Tanınmayan Adam ve Bilinçsizliğimiz
Tarih: 14 Ağustos 2011 | Bölüm: Benim Kalemimden, Tarih | Yorumlar: Yorum yok.
Tarihimizin tozlu sayfalarına baktığımızda, belli aralıklarla başka ulusların etkisinde kalarak değiştiğimizi ve bozulduğumuzu görebiliyoruz. Bu örneklerden genelleme yaparak, Türk Ulusu’nun yaşadığı değişimler hakkında genellemeler yapacak olursak, şunları söyleyebiliriz: Hunlar ve Göktürkler, Türklüğün en katıksız yaşandığı dönemlerdi. Bu dönemlerde TÜRK budunu o kadar güçlü oldu ki, adını tarihe altın harflerle yazdı. Milyonlarca km2‘lik alanda hüküm sürüp, birçok devleti egemenliği altına aldı. Diğer uluslarda tuvalet alışkanlığı bile yokken, biz cebimizde ipek mendillerle dolaşıyor, evreni keşfetmek için bilimsel araştırmalar yapıp kendi alfabemizle kitâbeler bırakıyor, tepük (futbol) oynuyorduk. Çünkü özümüzü korumuş, başka etkilerden uzak bir Türklüğü, olduğu gibi yaşıyorduk.
Uygurlar döneminde önce inancımızda değişiklik yapıp, Gök Tanrı dininden vazgeçerek Maniheizm’i seçtik. Bununla da kalmayıp, göç etmeye – gezmeye alışan Türkler‘i yerleşik hayata geçirdik. Bu da yetmezmiş gibi, inancın etkisiyle savaşmaktan ve et yemekten de vazgeçtik. Çinlileştik, Hindulaştık, bozulduk. Sonunda kendi kendimizle savaştık, kaybettik. Yok olmak üzereyken, bir Türk kahramanı olan Osman Bey’in beyliğini büyüterek Osmanlı’yı kurduk. İlk 5-6 padişahtan sonra Türklükten çok islamı savunan bir kimliğe büründü devletimiz. Irkımız için değil, dinimiz için savaşmaya başladık. Eğitimi, siyaseti, yönetimi ve aklınıza gelebilecek her şeyi dine uygun hâle getirmeye çalışırken Araplaştık, Farslaştık, bozulduk. Din kardeşi zannettiğimiz Araplar, Farslar, Balkanlılar ve Afrikalılarla dost olduk, halifeliği üzerimize aldık. Ama temelinden bozuk bir felsefeyle yönettik devletimizi, cihad etmek isterken müslüman kardeşlerimizin (?) bizi satmasıyla, arkadan vurmasıyla yine kaybettik. Olmadı, Batı’ya yöneldik. Fransızlardan ve İngilizlerden kaptık kültürümüzü. Zaten bir yozlaşmanın içerisindeyken, yeniden bir yabancı kültüre merak salmak iyiden iyiye yıprattı milli benliğimizi ve kaybettik.
Türklüğü ortadan kaldırabileceklerini düşünen hainlere karşı, Ulu Önder M. Kemal Atatürk ortaya çıktı. Türk Ulusu’nu bir araya topladı, teşkilatlandırdı. Düşmanları yendik, Türkiye Cumhuriyeti’ni yarattık. Üzerimizdeki Arap – Fars etkisini attık, Ata’mızın önderliğinde her şeyi Türkleştirdik. İnancı, insan haklarını ve aklınıza gelen her şeyi özgür ve çağdaş kıldık. Ulus devleti kavramına karşı, hâlâ birden çok ulusu bir arada barındıran bir imparatorluk olan Osmanlı’yı ve onun şeriatını savunan insanlara karşı içeride, Türk soyunu ve uygarlığını yok etmeye çalışan düşmanlara karşı da dışta savaştık ve büyük bir zafer kazandık.
Altın Yatırımı Yapmak
Tarih: 14 Ağustos 2011 | Bölüm: Benim Kalemimden, Ekonomi | Yorumlar: 2 Yorum var.
