Orta Asyalı – Türk Sentezi
Tarih: 26 Ağustos 2012 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 1 Yorum var.
Uygulamada, Türklerin Orta Asyalı yöneticilerle nasıl ilişkileri olduğunu anlamak için Eski Türk devletlerinde otoriter yapının esaslarını göz önünde bulundurmak gerekir. Kağanlığın içindeki sosyal ve ekonomik sistem hem Türklerin kendileri hem de Çin’li vakayiname yazarları ve Arap bırakılan yazılı kaynaklar temel alınarak araştırmacılar11 tarafından yeniden yapılandırıldı.
Eski Türk anlayışına göre devletin merkezindeki devleti şekillendiren kişi “kağan”dı veya tam anlamıyla kağanların yönetici hanedanıydı. Üç güç tarafından oluşturulmuştu; Gökyüzünün istek ve iktidarı (Tengri); Yeryüzü ve suların istek ve iktidarı (Er-Sut); Türklerin faaliyetleri.12
Kağanların eşlerinin “hatun” unvanı vardı. O. I. Smirnova daha sonra, bu unvanın Sogdian dilinden geldiğini ve hamilinin etnik mensupluğuna bakmaksızın genelde yöneticinin karısı anlamına gelebileceğine işaret etmiştir.
Prensliğe göre tanımlanan tahta geçme sırası, Türk devlet yapısına özgü kademeli sistemdi. Buna göre, taht babadan oğula geçmez, ama büyük erkek kardeşten genç olanına, genç amcadan en büyük erkek yeğene geçerdi. Soydan gelen prensler sıranın kendilerine gelmesini beklerken kendi prensliklerini alırlardı. Gücün dağılması prensibi Orta Asya’daki göçmen devletlerin yönetiminde geleneksel bir yoldu. Bunun iki etkisi vardır:
Göçebe hayvan yetiştirme şartlarında yönetim ve savunmada denge ve yönetim evinde az veya çok istikrarın garantisi. Türk Kağanlığı’nın varolduğu yıllar boyunca gücün dağılmasının değişik şekilleri vardı. Bunların arasında Kağanın unvanının bölgesel yöneticilere verilmesini içeren, prensliklere yetki verme de vardır. 581’de iç anlaşmazlıklar sırasında Şabolo Kağan unvanlı Erfu Netu (Şetu) üç kağan atadı. Türk Devleti’nin yönetim parçalarına ayrılması daha küçük Kağanların varolduğu izlenimi veriyordu. Ama sadece büyük bir kağanın varolduğu devamlı akıllardaydı.
Kağanın temel ayrıcalığı ve fonksiyonu, kayıtlara göre, Tanrı ile insanlar arasında bir vasıta olmasıydı.
Orta Asya’nın Türkler Tarafından Fethedilmesi
Tarih: 22 Ağustos 2012 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Tam da bu dönemde Türklerin batıdaki aktif askeri seferleri, Juan-Juanlar ve Eftalitlere karşı tam anlamıyla başlamış oldu. Yaklaşık 552-553 yıllarında “orduların on tümeni”nin lideri olarak İstemi, Yedi Irmak Bölgesi Türkleri ve Eftalitlerin bozgunuyla sona eren Bumin Kağan’ın seferlerinden biri esnasında ona eşlik etti ve Altay bölgesine yerleşerek kendini “On boy sahibi” ismiyle kağan ilan etti.
Batıya bir sonraki sefer 555’te devam etti. Eldeki mevcut bilgi kaynaklarına göre, Türk ordularının ilerlemelerinin batı sınırı, Orta Sir-i Derya boyunca (Taşkent Vahasının kuzeyine) ve Aral Gölünün yukarısına doğru çizilebilir. Yazılı kaynaklarda 555’te İstemi’nin Türk ordularının aşırı ilerlemesi, Sogdina’dan Toharistan’a geçen dağın Orta Çağ ismi olan Temir-kapig (Demir Kapılar) diye tanımlandılar ve bu ordular Basun dağlarına yerleştirildiler. İlk akınlarda bile Türkler, Orta Asya’nın büyük bölümünü kapsayan Eftalitlerle çarpıştılar.
