Enderunlu Vasıf
Tarih: 2 Nisan 2012 | Bölüm: E | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Osman olup İstanbul’da doğdu. Saray mektebi Enderun’da bulunduğu için “Enderûnî” yahut “Enderunlu” diye anılır. Sonradan sadrazam olan Bostancıbaşı Elbasanlı Arnavut Halil Paşa’nın kardeşinin kızının oğludur. Dedesi, Halil Paşa’nın kardeşi Kapıcıbaşı Mustafa Ağa‘dır. Sarayda ser-müezzinliğe kadar yükselen ve Şehzade Selim’in musikî hocası olan Sa’dullah Efendi, Vâsıf’in kardeşidir.
Halil Paşa’nın nüfuzuyla Galata Sarayı’na talebe olarak yerleştirilen Vâsıf, burada gördüğü yedi yıllık eğitimden sonra Enderun’a giremedi. Ancak I. Abdülhamid’in saltanatının son yıllarında 1203/1789’da saraya girerek “Kilâr-ı Hümâyûn”da göreve başladı ve 1803’e kadar geçen 14 yıllık hizmetten sonra bir aralık Silahtar Süleyman Paşa’nın kaftancısı oldu. Bu zaman zarfında Sultan III. Selim’e sunduğu 5 medhiye, 2 tarih kasidesi ve 9 tarih kıt’asına rağmen beklediğini bulamadığı rivayet edilir.
Sultan Mustafa’nın 1222/1807 tarihinde tahta geçişinden sonra Enderun‘daki hizmetlilerin en yüksek tabakasını oluşturan “Has Oda“ya alındı. Sultan II. Mahmud devrinde “hünkâr başlalası” (1807), “Balzac ağası” (1815) ve aynı yıl “anahtar ağası” olan, nihayet saraydaki son vazifesi “kiler kethüdalığı”na getirilen şair, bu vazifede dört yıl kadar kaldıktan sonra, 1234/1819’da kendi arzusuyla saraydan ayrılarak Çanakkale Bolayır’da Şehzade Süleyman Vakfı mütevelliliğine getirildi. Bu vazifeden mütekait olarak İstanbul’a geldikten kısa bir zaman sonra 1238/1823’te Tophane’de çıkan bir yangında konağı hasar gördü. Bundan iki yıl kadar sonra da 1240/1824-25 tarihinde vefat etti.
Bosnalı Sabit
Tarih: 1 Nisan 2012 | Bölüm: B | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Alaaddin Ali olup Bosna’nın Uziçe kasabasında doğduğu için daha çok Bosnalı Sabit diye anılmıştır. İlk eğitimini memleketinin tanınmış bilginlerden Müftü Halil Efendi’den alarak şiire karşı kabiliyetini daha o yıllarda vermiştir. Daha sonra İstanbul’a gelip Kapdanıderya Seydî-zâde Mehmed’e kasideler sunmuş ve dairesine imam olmuştur.
Paşanın bir aralık Rumeline gönderilmesi, şairin 1678’den önce İstanbul’a gelmiş olması ihtimalini güçlendirmektedir. gir zaman sonra Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi’ye mülâzim ‘1089/1678) ve La’lî-zâde ailesine damat oldu. Bir zaman müderrislik ettiyse de Hana sonra kadılık mesleğini tercih ile uzun zaman Rumeli’de Çorlu, Burgaz, Kefe ve Yanya gibi kazalarda kadılıklarda bulundu. Bir aralık azledilen şairin Pasmakçı-zâde Seyyid Ali Efendi’ye yazdığı bir kasideden şairin bir keresinde baskıya yağmasına uğradığı ve kızının esir düştüğü, bir diğer tarihinden de İsmail adlı oğlunun Tunca nehrinde boğulduğu anlaşılmaktadır (1103/1691).
Tekfurdağı müftülüğünde bulunduğu sırada Edhem ü Hümâ mesnevisini kaleme almıştır. Sekiz yıl kadar aynı görevde bulunduktan sonra kendi isteğiyle Bosna kadılığına atandı (1112/1700). Burada sıkıntılı günler geçiren Sabit ardından Konya mevleviyetine getirilir. Mevlânâ için yazdığı medhiye bu yıllara ait olmalıdır. Bu görevinden azledilerek İstanbul’a geldi (1118/1706). Bir süre sonra da Diyarbakır mevleviyetine getirildiyse de kısa bir süre sonra buradan da azledilmiştir (1121/1709). Baltacı Mehmed Paşa’nın ikinci olarak sadrazamlığa getirilişi devresinde (1122/1710) bir ramazan ayı münasebetiyle yazdığı “Rama-zâniye” son eserlerindendir. Yakalandığı dizanteri hastalığından dolayı Nâbî ile aynı ay içinde vefat ederek Maltepe’de Mesnevî sarihi Sarı Abdullah Efendi’nin ayak ucuna defnedilrniştir (3 Şaban 1124/5 Eylül 1712).
