Dil ve Toplum İlişkisi
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 2 Yorum var.
Her doğal dil bir çeşitler, bir başka ifadeyle varyantlar yığınından ibarettir. Tek biçimli, hiçbir değişkenliğe izin vermeyen bir doğal dil yoktur. Dil meraklıları arasında, hiç değişmeyen bir dil arzusu sıkça görülse de, değişmezlik doğal dillerin yapısına aykırıdır. Doğal dillerdeki çeşitlenme nedenlerinden bazıları toplumla ilgilidir.
Dil ve toplum arasındaki ilişki çok yönlü ve karmaşıktır. Dilin toplumsal bir anlaşma sistemi olması, toplumsal değer yargılarının ve normlarının, bir davranış biçimi olarak dile yansımasına neden olmakta; bireylerin toplumsallaşma sürecinde edindiği birtakım özellikler, o toplumu oluşturan bireylerin dil alışkanlıkları üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Türkçede akrabalık bildiren isimlerin fazla olması, Japoncada saygı ve statü bildiren hitap sözlerinin çok çeşitli ve kendi içinde özel bir sisteme sahip olması, bazı dillerde belli alanların diğerlerine göre daha ayrıntılı adlandırılması, toplumsal yaşamın dile yansımasını gösteren yüzlerce tipik örnekten birkaçıdır. Ancak dil ve toplum arasındaki ilişki her zaman bu derece belirgin ve sistemli olmamakta; sıkça çok yönlü ve değişken olabilmektedir.
Dil ve toplum etkileşimi üzerinde duran toplum dilbilimi çalışmaları, kişilerin X dilini ya da varyantını Y sosyal bağlamında kullandığı temel girdisi üzerinde odaklanmakta ve “kim, kiminle, hangi bağlamda, hangi varyantı konuşuyor” gibi sorulan çalışmalarının merkezine yerleştirmektedir. Bu dil ya da varyant kullanımı üzerinde, bireylerin toplumsal statüleri, sosyal ve kültürel arka planları, yaşı, cinsiyeti, mesleği, dâhil olduğu sosyal gruplar, sosyal mesafe ve güç gibi birçok toplumsal faktör etkilidir. Bireylerin kullandığı dil varyantlarının toplamı dil topluluğunun sözlü repertuvarını oluşturmaktadır. Belli bir durumda bu sözlü repertuvardan neyin kullanılacağı sosyal faktörlere göre değişebilmektedir. Dil kullanımını etkileyen ve dil üretimlerinin anlamlandırmasında belirleyici olan tüm bu faktörler sosyal bağlam, sosyal bağlama göre değişen dil türleri de sosyal diyalekt olarak adlandırılmaktadır.
Dil ve Kültür İlişkisi
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 1 Yorum var.
Kültür kavramı, bakış açısı ve yapılan araştırmanın türüne göre farklı biçimlerde tanımlanabilir. Kültür 18. yüzyılda Fransızca kanalıyla ortaya çıkan bir anlamıyla sanat, yaşama biçimi ve toplumsal kurumlar bakımından gelişmiş, diğer toplumlara göre ileri bir aşama olarak algılanır. Türkçede kültürlü (adam) türemesinde de bu anlam vardır. Antropolojik anlamda ise kültür insanın bir topluma aidiyetiyle miras olarak devraldığı maddi manevi değerler bütünüdür. Temel noktalardan hareketle genel bir tanımlama yoluna gidilirse kültür, bir toplumu diğerlerinden ayıran ortak yaşama biçimi ya da bireylerin toplumda yaşamak ve kabul görmek için edindiği bilgi, inanç ve deneyimlerin bütünüdür. Bu bilgi, inanç ve deneyimler genetik değildir, bir topluma özgüdürler. Bireylerin günlük yaşam içerisinde öğrendikleri, neyin nasıl yapılacağına dair ortak edinimlerdir. Kültür en genel haliyle maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılabilir. İnsanların ev bark biçimleri, kullandıkları çeşitli alet ve eşyalar, giyim kuşam tarzları, yeme ve beslenme biçimleri maddi kültür; dil, tarih, gelenek ve görenek, hukuk, ahlak gibi hayatın manevi yönünü ilgilendirenler de manevi kültür içinde yer almaktadır.
Dil ve kültür arasındaki ilişkiyi değişik boyutlarda ele almak mümkündür. Her şeyden önce dil kültürün taşıyıcısı ve tanığıdır. Bir milletin yaşayışına dair her türlü maddi ve manevi değerler dil ile ifade bulur, tarihten günümüze olduğu gibi günümüzden gelecek kuşaklara da dil ile taşınır. Toplumların eski yaşam tarzlarından, sanat ve estetik anlayışlarından, duyma, düşünme ve algılama biçimlerinden haberdar oluşumuz, önemli oranda dil verileri yoluyla mümkün olmaktadır. Elbette yazılı belgelerin olmadığı dönemden kalan dil dışı verileri araştıran bilim dalları varsa da dil malzemesi bulunmayan dönemlere ait kültürel verilerin belgelenmesi dil verilerindekinden daha güç olmaktadır. Dil, böylece kültürün taşıyıcısı olduğu gibi tanığı da olmaktadır.
Dillerin Kökeni ile İlgili Tartışmalar
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 1 Yorum var.
Her kültürün dilin kökeni sorusuna verdiği mitlerle örülü yanıtları vardır. Daha yakın zamanlarda ise dillerin nasıl ortaya çıktığı bilimsel araştırmalara konu olduğunda çeşitli varsayımlar öne sürülmüştür. Bu varsayımlar geleneksel dil bilgisi kitaplarında aşağı yukarı aynı biçimde sıralanır. Sınanabilir olmadığı için bir varsayım olarak değerlendirilemeyecek “ilahi kaynak” inancı dışında, “yansıma“, “jest-mimik kuramı“, “iş kuramı“, “ünlem kuramı“, “müzik kuramı” bu varsayımların en bilinenleridir.
