Dilin İşlevleri Nelerdir?
Tarih: 1 Eylül 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: 2 Yorum var.
Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir. (Muharrem Ergin) Düşünce, duygu ve isteklerin; bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü ve çok gelişmiş bir dizgedir. (Doğan Aksan) Türk Dil Kurumu’nun ise “insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan” olarak tanımladığı dil, bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere belli başlı özelliklere sahiptir.
Dilin başlıca özellikleri şöyle sıralanabilir:
• Dil, her şeyden önce sürekli gelişme gösteren canlı bir varlıktır.
• Dil, onu oluşturan topluma aittir, bunun için toplumsal bir değer taşır.
• Dil, sistemli ve gelişmiş bir iletişim aracıdır.
• Dil, düşünce ve zekanın bir göstergesidir.
• Dil, sosyal ve canlı bir varlıktır.
• Dil birliği, bir milleti oluşturan özelliklerin başında gelir.
• Dil, en küçük birimi olan seslerden örülmüş bir yapıdır.
• Dil, toplumsal rolü sayesinde kişiler arasında duygu ve düşünce ortaklığı sağlar.
• Bir milletin dili, onun tarihi, dini ve kültürüyle iç içedir.
İnsanoğlunun en büyük icatlarından biri olan dil, kişiler arasında iletişimi sağlayan en önemli araçlardan biridir. İletişimin dille gerçekleştirilen, jest ve mimiklerle gerçekleştirilen, resim, şekil, çizgi gibi sembollerle gerçekleştirilen ya da simgelerle gerçekleştirilen türleri vardır. “Bir bilginin, bir niyetin ilkel ya da gelişmiş bir işaret dizgesinden yararlanarak, bir zihinden başka bir zihne ya da bir merkezden başka bir merkeze ulaştırılması” olarak tanımlanan bildirişimin sağlanabilmesi için, iletişim öğelerinin bilinmesi gerekmektedir.
Yeni Eğitim – Öğretim Yılı Kutlu Olsun!
Tarih: 1 Eylül 2011 | Bölüm: Eğitim | Yorumlar: Yorum yok.
Bir yaz tatili daha bitti ve bugün 2010 – 2011 eğitim – öğretim yılı resmen başladı. Bu başlangıç hem heyecanlı bir bekleyişin sonu olduğu için, açılan yeni sayfa gibi bir mutluluk vermenin yanında, okul koşturmacasının başlaması yönüyle bir stres de yaratıyor. Özellikle tatilin bitmesini hiç istemeyen öğrenciler için bu başlangıç, bir cezaevi mahkumiyetine yeniden alınmaktan farksız görünüyor.
Okulun ilk günü olmasına rağmen, çevremde gördüğüm küçüğünden büyüğüne öğrencilerin çoğunda tatsızlık, huzursuzluk ve durgunluk göze çarpıyor. Bu durum öğretmenlerin de psikolojilerini etkiliyor ve bir ayar tutturulamadan yeni yıla başlanmış oluyor.
Bu ruhsuz hâlin son bulmasını, tüm öğrencilerin sevinç ve heyecan içinde sıraları doldurmalarını, güçlü bir Türkiye için güçlü Türk gençliği ordusuna katılmak için kolları sıvamalarını umuyoruz.
Rüyamdaki Korkulu Dünyam! (:
Tarih: 1 Eylül 2011 | Bölüm: Felsefe, Güncel | Yorumlar: 3 Yorum var.
Ne kadar dikkatinizi çeker bilmiyorum; fakat rüyalarımda yaşadığım kurmaca mekanı ve yaşadığım benzer olayları sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha önceden çevremde benim yaşadığım bu duruma benzer başka örnekler duymadığım için, başımı yastığa koyduktan sonra dalıp gittiğim bu manzarada yaşadığım korku verici olaylar, artık gözlerimi açtıktan sonra “Yuh artık, bu gece de mi oradaydım?” diye isyan ettirmeye başladı beni.
Yukarıdaki resimde gördüğünüz manzara, rüyamda gördüğüm korkulu evin zihnimde kalan görüntüsüne bayağı benziyor. Önünde yemyeşil bir gölün bulunduğu, ıssız bir dağ başını andıran bir küçük evin çoklukla içinde geçen rüyam, artık gözlerimi kapayınca ara sıra uğrayıverdiğim evimdeki yaşantımı ifade ediyor. Çünkü belki 15. kez oldu, bu eve gidiyor ve bir adamı arıyorum. Çılgınlar gibi koşturup, sınava geç kalmış bir öğrenci heyecanıyla orta yaşlı bir adamı buluyorum. Ortak bir iş yapmak niyetiyle aradığım bu adamı buluyorum; fakat adam başıma musallat oluyor. Bana evin dışına çıkıp doğal imkanları kullanarak o çevrede değişiklikler yapmam yönünde görevler veriyor ve bunların çabucak bitirilmesi için sık sık beni uyarıyor.
Tarih Boyunca Türklerin Kabul Ettiği Dinler
Tarih: 1 Eylül 2011 | Bölüm: Din | Yorumlar: 2 Yorum var.
Türkler, tarih boyunca çok çeşitli coğrafyalarda yaşamışlar, çok çeşitli kültürlerle temas etmişler, bu temasların sonucunda da çeşitli dinleri kabul etmişlerdir. Ancak dikkati çeken nokta, Türklerin, tespit edilebilen ilk dinî inanç ve hayatlarından başlayarak kabul ettikleri çoğu dinlerin tek tanrılı oluşu ve semavî nitelik taşıyışıdır. Bir başka önemli nokta ise dinî hayatta hâkim olan hoş görü ve tanrının hakkının tanrıya, insanın hakkının insana verilişidir. Bu unsurlar, Türk milletine has bir lâiklik, daha doğrusu bir hoş görü anlayışının tarihin ilk dönemlerinden beri Türk cemiyetinde var olduğunu göstermektedir. Nitekim Göktürk yazıtlarında kağanların Tanrı yardımıyla kağan oldukları, güç kazandıkları ifade edilmekte; felâketlerin ve başarısızlıkların gerekçesi ise bazen cemiyetin gevşekliğine ve duyarsızlığına, bazen de kağanların yetersizliğine bağlanmaktadır. Yazıtlarda bu konudaki ifadeler çok açıktır:
“Tanrı güç verdiği için, babam kağanın askerleri kurt gibi imiş, düşmanları koyun gibi imiş.” (KT, D – 12) “Babam kağan … Tanrı buyurduğu için, devletliyi devletsiz bırakmış, kağanlıyı kağansız bırakmış.” (KT, D – 15) “Besleyip doyurmuş olan kağanlarının sözlerini tutmadan her yere gittin oralarda hep mahvoldun tükendin.” (KT, G – 9) “Akılsız kağanlar tahta oturmuş kuşkusuz … Türk halkı kurduğu devletini elinden çıkarıvermiş.” (KT, D – 5)
Ayrıca, meselâ Hazar hükümdarlarının çevresinde Müslüman, Hristiyan, Musevî ve putperest cemaatlerinin temsilcilerinin rahatça faaliyet gösterdikleri ve yönetimin bu temsilcilerin faaliyetlerini kısıtlamadıkları, bütün dinlerin temsilcilerine eşit davrandıkları bilinmektedir.
Bu hususları belirttikten sonra Türk tarihinde Türk cemiyetinin kabul ettiği dinler hakkında topluca şu biçimde bilgi vermek mümkündür: