Türkçenin Bugünkü Durumu
ve Yapılması Gerekenler
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Canlı bir varlık olarak dil, türlü etkilerle değişim göstermektedir. Doğal gelişim süreci içerisinde farklılaşıp, yabancı etkilerle bu değişimini sürdüren dillerin temellerine inildiğinde, günümüze dek ses ve şekil yapısında değişiklikler meydana geldiğini görmek mümkündür. Türkçe de, yaklaşık 10 bin yıllık bir süreç içerisinde gelişerek bugüne gelmiş köklü ve güçlü bir dil olarak yaşamaktadır.
Türk Ulusu dünya üzerinde oldukça geniş bir coğrafyaya yayıldığı için, Türkçe milyonlarca kilometre karelik bir alanda kullanılmaktadır. Yaklaşık 300 milyon Türk’ün iletişim aracı olan Türkçe, kuşkusuz yayılma alanının genişliği ölçüsünde farklılaşmış ve özellikle ses yapısında yerel özellikler taşıyan yeni lehçeler doğurmuştur. Bu, Türk dünyası arasındaki bağın zayıflamasına neden olmuş; fakat Türkçenin güçlü bir dil olarak kullanılmasının önüne geçmemiştir.
Anadolu coğrafyasında gelişen Türkiye Türkçesi de, Türkçenin doğurduğu lehçelerden biridir. Türkçenin Batı (Oğuz) kolundan olan Türkiye Türkçesi, henüz oluşmaya başladığı yıllarda Osmanlıcanın kullanılması nedeniyle çoğunlukla Arapça ve Farsçanın etkisinde gelişmiştir. Özellikle Tanzimat döneminden sonra Fransa ile ilişkilerin artması nedeniyle dilimizdeki Fransızcanın etkisi artmış ve günümüzde Türkiye’nin yüzünü Batı’ya dönmesiyle bu etki, yerini “İngilizce” eksenindeki batı dillerine bırakmıştır.
Dilbilim / Dil Bilimi
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: Yorum yok.
20. yüzyılda, dilin bizzat kendisi araştırma konusu yapılmaya başlanmış, bunun sonucunda insan dilini bütün yönleriyle araştırmayı amaç edinen bağımsız bir bilim dalı olarak dilbilim ortaya çıkmıştır. Aynı yüzyıl içinde felsefe, etnoloji, sosyoloji, coğrafya, fizik, fizyoloji, bilişim, nöroloji, iletişim gibi pek çok disiplinle iş birliğinden yeni dilbilim dalları gelişmiştir. Metindilbilim, edimbilim ya da pragmatik, sosyolinguistik, ağız araştırmaları, dil tarihi, etimoloji, uygulamalı dilbilim, bilgisayar dilbilimi, bilişsel dilbilim, dil öğretimi, dil felsefesi, dil psikolojisi, karşılaştırmalı dilbilim, dil tipolojisi, evrensel dilbilim vb. bunlardan bazılarıdır. Bu çabalar sonucunda dil hakkındaki bilgilerde büyük artış olmuştur.
Temelini, dilin tarihi gelişmesinden bağımsız, kendi içinde ve kendisi için incelenmesi oluşturan modern dilbilim, Avrupa ve Amerikan yapısalcılığı olmak üzere iki farklı akımı bünyesinde barındırır. Avrupa yapısalcılığı 19. yüzyılda yazılı kaynaklarla ilgilenen ve çoklukla tarihi analizlerle uğraşan karşılaştırmalı dil çalışmalarından gelişmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında teorik düşünceleriyle tanınan İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857-1913), yaşayan dillerin yapılarına hakim olan sistemlerle ilgilenmeye başlamıştır. Ölümünden sonra yayımlanan Cours de linguistique generale adlı eseri, dilbilimin temel taşlarından biridir. Saussure’ün bugün de geçerli bulguları vardır. İnsanda dil hakkında prensip olarak var olan bilgi anlamında dil ve bu bilginin ortaya çıkan biçimi olan söz ayrımı, dilin tarihi evrimini araştıran artzamanlı (diachronic) dilbilim ile dilin belli bir zaman kesiti içindeki durumunu inceleyen eşzamanlı (syncronic) dilbilim ayrımı, adlar ile gösterdikleri kavramlar arasında bir bağ olmadığını belirtmesi bunlardan birkaçıdır. Ayrıca geliştirmiş olduğu yapısalcılık başka bilim dallarına da önemli katkıda bulunmuştur.
