Temel Sözvarlığı Nedir?
Tarih: 15 Ekim 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: Yorum yok.
Yerli sözcüklerin bir bölümü, çekirdek sözcükler, kalıt sözcükler ya da temel sözvarlığı olarak adlandırılır. Her dilde kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşayan bu öğeler, insan yaşamında birinci derecede önemli olan, insana ve çevresine ilişkin önemli kavramları yansıtan sözcüklerdir: Başta baş, göz, kulak, el, ayak gibi organ adlan olmak üzere, ana besin maddesi sayabileceğimiz su, buğday, et, balık gibi nesnelerle insanın yakın ilişki içinde bulunduğu at, inek, koyun gibi hayvanlar, tarım hayvanları, tarım araçları, insanların en çok kullandıkları, somut eylem gösteren almak, vermek, yemek, içmek, gitmek, gelmek gibi sözcüklerle bir, iki, beş, on, yüz, bin gibi sayı adları örnek olarak gösterilebilir.
Temel sözvarlığı (vocabulaire essentiel, basic vocabulary, Grundivortschaiz) adı da verilen bu sözlerin dilde en az değişen öğeler olduğu, 1000 yılda bu varlığın ancak aşağı yukarı % 19’unun değiştiği, % 81’inin yaşamını sürdürdüğü ileri sürülmüştür ki, dil tarihlendirmesi alanını incelerken bu konuya yeniden değineceğiz.
Temel sözvarlığı sorunu günümüz dilbiliminde özel bir yer ve Önem kazanmıştır. Anadili ve yabancı dil öğretiminde, öğretilecek dilin en sık geçen, en gerekli sözcüklerinin saptanması, bu öğretimden alınacak sonucun başarılı olup olmamasında rol oynamakta, öğrenen kişiye en gerekli sözcüklerin belirlenmesi konusunda, özellikle sıklık sayımlarına dayanan çalışmalar yapmaktadır. örneğin değişik yaş kümeleri için yapılacak anadili ve yabancı dil öğretiminde, okuma kitapları ve sözlüklerde hangi öğelere öncelikle ve hangi sıraya göre yeı verileceği, bu çalışmalarla saptanıyor.
Doğrudan doğruya temel sözvarlığı konusunu ele alan Peter KÜHN’ün yeni yayımlanan yapıtı, daha önceki çalışmalarda alınan sonuçları değerlendirdikten sonra bu konularda ilkeler koyan bir inceleme niteliği taşır. Kühn, her dilde bir çekirdek sözvarlığının bulunduğunun tartışmasız olarak benimsendiğine değinmekte, bunun belirlenmesi ve saptanması konusundaki görüşlerin birbirinden çok ayrıldığını, bir dilin sözvarlığının sürekli bir değişme içinde bulunmasına karşılık bu varlığın toplum gelişmesindeki çok çeşitli etkilere karşın, bir ölçüde yavaş değişen bir bölümünün var olduğunu belirtmektedir. SCHMIDT’e dayanarak bu gerçeği saptayan yazar, bu hareketsiz sözvarlığının işlevinin “anlaşma aracı olmak” olarak nitelenebileceğini, yine SCHMIDT’ten aktararak söylemekte, bu varlığın küçük bir zaman parçası içinde değil, çok uzun bir sürede anlaşma aracı görevini gördüğüne dikkati çekmektedir.
Sözcükbilim Nedir? / Leksikoloji – Sözcük Bilimi
Tarih: 15 Ekim 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 1 Yorum var.