Altın, yıllardır yatırımcıların en çok güvendikleri yatırım aracı olarak Türkiye’de ve dünya para piyasalarında işlem görüyor. Özellikle uzun vadede ciddi anlamda değer kazanan ve bugüne kadar çoğu yatırımcının yüzünü güldüren altın, bugün de insanların en çok talep ettikleri yatırım alanı olarak karşımıza çıkıyor. Altın – gümüş gibi madenler, dünyadaki gelişmelerden ve özellikle döviz kurlarının işlem gördüğü fiyat aralığından etkilense de, genel olarak artı yönde gelişme seyrediyor ve uzun sürede ciddi bir kâr elde ettiriyor.
2009 yılının Mayıs ayında, yani bundan iki yıl önce altının serbest piyasadaki gram fiyatı, 45,8 TL’den işlem görüyordu. O zaman çeyrek altın 73,19 TL, cumhuriyet altını ise 290,20 TL idi. Üzerinden iki yıl geçti ve dünyada çok farklı gelişmeler yaşandı. Bu gelişmeler döviz kurlarında dalgalanma yarattığı için, insanlar en güvenilen yatırım aracı olan altını tercih etti. Talep artınca, altın fiyatları da yükseldi. Ayrıca Hindistan ve Çin gibi ekonomisi hızla büyüyen dünya devlerinin, altın ithalatını 5-10 katına çıkarmaları ile, altın fiyatları öngörülen değerlerin çok üzerinde işlem görmeye başladı.
Türkçe ve Edebiyat Dersi Çalışma Teknikleri – 1
Tarih: 14 Ağustos 2011 | Bölüm: Benim Kalemimden, Türkçe | Yorumlar: 7 Yorum var.
İlköğretimde Türkçe dersine; ortaöğretimde Türk edebiyatı ile dil ve anlatım dersine; yükseköğretimde ise Türk dil bilgisi ve edebiyatı ile ilgili onlarca derse çalışmak, bazı kişiler için çekilmez ve anlaşılmazdır. Bunun tam tersi biçimde, edebiyat ve dil derslerini dört gözle bekleyen, dil bilgisi konularıyla uğraşmayı bir zevk olarak algılayan kitap kurtları da var. Bu durum, aslında kişilerin dil gelişimi ve edebiyata olan ilgisi ile doğrudan ilgili olmakla birlikte, geliştirilebilir bir beceriyi de dikkate almamız gerektiğini göstermektedir.
Devamı gelecek birkaç yazı ile sizlere, Türkçe ve edebiyat derslerinde başarınızı arttırmak ve bu derslere çalışırken artık mutlu olmanızı sağlamak için farklı çalışma yöntemleri sunacağız. Kuşkusuz bu yöntemler, size sihirli bir çubuk vadetmeyecek. Burada anlatılanlar, kendi çalışma yönteminizi daha iyi hâle getirmeniz için verimli çalışma önerilerinden oluşacaktır. Böylece edebiyat ve Türkçe derslerine farklı bir yön kazandırmış, onları bütüncül bakış açısıyla kavramış olacaksınız.
Bu yazı serisinin her birinde, önce genel hatırlatma yapılacak, sonra bir Türkçe konusu üzerinde örnekleme yapılacak, sonra ise edebiyat konularından biri üzerinde farklı çalışma yöntemi örneklendirilecektir.
Genel Hatırlatma
Tüm derslerde olduğu gibi, Türkçe ve edebiyat derslerinde de bazı konularda parçadan bütüne, bazılarında ise bütünden parçaya çalışmak gerekir. Bazen bu iki yöntemi de sırasıyla uygulamak yararlı olacaktır. Bunu belirlemek için, çalışacağınız konunun ne kadar çok terim, kavram veya kuramsal (teorik) bilgi içerdiğine bakmanız gerekir. Eğer konular çok fazla ezber bilgi içeriyorsa, önce bunlar yeterince kavranmalı, daha sonra bütün hakkında zihinsel bir algı oluşturulmalıdır. Daha genel bir konu üzerinde çalışılacaksa, parçanın tamamı içselleştirilmeli, daha sonra onun hakkında yorum becerisi geliştirme yolu seçilmelidir.