Şeyhülislam Yahya
Tarih: 30 Mart 2012 | Bölüm: Ş | Yorumlar: Yorum yok.
Babası Ankaralı Şeyhülislâm Bayram-zâde Zekeriyyâ Efendi (öl. 1593) Ebussuud Efendi’den sonra Osmanlı şeyhülislâmlarının en değerlilerinden sayılır. İlk eğitimini aile içinde görerek Abdülcebbâr-zâde gibi devrin büyük ulemasından ders görerek yetişmiştir. Genç yaşında Atik Ali Paşa (1586), Haseki Sultan (1589) ve Sahn medreselerinde müderrisliklerde bulunmuş, Üsküdar Valide Medresesi’ndeki müderrisliğinden sonra Halep (1595) ve bir yıl sonra da Şam kadısı olarak atanmıştır.
Mısır, Edirne ve Bursa’da da kadılıklarda bulunarak nihayet 1603 tarihinde İstanbul kadılığına getirilmiştir. Bir yıl kadar sonra bu vazifesinden azledilerek aynı yıl içinde önce Anadolu ve ardından da üç kere Rumeli kazaskerliğine getirilmiştir (1604, 1609, 1617).
İlk olarak şeyhülislâmlığa atanmasından (1031/1622) bir yıl sonra, Sadrazam Kemankeş AH Paşa’ya rüşvetçilikte ileri gittiğini ima etmesi üzerine paşa le arası açılmış, paşanın Sultan IV. Murad’a aleyhte tezviratta bulunması üzerine azledilmiştir. Yerine getirilen Esad Efendi’nin vefatı üzerine (1034/1625) ikinci olarak şeyhülislâmlığa getirilmiş, 7 yıl kadar bu makamda kaldıktan sonra, Ahmed Paşa’nın şehid edilmesi üzerine meşihatten çekilerek (1041/1632) yerine Ahî-zâde Hüseyin Efendi getirilmiştir.
Nihayet Ahî-zâde’nin katli üzerine (1043/1634) son olarak getirilmiş ve 80’i aşkın bir yaşta ölene kadar bu makam-lakalmıştır (1053/1644). Toplam meşihat hizmeti 20 yıla yakındır. Cenazesi İstanbul halkının elleri üzerinde götürülerek Sultan Selim’de babasının yanına defnedilmiştir. Şeyhülislâmlığının son yılında Cinci Hoca’nın zuhuru ve padişah üzerinde yoğun nüfuz kurması, devlet işlerinde sık sık görüşlerine müracaat edilen Yahya Efendi’yi kenarda bırakmıştır. Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın sa dareti yıllarında paşa ile iyi anlaşarak birlikte verimli çalışma imkânı bulmuştur Sultan IV. Murad’ın Revan ve Bağdat seferlerine katılmıştır.
Şeyh Galip
Tarih: 27 Mart 2012 | Bölüm: Ş | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Mehmed’dir. Şiirlerinde önce “Es’ad” daha sonra da “Gâlib” mahlasını kullanmıştır. Babası ve dedesi Mustafa Reşid ve Mehmed efendiler de kendisi gibi Mevlevî, ilim-irfan sahibi ve şair kimselerdi. İlk eğitimini babasından görerek ondan Farsça öğrenen Gâlib, daha sonra Galata Mevlevîhânesİ Şeyhi Hüseyin Dede ve Hoca Neş’et Efendi’den dil ve edebiyat dersleri almış, genç yaşlarda şiire başlamıştır.
Çocukluk yıllarından itibaren Vak’anüvis Pertev, Reisülküttâb Râşid gibi çağdaşlarına; Fuzûlî, Hayalî Beğ, Nâbî ve Nedîm gibi eski üstatların şiirlerine nazireler yazıyor ve İran şairlerinden Şevket-i Buhârî’nin Sebk-i Hindî üslûbunu uygulamaya özen gösteriyordu. Henüz 24 yaşındayken ilk şiirleri divan oluşturacak bir yekûn oluşturan Gâlib, bundan iki yıl kadar sonra da Hüsn-ü Aşk’ı nazmetmiştir.
Otuz yaşlarındayken ailesine haber vermeden ansızın Konya’ya giderek çileye başladıysa da anne ve babasının ısrarlı mektupları ve Ebûbekir Çelebi’nin ricası üzerine çilesinin geri kalan kısmını Yenikapı Mevlevîhânesİ’nde tamamlamak üzere İstanbul’a döndü. Binbir günlük çile sonucunda 11 Haziran 1787’de “dede” ve “hücre-nişîn” oldu ve Ali Nutkî Dede’den hilâfet aldı. Çile süresince şiirle uğraşmayan Gâlib, tekrar yazmaya başladı. Şiir ve musikîden çok hoşlanan ve Mevlevîliğe ilgi duyan Sultan III. Selim, Gâlib’in şiirlerini beğenenler arasındaydı.