5. yüzyılın sonunda Peroz’un ordularının yenilgisinden sonra Eftalitlere çok büyük vergi vermek zorunda bırakan Orta Asya’nın fethine, Sasani İran’ın diplomatik desteği altyapı olmuştu. 1. Hüsrev Anuşirvan’ın hükümdarlığı zamanında (531-579) reformlar sonucunda İran güçlendi ve Eftalitlere vergi vermeyi reddedecek kadar bir askeri güce ulaştı. I. Hüsrev, Türklerle birleşerek Eftalitlerle çarpışmayı düşündü. Dinavery’e göre olaylar şöyle gerçekleşti:
I. Hüsrev Eftalitlere karşı ordular gönderdi ve Toharistan, Zabulistan, Kabulistan ve Çaganiyan. Daha sonra Türklerin hükümdarı halkını topladı ve Horasan’a doğru yola çıktı. Çaç, Fergana, Semarkand, Keş prensliklerini fethetti ve Nesef ve Buhara’ya ulaştı. Birçok araştırmacı Türklerin Eftalitleri 560 ve 567 Arasında bozguna uğrattığını kabul eder. Öncelikle, askeri anlaşmaların sonucunda nüfus etkilendi: “Çaç, Terek, (örneğin Parak), Semarkand ve Sogdiana’da birçok yer harabe haline getirildi ve baykuşların mekanı haline geldi. Çaganiyan, Bamian, Hutlan ve Balh’ta yaşayanların hepsi için zor zamanlar başladı.”
Türk Kağanlığının Kuruluşu
Tarih: 14 Ağustos 2012 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Altıncı yüzyılın ortalarında Altaylarda (Güney Sibirya ve Kuzey Moğolistan), göçebe bir devlet olan Türk Kağanlığı kuruldu (551-744). Bu devlet daha sonra Orta Asya’da önemli roller oynayacaktır. Kaynaklarda “Türk” isminden ilk defa 542 yılında bahsedilmiştir. Yazılı kaynaklar bu kelimeyi farklı şekillerde adlandırmışlardır: Çince kaynaklarda “tutszue” şeklinde, İran el yazmalarında “Türk”, günümüze kadar gelen yazıtlarında ise, “tyurk” şeklinde geçmektedir.
“Türk” (güçlü, sarsılmaz, kuvvetli) ismi esas olarak, etnik değil, sosyal bir anlama sahiptir. Sadece Mongoloid Aşin boyunun asil ve askeri aristokrasisinin temsilcileri ve yeni devletin çekirdeğini oluşturan alt akraba boyları bu şekilde adlandırılabilir. Daha sonraları boyların daha fazla genişleyen birimleri ve onların alt boyları Türk olarak adlandırılmıştır. Eski Aşin ismi yönetimdeki ailenin hanedan ismi haline gelmiştir.
Türk boyu hakkındaki ilk bilgi, Çin hanedan tarih yazıtları Chtzoy shu, Bey tsi shu, Sui shu, Bey shi’de görülür. Türklerin sözlü bilgilerine göre yazılmış iki soy efsanesi, tarihle bir oranda ilişkili olarak bahsedilir. Birinci efsaneye göre, büyük bir bataklığın kenarında yaşayan Türklerin ataları (Bey shi ve Sui shu’ya göre “Batı Denizi”nin sağ kıyısında) komşu boyların savaşçıları tarafından bozguna uğratılmış, sadece on yaşında bir çocuk dişi kurt tarafından kurtarılmak suretiyle hayatta kalabilmiştir.
Türk Dünyasında Ortak İletişim Dili
Tarih: 9 Ağustos 2012 | Bölüm: Türkçülük | Yorumlar: 3 Yorum var.