Osmanlı Tarihinin Dönemleri – 3
Tarih: 14 Ağustos 2011 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Yeniçeri Ocağı, Kapıkullarının yalnızca bir kesimini oluşturmaktaydı. Daha 14. yüzyılda bile Sultanın kulları sadece merkezdeki askerî gücü değil, fakat aynı zamanda taşradaki tımarlı sipahilerin önemli bir bölümünü de içeriyordu. Saray’da ve taşrada bir süre hizmet gördükten sonra kullar imparatorluğun her köşesine, tımarlı, subaşı, sancak beyi veya beylerbeyleri olarak gönderiliyor, böylece Sultanın siyasî ve icraî otoritesini temsil eden asker-idareciler olarak hizmet görüyorlardı.29 Kulların imparatorluk yönetiminde yaygın şekilde kullanımı, I. Bayezid devrinde başlamıştır. O, Anadolu’da feth ettiği beyliklerde yerli aristokratik aileler yerine kendi kullarını getirmekte idi. II. Mehmed, en yüksek siyasi-idari mevki olan veziriâzamlığı, Çandarlı ailesi yerine kendi kullarına bahşettiğinde kul sistemi tamamlanmış oldu. Kısacası, sultanın merkezî ve mutlak otoritesinin güçlenmesi, kul sisteminin gelişmesiyle el ele gitti. Böylece devlet idaresinde yeni bir dengeye veya döneme ulaşılmış oldu. Osmanlı Sultanının öteki Müslüman hükümdarlar üzerindeki üstünlük sebeplerini sıralarken Kemalpaşazâde, Osmanlı sultanlarının kulları sayesinde emirlerini her yerde kesinlikle uygulamaya muktedir olduğunu vurgular. Eyalet idaresine atanan hiçbir kul, halk üzerinde imtiyazlı bir mevkie ulaşma ve başkaldırma imkânını bulamazdı.
Osmanlı sultanları, özellikle I. Bayezid ve II. Mehmed döneminde tüm bölgelerde yerel hanedanları ve feodal beyleri ortadan kaldırmaya ve bütün yerel ayrıcalıkları bertaraf etmeye özen gösterdiler.30 Balkanlar’da, küçük prens ve senyörler ortadan kaldırılmış veya Osmanlı timar kadrolarına alınmıştı.
Balkan köylüsü kendilerini koruyamayan eski efendileriyle artık işbirliği yapmıyor, zimmî statüsü içerisinde Osmanlı tebaası olarak devletin himayesi altına girmiş bulunuyordu. Daha önceki askerî sınıflar ile kilise ve manastırlar da, ellerinde bulundurdukları pronoa ve charistialar üzerindeki haklarını teminat altına alan, yeni merkezileşmiş sisteme bağlanmayı daha güvenli buldular. Özetle, merkezî Osmanlı hükümeti, eski Bizans imparatorluk geleneklerini canlandırdıkları Balkanlar’da, bir iktidar ve güven kaynağı olarak hareket ediyordu. Anadolu’dan koşup gelerek ganimet arıyan gaziler, ulema ve toprağa aç köylüler, sürekli artan sayılarda bu güvenilir imparatorluğun hizmetine girmek için Avrupa’da feth edilen topraklara göç etmekte idiler. Bunun yanında, devleti sık sık iç savaşa sürükliyen ve halkı bezdiren saltanat müddeilerini bertaraf etmek için de, zalim fakat zorunlu bir çözüm bulundu. II. Mehmed, kardeş katli geleneğini kanunnâmesine bir madde olarak koydu. Çok sonra 16. yüzyıl sonlarında şehzadelerin sancağa vali gönderilmesi âdeti de kaldırıldı. Böylece mutlak merkezî otoritenin sürekliliği yolunda kesin adımlar atılmış oldu. Hükümranlığın yönetici ailenin bütün bireylerine ortaklaşa ait olduğu eski Türk geleneğine bu suretle son verilmiş, kadim Doğu’nun tek mutlak hükümdarın şahsında temsil edilen bölünmez ve kutsal otorite fikri benimsenmiş oldu.31 Şehzadeler arasında, yıkıcı iç savaşlar dönemi böylece kaldırılmış, yeni bir denge ve düzen yerleşmiş oldu.