İbrahim Kafesoğlu’nun Hayatı ve Eserleri
Tarih: 17 Haziran 2014 | Bölüm: İ | Yorumlar: Yorum yok.
Tanınmış tarihçi ve fikir adamı İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu tarihi üzerinde ihtisas yapmışsa da Türk tarihinin ve kültürünün birçok meselesi ile ilgilenmiş, değerli araştırmalar yapmış, yeni araştırıcılara rehber olmuştur. İbrahim Kafesoğlu, “Bozkır Kültürü” adlı eserinde bozkır kültürünün menşeini, sosyal yapısını, hükümranlık ve cihan hakimiyeti ülküsünü, devlet teşkilâtını dinî, iktisadî hayatı, sanatı ve edebiyatı inceliyor; sonunda da düşünce ve ahlakî hayata yer veriyor.
İbrahim Kafesoğlu, bozkır kültürünü ortaya koyan Türklerin kendilerine mahsus bir düşünce sistemi ve ahlâk anlayışı olduğunu savunuyor. İbrahim Kafesoğlu, atın ve at kültürünün Türk insasına kazandırdığı, şeyler üzerinde duruyor, ona göre, at, Türk insan ruhunu okşayan iki beşerî imkân vermiştir:
1) At üstünde insanın kendisini daha üstün hissetmesi yani bireysel üstünlük duygusu ki bu ona aynı zamanda uçsuz bucaksız bozkırlarda hürriyetinin şuurunu kazandırır.
2) Atın sürati sebebiyle kısa zamanda istenilen yere ulaşabilme arzusunun tatmini. Bu iki unsurdan “üstünlük” ve “beylik gururu” ile “geniş ufuklara hükmetme arzusu doğuyor ve gelişiyordu. Bunu gerçekleştirme aracı ise demir yani teknolojidir.
İbrahim Kafesoğlu “Beylik duygusu+insan sevgisi + gerçekçilik” şeklinde özetlediği eski Türk düşüncesinin, esaslarının, ahlâk ilkeleri haline geldiğini bildirir. İbrahim Kafesoğlu; Türklerin ahlâki bir meziyetinin “utangaç”lıkları olduğunu gösterir. Çünkü Türkler, rahat döşekte olmaktan, ihtiyarlayıp hastalanmaktan, esir ve köle olmaktan, kadınların düşman eline geçmesinden, yalan sözden, böbürlenmekten, başarılarından dolayı övünmekten ve övülmekten utanırlardı. Utanan ruhsal bir zaaf (zayıflık) değil, “insana kendisini her zaman kontrol imkânı veren psikolojik bir meknizmadır.”
Mehmet Fuat Köprülü’nün Hayatı ve Eserleri
Tarih: 16 Haziran 2014 | Bölüm: M | Yorumlar: Yorum yok.
Ord. Prof. M. Fuat Köprülü, XX. yüzyılda Türk dünyasının yetiştirdiği en büyük âlim ve düşünürlerdendir. Gustave Le Bon’un bazı fikirlerinden esinlenerek “Türk Edebiyatında Usül”ü ve benzerlerini yazdı. Böylece, milliyetçi görüşlerden ayrılmadan Batılı metotların bize nasıl kullanılacağını, hangi konulara nasıl uygulanması gerektiğini gösterdi. 28 yaşında iken yazdığı “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eseri, Batı’da da büyük takdir ve itibar gördü; Batılı bir kısım şarkıyatçıların yanlışlarını düzeltmesine vesile oldu.
M. Fuat Köprülü’nün Türk tarihi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, etnik menşei, Anadolu’da İslâmiyet, Bizans müesseselerinin Osmanlı müesseselerine tesiri, Türk hukuk tarihi gibi önemli konularda çığır açan araştırmalar yapmıştır. Bu araştırmalarındaki yeni tezleri de hem yeni nesillere ışık tutmuş hem de hatalı görüşleri ve tezleri yıkmıştır. M. Fuat Köprülü, eleştirici zekâsı ve büyük terkip (sentez) gücü ile çok geniş bir sahada çalışmıştır.
1918’de Osmanlılık üzerine yazdığı bir yazıda; devleti büyük bir ictimaî daireye benzeterek, merkezdeki daireyi Türklük, sonraki daireyi, ilkin sıkıca bağlı olan İslâmlık, daha sonrakini de Hıristiyan unsurların teşkil ettiğini söyler. O, Osmanlı Devleti’nin önce bir Türk-İslâm saltanatı olduğuna kanidir. Merkezi kuvveti ise önce Türklük ve İslâmlık teşkil eder. Milliyetçiliğini, bu anlayışla temellendirmeye çalışan Köprülü, “Türklerin millî bir vicdana” sahip olmalarını çok lüzumlu görür. Bu bakımdan o, Türk mütefekkirlerini, bu hakikati anlamaya, Türklüğün uyanması için bütün kuvvetleriyle çalışmaya davet ediyor: Osmanlı’nın devamını da bu çalışmaya bağlıyor.
Zeki Velidi Togan’ın Hayatı ve Eserleri
Tarih: 16 Haziran 2014 | Bölüm: Z | Yorumlar: 1 Yorum var.