Dünyadaki bütün Türklerin birbirlerini kolayca anlayabilecekleri bir dili kullandıkları, Türkiye’den Özbekistan‘a giden bir Türk’ün oradaki soydaşlarımızla hiç zorlanmadan anlaştığı, Tataristan’dan Ege Üniversitesi’ne gelen bir Tatar Türk’ünün ilk yıl Türkiye Türkçesini öğrenmek zorunda olmadığı ve Gagauzya’da Kazakistan’da yayın yapan televizyonların izlendiği bir Türk dünyasını düşünebiliyor musunuz? Türk’ün Türk’ten kopmadığı, ayaklarını yere daha sağlam bastığı ve dünyadaki üç yüz milyona yakın soydaşının verdiği manevi güçle işe koyulduğu bir Türk dünyası…
Türkler’in dünyanın birçok alanına yayıldığının farkında olan ve yüreği birliği düşlenen Türk dünyasında atan herkes, bugün ortak Türk Dili’nin neden oluşturulamadığı konusunda yakınıp duruyor. Bu yazımda, ortak bir Türk Dili’nin neden oluşturulması gerektiğine, niçin şimdiye kadar oluşturulamadığına ve nasıl oluşturulabileceğine değinmek istiyorum.
Ortak Türk Dili neden kurulmalıdır?
Türkler, dünya üzerindeki izlerini takip edebildiğimiz günlerden beri, birçok alanda yaşamışlardır. Ana yurdumuz Tanrı Dağları’nın çevresinden yayılarak bugünlere gelen biz Türkler, bugün çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumdayız. Anadolu’dan Avrupa’ya, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Afika’dan Uzak Doğu’ya kadar her yerde Türk’ün yaşadığına tanık olabiliyoruz. Eski dönemlerden beri çok farklı alanlara dağıldığımız için, kullanmış olduğumuz ortak dil olan Türkçe de zamanla birbirinden farklı şiveler – lehçeler doğurmuş ve birçok Türk ilinde farklı yazı dilleri oluşmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’da, zamanla Türkçenin özellikle ses yapısında değişmelerin meydana geldiğini görürüz. Türkler’in dünya üzerine dağılmasından sonra birbirleriyle pek ilişki içerisinde bulunmamaları ve diğer Türk illerinden habersiz yaşamaları, dilde de farklılaşmaları beraberinde getirmiştir. Bu kopukluklar neticesinde, Kırgızistan Türkçesi, Kazakistan Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Özbekistan Türkçesi, Türkiye Türkçesi… gibi Türkçenin yeni kolları oluşmuştur. Bu kollardan bazıları birbirine çok yakındır, bazıları ise birbirine çok uzaktır. Örneğin Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi birbirine çok yakındır; fakat Yakutistan Türkçesi ile Gagauz Türkçesi birbirine çok uzaktır.
Türk dünyasındaki dilsel anlamdaki bu farklılıklar, kuşkusuz bizim kültür, tarih, soy, ulus… birliğimizi de derinden etkilemiştir. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde Ruslar’ın egemenliği altında yaşayan soydaşlarımıza Rusça öğretilmiş ve onlara “Sen Türk değil Azerisin, Özbeksin, Tatarsın, Kazaksın…” denilerek, onları Türk dünyasından koparmak istemişlerdir. İran’da yaşayan Oğuz boylu soydaşlarımız, Farslar’ın baskılarına maruz kalmışlar, genç Türk çocukları Farsça eğitim almak zorunda kalmışlar ve sonuçta Türkçeyi Farsça ile iç içe kullanacak hâle gelmişlerdir. Kerkük’teki Türkmen yiğitleri, emperyalist güçlerin alçakça politikalarına kurban gitmiş, kutlu Türkçelerini Arapçayla iç içe kullanmaya başlamışlardır. Buna benzer biçimlerde, dünyanın dört yanındaki Türkler, çeşitli baskılar altında kalmışlar ve dayatmalar sonucu öz dillerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıla gelmişlerdir. Bizlerin amacı, bütün Türk dünyasında rahatça konuşulabilecek ve yazıya aktarılabilecek ortak bir Türk dili oluşturmaktır. Çünkü dil, bir ulusun temel taşlarından biridir. Çünkü dilini kaybeden uluslar, benliklerini de kaybederler. Biz, benliğimizi kaybetmemek adına mücadele ediyoruz. Bunun için, İkinci Göktürk Devleti dönemindeki gibi, bütün Türkler’in tek çatı altında yaşayabileceği günlerin özlemini duyduğumuz bir dönemde, o günleri yaşayacağımız zamana hazırlık yapmak için şimdiden Türk dünyasının bir ortak dile kavuşması gerektiğini düşünüyoruz.