birebir bir örtüşme yoktur. Başka bir deyişle, anlatımsal işlev yalnızca birinci kişi özne bulunan sözcelere özgü bir işlev değildir; bunun gibi, seslenme işlevi yalnızca ikinci kişi öznelerle yerine getirilmez. Bundan da önemlisi tek işlevi olan sözceler çok azdır; sözcelerin çoğu birden çok işlevi yerine getirir. (Sözgelimi, ‘Biraz sonra geliyorum.’ sözcesi konuşana ilişkin bilgi verdiğinden anlatımsal olduğu ölçüde, dinleyene seslendiği için de seslenme işlevini de içermektedir. Ancak birincil olarak anlatımsaldır.)