Ord. Prof. Zeki Velidî Togan, Başkırdistan’dan olup, orada cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Kendisi, Türk bilimini ve tarihçiliğini dünya çapında temsil etmiş bir âlimdir. Muhtelif eserleri olmakla beraber en önemlileri “Umumî Türk Tarihine Giriş”, “Tarihte Usûl” ve “Hatıralar”dır. Zeki Velidî’nin şahsiyetinin ve ilim-fikir hayatının gelişmesinde önce, Türk töresi, büyük rol oynamıştır. Ondan sonra onu en çok etkileyen âmil, İslâmîyet’tir. Bunları zaten Hatıralar’ında belirtilmiştir. O, İslâm’ın tasavvuf cephesiyle ilgilenmemiştir. Kendisine yapılan tavsiye üzerine İslamîyet’in, Türkü fenalıklardan koruyan en önemli kültür bağı olduğunu ve ona sarılmak gerektiğini idrak eder. O, İslâm’a şüpheye yer vermeden inanır, ama İslâm’ın ilim alanında savunmasını yapar; İslâm’ın sosyal yönüyle kişilerin ezilmesine razı olmaması, onu çok etkilemiştir.
Zeki Velidî, aynı zamanda sosyalizmin de tesiri altında kalmıştır. Ama sosyalist yayınlar ve fikirler onu tatmin etmemiştir. Sosyalizmin ona etkisi, Türk örfüne ve inançlarına uyan tarafı çerçevesinde olmuştur. Zeki Velidî, bir milliyetçi olarak önce kendi çevresini ve milletini, sonra da başka milletleri ve bütün insanları sevmiştir; onlara saygı duymuştur. Ona göre, insan ve insanlığı sevmenin yolu kendi milletinden geçer. Zeki Velidî, “Tarihte Usûl”de tarih metodolojisi yapmış, tarih felsefelerini ele alıp onların tarih anlayışlarını kısaca eleştirmiştir; kendi tarih anlayışını da ortaya koymuştur. O, tarihî olaylarda en çok “tabiî ve iktisadî âmillerin ve bizzat beşer hayatının kendisinin müessir (etkili) olduğuna kâni”dir.
Bununla beraber “ruhî âmîlleri” (etkenleri) de bağımsız neden olarak kabul ediyor. Zeki Velidî, tarih tetkiklerinde en iyi yol olarak tam tarafsız kalarak, olayların hangilerinde ne gibi âmillerin etkili olduğunu, önyargısız, tespit etmeyi görmektedir. Zeki Velidî, tarihî olayları incelerken tarihçi okulların, doktrinlerin fikirlerine kapılmamayı tavsiye etmeyi unutmaz. Zeki Velidî’nin tarih araştırmalarında tabiî, iktisadî gibi maddî âmillerin yanında insan hayatını ve ruhsal âmilleri (yani insanın içinden gelen motivasyonları) heseba katması ve tarih felsefesi içinde, bu bakımdan hümanist tarih anlayışını yakın bulması, onun tarihe nasıl baktığını ortaya koymaktadır.
Sadri Maksudi Arsal
Tarih: 15 Haziran 2014 | Bölüm: S | Yorumlar: Yorum yok.
Sadri Maksudî, Kazanlı âlimlerden olup Batı ülkelerinde tahsilini tamamladıktan sonra, Türkiye’ye gelmiş, Hukuk Fakültesi’nde profesör unvanıyla dersler vermiştir. Bu münasebetle “Türk Tarihi ve Hukuk”, “Hukuk Felsefesi Tarihi” gibi eserleri de yazmıştır. Fakat burada kısaca ele alacağımız eseri “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları”dır. Sadri Maksudî, Türkiye’de ilk defa bu çapta bilimsel ve tarafsız bir anlayışla milliyetçiliğin ilmî sosyolojik, psikolojik ve tarihî temelleri üzerinde araştırmalar yapmış; eserini Fransızca olarak da yazmışsa da yayımlamamıştır. Sadri Maksudî, Türkçenin sadeleşmesi konusunda da ciddî çalışmalar yapmıştır. Ama uydurmacaya karşı çıkarak, dilin fakirleşmesini önlemeye çalışmış, Türkçe kurallara uymayan “Denizbank” gibi kelimeler konusunda Atatürk’le anlaşamamıştır.
Sadri Maksudî, adı geçen kitabından millet ve milliyet, milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm, kozmopolitlik milliyet duygusunun menşei, sosyolojik kaynağı nedir, gibi sorulara cevap aramıştır. Ayrıca milletler nasıl yaratılır, nasıl pâyidar olur, millî ruh, millî seciye nasıl teşekkül eder, milliyetçilik beşeriyetcilik arasındaki münasebet nedir, gibi soruları da sormuş, bunlara cevap vermiştir. Sadri Maksudî, üstün ırk teorisinin tenkidini yaparak eserine başlar. İlmî ve tarihi yönden bu teoriyi ve ona dayanan siyaseti de yanlış bulur.
Düşünürümüz, millet varlığını, bir var olma hakkı bir varlık şartına bağlar. Bu bakımdan birey ve millet için varlığını devam ettirmeyi, hayatını geliştirmeyi biyolojik bir görev “Kutsî bir hak” olarak kabul eder. Her fert ve milletin “Ben de varım, var olacağım” demek en tabiî hakkıdır. Ama böyle demeyip de “Ancak ben varım” diyen kimse veya millet suçlu (mücrim) olur; çünkü başkalarının varlığına ve hürriyetine tecavüz etmiş olur. Avrupa ülkeleri böyle deyip böyle yapıyorlar.