“F Klavye” ile Uçan Parmaklar
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Genel | Yorumlar: 17 Yorum var.
Yetişen yeni kuşağın varlığından bile habersiz olduğu “F klavye“, ne yazık ki son yıllarda “batılılaşma” adına Q klavyeye gösterilen ilgi ile neredeyse kullanılmaz hâle geldi. Türk dilinin özellikleri göz önüne alınarak hazırlanan F klavye, insanların yavaş yazmaları için geliştirilmiş Q klavyenin esiri oldu. Bu durum Türkler‘in on parmak klavye kullanımına çok büyük olumsuz etkide bulunduğu bilim adamları tarafından kanıtlandığı hâlde, Türkiye’de Q klavye kullanma oranının %90′lara ulaşması ise içinde olduğumuz büyük yanlışın göstergesidir.
Konuyu daha kapsamlı açıklayabilmek için, öncelikle Q klavyenin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığına değinmek istiyorum. Q klavye adlı tuş diziminin ortaya çıkışı ile ilgili rivayet edilen olay ve yıllardır benimsenen bilgi şöyledir: Christopher Latham Sholes’in 1867 yılında daktilo adı verilen yazı makinesini icat ettiği dönemde yazı makinesine ait bir sorunla karşılaşılmıştı. Kapalı bir kutu içinde bulunan uzunca kollu harf baskılarının, kağıda çarpıp geri dönmesi sırasında takılması mekanik bir yol açıyordu. Buna çözüm olarak Sholes insanların harflere bu kadar seri biçimde basmalarını önlemek için, en çok kullanılan harfleri tuş diziminin uç köşelerine – farklı sıralarına dağıtmayı denedi. İşe yaramıştı ve insanlar artık eskisine göre daha “yavaş” yazıyorlardı. Bu durum, yazı makinelerindeki takılma sorununu çözmüştü. 1873 yılında mantığa aykırı biçimde geliştirilen bu harf dizilimi, kısa zaman içinde daktilonun patentli üretiminde kullanılmaya başlandı.
Türkçenin Bugünkü Durumu
ve Yapılması Gerekenler
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Canlı bir varlık olarak dil, türlü etkilerle değişim göstermektedir. Doğal gelişim süreci içerisinde farklılaşıp, yabancı etkilerle bu değişimini sürdüren dillerin temellerine inildiğinde, günümüze dek ses ve şekil yapısında değişiklikler meydana geldiğini görmek mümkündür. Türkçe de, yaklaşık 10 bin yıllık bir süreç içerisinde gelişerek bugüne gelmiş köklü ve güçlü bir dil olarak yaşamaktadır.
Türk Ulusu dünya üzerinde oldukça geniş bir coğrafyaya yayıldığı için, Türkçe milyonlarca kilometre karelik bir alanda kullanılmaktadır. Yaklaşık 300 milyon Türk’ün iletişim aracı olan Türkçe, kuşkusuz yayılma alanının genişliği ölçüsünde farklılaşmış ve özellikle ses yapısında yerel özellikler taşıyan yeni lehçeler doğurmuştur. Bu, Türk dünyası arasındaki bağın zayıflamasına neden olmuş; fakat Türkçenin güçlü bir dil olarak kullanılmasının önüne geçmemiştir.
Anadolu coğrafyasında gelişen Türkiye Türkçesi de, Türkçenin doğurduğu lehçelerden biridir. Türkçenin Batı (Oğuz) kolundan olan Türkiye Türkçesi, henüz oluşmaya başladığı yıllarda Osmanlıcanın kullanılması nedeniyle çoğunlukla Arapça ve Farsçanın etkisinde gelişmiştir. Özellikle Tanzimat döneminden sonra Fransa ile ilişkilerin artması nedeniyle dilimizdeki Fransızcanın etkisi artmış ve günümüzde Türkiye’nin yüzünü Batı’ya dönmesiyle bu etki, yerini “İngilizce” eksenindeki batı dillerine bırakmıştır.
Dilbilim / Dil Bilimi
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: Yorum yok.
