Eski Anadolu Türkçesinin Söz Varlığı
Tarih: 5 Mayıs 2014 | Bölüm: Genel | Yorumlar: Yorum yok.
Karahanlı döneminden sonra Osmanlı dönemine geçiş aşaması olarak kabul edilen 13 ile 15. yüzyıllar arasındaki dönemi ifade eden Eski Anadolu Türkçesi, Batı Türkçesinin oluşmaya başladığı ilk dönemleri kapsamaktadır. Karahanlı döneminde, Eski Türkçeden gelen veya türetilen sözcükler sıklıkla kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkçe sözcüklerin yerine, Arapça ve Farsça olanlar tercih edilecektir. Eski Anadolu Türkçesi dönemi, hem Eski Türkçe sözcüklerin korunduğu, türetilen yeni sözcüklerle söz varlığının genişletildiği hem de Arapça – Farsça sözcüklerin bilindiği hâlde pek sık kullanılmadığı bir dönem olma özelliğiyle önem taşımaktadır.
Yunus Emre’de % 13, Aşıkpaşa’nın eserlerinde ise % 20 olan yabancı sözcük oranı, Osmanlı döneminde % 60’ları geçecek olan söz varlığının, bu dönemde yabancılaşmaya karşı kendini koruduğunu göstermektedir. Özellikle bu dönemin başlangıç evresinde ve dinsel konuların ele alındığı metinler dışındaki yapıtlarda yabancı kökenli ögeler oldukça azdır. Farsça “kör” veya Arapça “asker” sözcükleri dile yerleşmeye başladığında, Eski Anadolu Türkçesinde “gözsiz” (kör) ve “çeriġ” (asker) sözcükleri kullanılıyordu. Bunun için her ne kadar Farsçadan “hükm, cehd”, Arapçadan “amel, zeval” gibi yabancı kökenli sözcüklerden alıntı yapılmışsa da genellikle Türkçe kökenli sözcük türetmeleri kullanıldığından, oldukça öz ve yabancılaşmamış bir dilin kullanıldığını söyleyebiliriz.
Keçecizâde İzzet Molla
Tarih: 1 Mart 2013 | Bölüm: K | Yorumlar: Yorum yok.
Babası I. Abdülhamid devri kazaskerlerinden Keçeci-zâde Salih Efendi, onun da dedesi Konya Toprak Sokak Camii imamı Keçeci Süleyman Efendi olup adını bu zatın mesleğinden alan aile aslen Konyalıdır. Salih Efendi’nin babası Mustafa Efendi henüz yirmi yaşlarındayken ailesinin haberi olmadan Konya’dan İstanbul’a gelerek Pîrî-zâde Sâhib Efendi’ye bağlanmış ve onun aracılığıyla Davud Paşa Camii imamının kızıyla evlenmişti. İzzet Molla’nın babası bu evlilikten dünyaya gelmiştir.
İstanbul’un Avratpazarı semtinde 1786’da doğan İzzet Molla, çok küçükken babası tarafından eğitime başlatılmış, fakat henüz on üç yaşlarındayken öksüz kalarak zorluk ve yokluklar içinde bir ömür sürmeye mecbur kalmıştır. Bu yıllarda enişteleri Meş’aleci-zâde Es’ad Efendi ve Moralı-zâde Hamîd efendilerin yardımlarıyla büyütülmüş, ancak içine düştüğü üzüntülü durumlar ve geçim derdi onu genç yaşlarda içkiye düşürmüş, biraz da bu yüzden eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.
Gittikçe hayatından bezen genç İzzet, sonunda intihara karar vererek yanına bir şişe rakı alır ve düşüncesini gerçekleştireceği Göksu’ya gitmek üzere Bahçekapısı’ndan bir kayığa biner. Kayık Kuruçeşme sahillerinden ilerlerken, o sırada yalısının penceresinde Sâhib Dîvânı’m incelerken çözemediği bir meseleyi kendisine soran Hançerli Beğ’in sorusuna doyurucu bir cevan verir.
Eflâki
Tarih: 8 Ağustos 2012 | Bölüm: E | Yorumlar: Yorum yok.
Tasavvuf edebiyatının ünlü kişilerinden olan Eflâkî’nin asıl adı Ahmed olup daha çok Eflâkî nisbesiyle tanınmıştır. Büyük bir ihtimalle bir astronomi âliminden ders alıp gözlemle uğraştığı için kendisine Eflâkî nisbesinin verildiği tahmin edilmektedir. Ayrıca Mevlânâ‘nın torunu Ulu Arif Çelebi’ye intisabından dolayı hakkında Arifi nisbesi de kullanılmıştır.
Altınordu Devleti sınırları içerisinde doğan Eflâkî, büyük ihtimalle tahsiline burada başlamış, daha sonra devrin önemli kültür merkezlerinden olan Konya’ya gelerek burada Sirâceddin Mesnevîhan, Abdülmü’min-i Tokadı ve Nizameddîn-i Erzincânî’den ders almıştır. 761/1360’ta ölmüştür.
Menâkıbu’l-ârifîn Eflâkî’nin en önemli eseri olup şeyhi Ulu Arif Çelebi‘nin isteği üzerine otuz altı yılda Farsça olarak kaleme alınmıştır. Özellikle Mevlevîlik tarihi açısından önemli olan eserde, başta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî olmak üzere diğer Mevlevi büyükleri ve Mevlevi tarikatı hakkında bilgiler verilmektedir. Ayrıca eser Anadolu’nun XII1-XIV yüzyıllardaki dinî, tarihî, sosyal ve kültürel yapısı hakkında önemli bilgileri bünyesinde barındırması bakımından oldukça önemlidir.
Divan Edebiyatının Temsilcileri
Tarih: 13 Aralık 2011 | Bölüm: Divan Edebiyatı | Yorumlar: Yorum yok.
HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.
MEVLANA: XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç Türkçe beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir. Oğlu Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir. Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir.
ALİ ŞİR NEVÂİ: Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü”l-Lugateyn adlı eserinde Türkçe“nin Farsça“dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir.
ŞEYHİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur.
SÜLEYMAN ÇELEBİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed”in hayatını anlatan eserlere SİYER denir).