Sözcükbilim, dilin sözvarlığını, yani sözcüklerini, türetmede görev alan biçimbirimlerini, bileşik sözcük, deyim, atasözü, kalıplaşmış söz gibi öğelerini incelemeye yönelen, bu öğelerin kökenlerini, oluşumlarını araştırarak biçim ve anlam açısından gelişmelerini saptamaya çalışan bir dilbilim dalıdır. Bu incelemeler değişik dillerin gereçlerine dayanılarak gerçekleştirilirse, çalışmalardan bütün diller için geçerli birtakım sonuçlar çıkarılırsa bu bilim dalı genel bir nitelik kazanır; genel sözcükbilim diyebileceğimiz bir alana dönüşür. Eğer belli bir dilin sözvarlığı kendi içinde ya da ilişkili olduğu dillerdeki karşılıklarıyla birlikte ele alınırsa bu, filolojik bir çalışma olur. Belli bir dil ailesi ya da dil kümesi temel alınacak olursa, karşılaştırmalı sözcükbilim incelemesine girişilmiş olur.
Sözcüklerin temeline inebilmek için genel olarak, geçirdikleri tarihsel gelişmelere uzanmak, eski, en eski biçimlerine ulaşmak gerektiği için bu çalışmalar çoğunlukla artzamanlı yöntemle yürütülür. Belli bir dönemin sözvarlığının incelenmesinde ise eşzamanlı yöntemin uygulanması doğaldır. Sözcükbilimde yöntem sorununa aşağıda değineceğiz.
Sözvarlığına eğilen sözcükbilim, dilbilimin başka alanlarıyla ilişkili ve bunlardan bazılarıyla iç içedir. Kimi dilbimciler sözcükbilim in çerçevesini çok geniş tutarak onu, adbilim ve anlambilimi de kapsayan bir araştırma alam sayarlar, örneğin Rus anlambilimcisi V.A. ZVEGINTSEV bu görüştedir”. St. ULLMANN ise daha değişik bir anlayışa sahip bulunmakta, bu bilim dalının sözcüksel biçimbilim ve sözcüksel anlambilim adı verilebilecek iki ayrı alam bulunduğunu ileri sürmektedir2.
Dil Türleri / Sınıflandırması
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: 4 Yorum var.
Dilleri belli gruplarda toplama denemeleri 18. yüzyılın sonlarına doğru başlar. Bu denemelerde diller sistemli olarak karşılaştırılmaya ve aralarındaki benzerlikler ortaya çıkarılmaya çalışılıyordu. Eğer diller arasında belli paralellikler varsa bunlar daha eski dönemlerde ortak bir kökenden türemiş olabilirlerdi. Bu kökenin artık yaşamıyor olması da mümkündü. İşte tarihsel dilbilim içerisindeki karşılaştırmalı çalışmalar, tarihsel verileri, modern biçimleri ve kurallı ses denkliklerini kullanarak seslerin, eklerin ve sözcüklerin en eski biçimlerinin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaya çalışıyor, yani en eski biçimlerin rekonstrüksiyonu yapılıyordu. Örneğin Eski Türkçe adak, Türkçe ayak, Çuvaşça ura. Yakutça atah, Hakasça azak, Halaçça adak verilerine göre, sözcüğün en eski şekli iç seste d, r, t, y, z’li biçimlerin ortaya çıkmasına kaynaklık edebilecek, dilin dişler arasına konulmasıyla çıkarılan bir d (d) barındırmış olmalıdır: adak. Rekonstrüksiyonlu biçim burada olduğu gibi başına bir yıldız konarak gösterilir. Bu yıldız, ilgili dil öğesinin kaynaklarda belgelenmediğini, tasarlanmış olduğunu gösterir.
Köken Bakımından Diller
Bugün dünya üzerindeki dillerin önemli bir kısmı, daha önceki dönemlerde ortak bir ana dilden gelişmişlerdir. Konuşur sayısı bakımından dünyadaki büyük diller, diğer akraba dillerle birlikte Hint-Avrupa dilleri, Çin-Tibet dilleri, Hami-Sami dilleri, Bantu dilleri, Altay dilleri, Ural dilleri, Kafkas dilleri vb. gibi dil aileleri oluşturmaktadır. Elhnologue’un 15. baskısında 108 dil ailesi görülmektedir. Ancak en iyi araştırılmış grup olan Hint-Avrupa dil ailesinin bile ne zaman ve nerede ortaya çıktığına dair herkesçe kabul görmüş bir varsayım yoktur. En yaygın iki varsayımdan birine göre günümüzden 6.500 yıl önce Karadeniz’in kuzeyindeki ağaçsız bozkırlarda bir grup yarı göçebe savaşçı ortaya çıkmış, 1000 yıl bu bozkırda yaşadıktan sonra yeni otlaklar bulmak amacıyla, ok, yay, mızrak ve bronz hançerlerini alıp Dinyeper ve Volga arasındaki yurtlarını terk ederek Avrupa’nın doğu ve orta bölümlerini, Anadolu’yu ve Batı Asya’nın büyük bir bölümünü istila etmişlerdir. Kimi dilbilimcilere göre bu istiladan hemen sonra bu bölgelerde ortaya çıkan ortak dil “İlk Hint-Avrupa Dili”ydi. Diğer varsayım ise 1973 yılında C. Renfrevv tarafından ortaya atılmıştır. Renfrew’e göre Hint-Avrupa dillerinin yayılmasının altında yatan mekanizma dört nala koşan atlılar değil, Orta Doğu’da yaklaşık 10.000 yıl önce ortaya çıkan tarımın dili de taşıyarak yeni bölgelere yayılmasıydı. Yani Hint-Avrupa dillerinin vatanı Anadolu platosuydu.
Türkçenin dahil olduğu var sayılan dil ailesi hakkında aşağıda ayrıntılı olarak bilgi verilecektir. Mevcut pek çok eserde genel olarak Türkçenin Ural-Altay dillerinin Altay koluna mensup olduğu dile getirilir. Ancak artık çok eskimiş olan bu görüş yanlıştır. Ural-Altay dilleri diye kanıtlanmış bir dil ailesi yoktur. Başka bir ifade ile Fince, Macarca, Samoyedce vb. irili ufaklı bir yığın dil kendi aralarında bir aile oluşturmakla birlikte Ural dilleri Altay dilleri ile akraba değildir.
Dünya Üzerindeki Diller Hakkında
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: 2 Yorum var.
Uluslararası dil ansiklopedisi Ethnologue’un 15. baskısında dünyada 6912 yaşayan dil olduğu bilgisi yer alır. İlk baskıda ise 5.687 sayısı verilmişti. Farklı kaynaklarda başka rakamlarla da karşılaşmak mümkündür. Bu belirsizliğin pek çok nedeni vardır. Her şeyden önce dünya dilleri üzerindeki çalışmalar henüz tamamlanmamıştır ve varlığı bile bilinmeyen bazılarının yok olduğu tahmin edilmektedir. Bu dillerin çoğu dünyanın henüz keşfedilmemiş bölgelerinde yer alsa da, keşfedilmiş bölgelerdeki dil çalışmaları bile bitirilmiş değildir. Çünkü araştırmacılar çoğunlukla kolay ulaşılan Batı Avrupa dilleri üzerinde çalışmayı tercih etmektedir. 4000 kadar dilin henüz doğru dürüst betimlenmemiş olduğu tahmin edilmektedir.
Ayrıca dillerden birçoğunun özel adı yoktur. Örneğin Papua-Yeni Gine’deki Sare halkının dillerine verdiği Sare adı sadece “konuşmak” demektir. İngiliz Kolumbiyasında yaşayan Gitksan halkı kendi dillerinden Sim ‘algaks “gerçek ya da doğru dil” diye söz ederler ama komşu Nigşa ve Tsimşian lehçeleri de aynı adı kullanır. Kimi dillerin ise birden çok adı vardır. Ethnologue birbirinin yerine kullanılan 39.000 dil ve lehçe adı verir. Ayrıca araştırmacılar da bir dile hem o dilin konuşurlarından hem de birbirlerinden farklı adlar vermiş olabiliyorlar. Yaşayan ya da ölü diller konusunda da kaynakların verdiği bilgiler her zaman tutarlı değildir.