Descartes 17. yüzyılda dili, insanı hayvandan ayıran en belirgin özellik olarak tanımlamıştı. C. Darwin’in 19. yüzyılda evrim kuramını ortaya atmasından sonra insan dilinin de evrimle ortaya çıkmış olabileceği tartışılmaya başlanmıştı. C. Darwin. dilin kökeninin hayvanların çıkardıkları anlamsız sesler olabileceğini düşünüyordu. Oxford filologlarından F. M. Müller dilin hiçbir hayvanın aşamayacağı bir sınır olduğu kanısındaydı; bu nedenle C. Danvin’in görüşünü “hav hav teorisi” olarak adlandırdı ve bu tartışmadan sonra Paris Dilbilim Topluluğu 1866 yılında dilin kökeni tartışmalarını verimsiz ve spekülasyonlara açık olduğu gerekçesiyle yasakladı.
Bu yasak aşağı yukarı 100 yıl kadar bu tip tartışmalardan uzak kalınmasını sağlamıştı. 1957 yılında biri Noam Chomsky’nin Syntactic Structures’ı diğeri de davranışçı psikolog B. F. Skinner’in Verbal Behaviour’u olmak üzere konuyla ilgili iki kitap yayımlandı. Bu iki yazar dilin kökeni konusunda birbirinden habersiz olarak tamamen iki ayrı görüş ileri sürüyordu. N. Chomsky, dil bilgisi kalıplarının doğuştan geldiği ve evrensel olduğu kanısındaydı. Yirminci yüzyılın bu en büyük dilbilimcisi, dil için ilahi bir köken göstermese bile dilin insana özgü olduğu sonucuna varmıştı. B. F. Skinner ise dilin insan davranışlarının yani evrimin bir sonucu olduğunu öne sürüyor ve dili davranışsal ilkelere indirgiyordu. N. Chomsky’nin 1959’da B. F. Skinner’i çok sert biçimde eleştirdiği makalesinden sonra dilin kökeni ile ilgili tartışmalar yeniden başladı. Bir yanda N. Chomsky’nin “süreksizlik okulu“, dili, insansı maymunların beyinleriyle doğrudan hiçbir evrimsel ilintisi olmayan bir yeti olarak görürken, diğer yanda “süreklilik okulu” yandaşlarına göre dil, insansı maymunların temel iletişimsel ve zihinsel becerilerine yansıyan sürekli zihinsel evrimin bir parçasıdır.
Dil Nedir?
Tarih: 26 Ağustos 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: 8 Yorum var.
İnsanı diğer canlılardan ayıran iki önemli özellik vardır: dil ve farklı çevrelere uyum sağlayabilme becerisi. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsur olan dil, sözlü veya yazılı biçimiyle, herkes tarafın-dan sürekli kullanılır. Tam da bu nedenle dille ilgili konular çok ilgi çeker. Her konuşurun dil hakkında bir fikri vardır. Ana dilinde neyin doğru veya kabul edilebilir, neyin yanlış ya da kabul edilemez olduğu konusunda her ana dili konuşuru, okur yazar olsun olmasın, içgüdüsel bir duyarlılığa sahiptir. Bu duyarlılık sayesinde aileler hiçbir dil eğitimi almamış olsalar da çocuklarına ana dillerini doğru biçimde aktarırlar.
Muharrem Ergin dili, “Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.” olarak tanımlamaktadır. Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıtadır. İnsanlar duygularını, düşüncelerini, fikirlerini, hükümlerini birbirlerine nakletmek, meramlarını birbirlerine anlatmak için dil denilen vasıtaya baş vururlar. Fakat dil insanların kullandığı her hangi bir vasıtaya benzemez. Onun vasıtalığı sadece anlaşmayı temin etmesi bakımındandır. Tabiî bir varlık olan dilin kendisine mahsus birtakım kanunları vardır. Bunlar dil kaideleridir. Dil kaideleri dilin yapısına hâkim olan, dilin yapısından ve temayüllerinden doğmuş bulunan birtakım prensiplerdir. Bunlar dille birlikte mevcut olup onun yapısının hususiyetlerini ifade ederler, temayüllerinin istikametlerini gösterirler.
Dil canlı bir varlıktır. Zaman zaman birtakım değişiklikler, kendi bünyesinden doğan çeşitli sebeplerle bazı gelişmeler gösterir. Dil bir gizli antlaşmalar sistemidir. Canlı ve cansız varlıkları, mefhumları, hareketleri karşılayan kelimeler üzerinde, kelimelerin birbirleri ile münasebetleri ve fikirleri anlatmak için yapılan kelime sırası üzerinde bir cemiyetin, bir kavmin, bir milletin bütün fertleri gizli anlaşmalar, gizli sözleşmeler yapmış durumdadırlar. Bu suretle bir cemiyetin bütün fertleri bir varlığı hep ayni kelime ile karşılarlar. Dil içtimaî bir müessesedir. Fertlerin üstünde, bütün bir cemiyetin malı olan ve bütün bir cemiyeti içine alan kuvvetli bir müessesedir. Cemiyetlerin en büyük dayanağı dildir. Bir cemiyeti ayakta tutan, bir cemiyetin varlığını sağlayan, devam ettiren, bir cemiyette sarsılmaz bir birlik yaratan müessese olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür.