Muhibbi
Tarih: 17 Ocak 2012 | Bölüm: M | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Süleyman olup Osmanlı Devleti’nin onuncu hükümdarıdır. Babası Yavuz Sultan Selim’in altı kızından başka tek oğlu olup, annesi Hafsa Sultan’dır. Yavuz’un Trabzon valiliği sırasında dünyaya gelmiş ve ilk eğitimini Trabzon’da görmüştür. Henüz on beş yaşında iken önce Karahisar sancak beyi, amcası Ahmed’in itirazı üzerine de Bolu sancak beyi olarak atanmıştır.
1509’da bir aralık Kefe’ye nakledildikten sonra İstanbul’da kaymakamlık vazifesiyle kalmış ve ardından 1513’te Saruhan sancakbeyliğine getirilmiştir. Babasının ölümü üzerine 26 yaşında bulunduğu 17 Şevval 926/30 Eylül 1520 tarihinde tahta geçti. Belgrat, Rodos, Mohaç, Viyana, Alaman, Irakeyn, Pulya, Karaboğdan, Istabur, Estergon, İran, Nahcivan ve nihayet Sigetvar olmak üzere bizzat on üç sefere kumandanlık eden Kanunî, seferde ölen dördüncü Osmanlı padişahıdır.
Sokollu tarafından ordudan ve hatta hazı önde gelen devlet adamlarından dahi başarıyla gizlenmiştir. O sırada Kütahya valisi olan oğlu Şehzade Selim’in yaklaşık yirmi gün sonra Sigetvar’a gelişi kadar, cesedi tahnit edilerek iç organları Otağ-ı Hümâyûn’da bir yere defnedilmiş, cesedi ise gizlice yaptırılan ve otağa sokulan bir tabut içinde tahtın altına gömülmüştür. Daha sonra İstanbul’a getirilen naşı, kendi inşa ettirdiği Süleyma-njye Camii avlusuna defnedilmiştir.
Zati
Tarih: 16 Ocak 2012 | Bölüm: Z | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Sehî ve Latîfî’ye göre Bahşî, Âşık Çelebi ‘nin halk arasında yaygın rivayetten nakletmesine nazaran Satılmış’tan bozularak Satı olup, bu ismi “Zatî” şeklinde mahlas edinmiştir. Ancak kendi ifadesine göre asıl adı ivaz olup bu da Ebced hesabıyla doğum tarihini (876) vermektedir.
Gençlik yıllarında Balıkesir’de geçimini çizmecilikle sağlayan Zatî, II. Bayezid’in saltanatı yıllarında İstanbul’a gelmiş ve burada şiirde ilerlemek için gerekli bilgileri edinmeye çalışmıştır. Bu arada Müneccim-zâde’den remil kaidelerini öğrenen Zâtî’nin şairliği yanında remmallik de ömrü boyunca geçimini sağladığı ikinci mesleği oldu. Aynı dönemde Hadım Ali Paşa’nın divan kâtibi Mesîhî ile tanışarak onun vasıtasıyla paşanın himayesine girdi.
Ali Paşa aracılığı ile padişaha biri nevruz ve diğeri de bayramlarda olmak üzere yılda üç kaside sunmaya ve bu arada zamanın devlet ve bilim adamlarının sohbet meclislerine girmeye başladı. Zamanla Hacı Hasanzâde, Hersek-zâde veTâcî-zâde’nin ihsanlarına nail oldu. Bu arada Sultan II. Bayezid, kendi isteği üzerine zamanın şairlerinin gönderdikleri gazeller arasında Zâtî’ninkini çok beğenerek ona bir mansıb verilmesini emretmişse de, sağırlığı buna engel olduğundan kendisine Bursa ve diğer yerlerden otuz akçelik tevliyetler verildi. Fakat padişahın şairlere dağıttığı “sâlyâne” 1= yıllık) ve diğer şiirlerinden elde ettiği gelir daha iyi olduğundan, İstanbul’daki dostlarını da bırakmama düşüncesiyle buna rağbet etmedi.
Hadım Ali Paşa’nın şehadeti ve taht kavgasıyla geçen karışık yıllar ardından Yavuz’un tahta geçmesi üzerine ona bir cülu-siye sunarak karşılığında Bursa ve Balıkesir’de iki köyün geliri kendisine bağlandı. Kanunî ve şairleri himaye eden İbrahim Paşa devrinde de saraydan fazla bir ilgi göremedi. Kanunî’nin oğlu Şehzade Mehmed sancağa çıkarken, kendisine Dîvân’ım sunduysa da beklediğini bulamadı.
Ahmet Paşa
Tarih: 10 Ocak 2012 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Fâtih döneminde vücut bulan kültürel ve sosyal gelişmelerle beslenerek kendine mahsus özellikleriyle ilk klâsik hüviyetini kazanmış şair Ahmed Paşa’dır. Sultan II. Murad’ın kazaskerlerinden Veliyüddîn Efendi’nin oğludur. Tahsilini tamamladıktan sonra müderris olarak Bursa Muradiye Medresesi’ne atandı, ardından Molla Hüsrev’in yerine 1451’de Edirne’ye gönderildi.
Fâtih’in tahta geçmesinden sonra önce kazasker, sonra da ona musahip ve müderris oldu. Kısa zamanda vezirlik rütbesine ulaştı. İstanbul’un fethi sırasında padişahın Ahmed Paşa‘yı gerek askerin maneviyatını yükseltmesi, gerekse her konuda kılı kırk yaran bir kişiliğe sahip olması sebebiyle hemen hiç yanından ayırmadığı görülür. Kendisine bu devrede “Sipâhî Müftüsü” dendiği bilinmektedir. Padişaha olan aşırı yakınlığı bazı hasımlarının kıskançlığını celbetmiş olmalı ki, bir zaman sonra bazı dedikodular üzerine onun gazabına uğradı ve tutuklanarak sarayın kapıcılar odasına hapsedildi.
Kısa bir zaman sonra padişaha hitaben yazdığı meşhur “Kerem Kasidesi“ni göndererek, kendini affettirdiyse de bir daha saraya giremedi. Affedilerek Bursa’ya gönderilen paşa, önce Orhan Gazi ve Muradiye medreseleri mütevelliliğine getirildi. Daha sonra Sultanönü, Tire ve Ankara sancakbeyliklerine atandı. II. Bâyezîd zamanında yeniden sarayın iltifatını kazanarak Bursa sancak beyliğine atanmıştır. 1497 tarihinde Bursa’da ölmüştür.
Zamanının “şuarâ-yı Rûm“u olarak adlandırılan Ahmed Paşa’nın Bursa’da evi edebî toplantı yeri hâline gelmiş, birçok şair onun evinde toplanmış; birbirlerine şiirlerini okumuşlardır. Bunlar arasında Harîrî, Resmî, Mîrî, Çağşırcı eyhî gibi şairler sayılabilir. Ahmed Paşa’nın ünü daha sağlığında Osmanlı sınırlını aşarak şark Türkleri arasına kadar ulaşmıştır. Şekil güzelliğini ahenk ve arı şiirde her şeyden üstün tutan üslûbu temiz, zevki asil bir sanatkâr olan Ahmet Paşa’ya hayâli dar, duygusu noksan bir şair denilemez.
Hayali Bey
Tarih: 9 Ocak 2012 | Bölüm: H | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Mehmed, lakabı “Bekâr Memi”dir. Selanik vilâyetinin 40 kilometre kuzeydoğusundaki Yenice gölünün doğu sahilinde bulunan Yenice’de doğmuştur. Edirne’de metfun bulunduğu Vize Çelebi Mescidi’nin dedeleri tarafından inşa edildiğine bakılırsa köklü bir aileden geldiği anlaşılmaktadır. Âşık Çelebi onun çocukluğunda Gülistan ve Bostan gibi eserler okuduğunu belirtir.
Gençliğinde oraya gelen Baba Ali Mest-i Acemî adlı bir Kalenderi şeyhinin cezbesine kapılarak bu tarikata intisap etmiş ve onlarla birlikte seyahate başlamıştır. Bu şeyhin ona verdiği tasavvuf bilgilerinin yanı sıra Hayâlî’yi şiirde ilerlemesi için teşvik ettiği ve şairin henüz on dört yaşlarındayken ustaca şiirler yazmaya başladığı bilinmektedir. Bu topluluğun İstanbul’a gelişlerinden birinde o sırada İstanbul kadısı bulunan Sarı Gürz Nûreddîn Efendi onu fark ederek böylesine eli yüzü düzgün bir gencin Kalenderîler arasında dolaşmasının uygun olmayacağı gerekçesiyle onu alarak devrin emniyet müdürü diyebileceğimiz Şehir Muhtesi-bi Uzun Ali’ye teslim etmiştir.
Nûreddîn Efendi 1519-1522 yıllarında ikinci olarak İstanbul kadılığında bulunduğundan şairin Kalenderlerden bu yıllarda ayrıldığı tahmin edilebilir. Nitekim kendisine ulufe bağlanması üzerine mensubu bulunduğu tarikatın alâmeti olan “tavk” ve “kullâb” denen kol ve ayaklardaki halkalarla beldeki zincir kemeri çıkartmasına tarih olmak üzere Kandî’nin söylediği “Ey Hayalî geçmez oldı halka” (926/1520) tarihi bu yılları göstermektedir. Bu mısrayı duyunca Hayâlî’nin, esas mesleği şekercilik olan Kandî’nin dükkânını taşa tuttuğu rivayet edilir.Şiirlerinden birinde geçen bir ifadeden onun bu devrede Sultan Bayezid Vakıflarından birini mesken ettiği anlaşılıyor.