20. yüzyılda, dilin bizzat kendisi araştırma konusu yapılmaya başlanmış, bunun sonucunda insan dilini bütün yönleriyle araştırmayı amaç edinen bağımsız bir bilim dalı olarak dilbilim ortaya çıkmıştır. Aynı yüzyıl içinde felsefe, etnoloji, sosyoloji, coğrafya, fizik, fizyoloji, bilişim, nöroloji, iletişim gibi pek çok disiplinle iş birliğinden yeni dilbilim dalları gelişmiştir. Metindilbilim, edimbilim ya da pragmatik, sosyolinguistik, ağız araştırmaları, dil tarihi, etimoloji, uygulamalı dilbilim, bilgisayar dilbilimi, bilişsel dilbilim, dil öğretimi, dil felsefesi, dil psikolojisi, karşılaştırmalı dilbilim, dil tipolojisi, evrensel dilbilim vb. bunlardan bazılarıdır. Bu çabalar sonucunda dil hakkındaki bilgilerde büyük artış olmuştur.
Temelini, dilin tarihi gelişmesinden bağımsız, kendi içinde ve kendisi için incelenmesi oluşturan modern dilbilim, Avrupa ve Amerikan yapısalcılığı olmak üzere iki farklı akımı bünyesinde barındırır. Avrupa yapısalcılığı 19. yüzyılda yazılı kaynaklarla ilgilenen ve çoklukla tarihi analizlerle uğraşan karşılaştırmalı dil çalışmalarından gelişmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında teorik düşünceleriyle tanınan İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857-1913), yaşayan dillerin yapılarına hakim olan sistemlerle ilgilenmeye başlamıştır. Ölümünden sonra yayımlanan Cours de linguistique generale adlı eseri, dilbilimin temel taşlarından biridir. Saussure’ün bugün de geçerli bulguları vardır. İnsanda dil hakkında prensip olarak var olan bilgi anlamında dil ve bu bilginin ortaya çıkan biçimi olan söz ayrımı, dilin tarihi evrimini araştıran artzamanlı (diachronic) dilbilim ile dilin belli bir zaman kesiti içindeki durumunu inceleyen eşzamanlı (syncronic) dilbilim ayrımı, adlar ile gösterdikleri kavramlar arasında bir bağ olmadığını belirtmesi bunlardan birkaçıdır. Ayrıca geliştirmiş olduğu yapısalcılık başka bilim dallarına da önemli katkıda bulunmuştur.
Edebiyat Nedir?
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Türk Edebiyatı | Yorumlar: 61 Yorum var.
Edebiyat, kişinin duygu ve düşüncelerini, kendine özgü bir dil kullanarak, estetik kurallar çerçevesinde, yazılı veya sözlü olarak dile getirmesidir. Edebiyatın da bir yöntemi olduğundan o da bir bilimdir. Edebiyat bir bilimin yapması gereken:-anlama, -yorumlama, -değerlendirme, -benzerleriyle karşılaştırma, -yerleştirme basamaklarını yaptığı için bir bilimdir.
Edebiyat’ın amacı estetik ve güzelliktir. Edebiyat’ı edebiyat yapan iki temel özellik vardır: 1) Dil-üslup 2) Estetik-güzellik. Bu özelliklerin ikisi de okuyucuya ve yazara göre değişkendir. Edebiyat duygu ve düşüncelerimizi karşımızdakine anlatabilmek için bir araç niteliğindedir. Edebiyatta içerikten çok o içeriğin nasıl dile getirildiği önemlidir. Edebiyat sanatçıyı, bilimi ve eseri içinde yaşadığı dönemi ve türü içindeki yerini inceler.
Edebi eserin incelenmesi açısından, bir sosyal bilimdir. Diğer sosyal bilimleriyle sürekli iletişim ve etkileşim içindedir. Edebiyatın diğer sosyal bilimlerden farkı: yaratıcı olması, öznel olması ve kurmaca olmasıdır. Edebiyat tarihinin oluşturulması açısından, edebiyat bilimi önemlidir.