Edebiyat Nedir?
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Türk Edebiyatı | Yorumlar: 61 Yorum var.
Edebiyat, kişinin duygu ve düşüncelerini, kendine özgü bir dil kullanarak, estetik kurallar çerçevesinde, yazılı veya sözlü olarak dile getirmesidir. Edebiyatın da bir yöntemi olduğundan o da bir bilimdir. Edebiyat bir bilimin yapması gereken:-anlama, -yorumlama, -değerlendirme, -benzerleriyle karşılaştırma, -yerleştirme basamaklarını yaptığı için bir bilimdir.
Edebiyat’ın amacı estetik ve güzelliktir. Edebiyat’ı edebiyat yapan iki temel özellik vardır: 1) Dil-üslup 2) Estetik-güzellik. Bu özelliklerin ikisi de okuyucuya ve yazara göre değişkendir. Edebiyat duygu ve düşüncelerimizi karşımızdakine anlatabilmek için bir araç niteliğindedir. Edebiyatta içerikten çok o içeriğin nasıl dile getirildiği önemlidir. Edebiyat sanatçıyı, bilimi ve eseri içinde yaşadığı dönemi ve türü içindeki yerini inceler.
Edebi eserin incelenmesi açısından, bir sosyal bilimdir. Diğer sosyal bilimleriyle sürekli iletişim ve etkileşim içindedir. Edebiyatın diğer sosyal bilimlerden farkı: yaratıcı olması, öznel olması ve kurmaca olmasıdır. Edebiyat tarihinin oluşturulması açısından, edebiyat bilimi önemlidir.
Dil ve Düşünce İlişkisi
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 6 Yorum var.
İnsanları diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de düşünme yetisine sahip olmalarıdır. Bilinçli olarak gerçekleştirilen fikir uğraşısı olan düşünce dille ifade edilir. Dil böylece düşüncenin aktarıcısıdır. Düşünce aktarımı dil dışında başka araçlarla da gerçekleşir: resim, müzik, heykel, davranış vb. Ancak dil, bunlar arasında en işlevsel olanı, insan zihnine en fazla hareket alanı bırakanıdır. Dil dışında hiçbir ifade biçimi insana karmaşık ve soyut düşüncelerini dil kadar ayrıntılı olarak ifade etme fırsatı vermez.
Dil-düşünce ilişkisi bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Dil, o dili konuşanların dünya görüşünü ve algılayışını da belirler. Dilin düşünceyi belirlediği yolundaki iddia antropolog dilbilimci Edvvard Sapir ve öğrencisi Lee Whorf’a dayanır. Sapir-Whorf hipotezine göre diller düşünce biçimini de belirler ve buna bağlı olarak bir dilde mevcut olan ayrım başka bir dilde bulunamaz. Tabiatı, ancak dilimizin bize tanıdığı imkanlar ölçüsünde gösterebiliriz. Bu görüşe göre diller farklılaştıkça düşünme biçimleri de farklılaşmaktadır. Dilleri farklı olan her toplumun farklı bir düşünme sistemi vardır. Örnek olarak bir Kuzey Amerika Kızılderili dili olan Hopi’de masa’ytaka kuşun yanısıra uçabilen böcek, uçak, pilot vb. gibi her şeyi göstermek için kullanılır ki bu Türkçe konuşan biri için yadsınacak bir durumdur. Sapir-Whorf-hipotezinden hareketle, toplumların, dillerinin izin verdiği ölçüde dünyayı algıladıkları, dolayısıyla dilleriyle düşünce ve kültürlerini biçimlendirdikleri sonucuna varılabilir.