Kemal Tahir
Tarih: 24 Haziran 2014 | Bölüm: K | Yorumlar: Yorum yok.
Hikâyeci, romancı olarak tanınan Kemal Tahir, marksist düşünürler içinde, Türkiye’de önemli bir yer işgal eder. Kemal Tahir, marksist düşüncede “Asya tipi üretim tarzı”nı benimseyenlerdendir. Bu ifade Marx’ın üç üretim tarzı ayırımından biridir. Bu üretim tarzında toplumlar, kapalı köy ekonomisi halinde yaşar. Köy birimi içinde tarım ve küçük sanayi işkolu oldukça gelişmiştir. ATÜT, hem tarihsel hem tarihsiz kabul edilmektedir. Asya toplumlarının uzak tarihlerinde yaşandığı ve başlangıcının ve sonun bilinmediği için böyle nitelenmiştir. ATÜT’te toplumlar sınıfsız değildir.
ATÜT modelini Osmanlı toplum yapısına uydurmaya çalışarak sosyalizme ve soslist duruma kendi tarihimizden bir alt yapı ve temele oturtmak isteyenler Sencer Divitçioğlu, Muzaffer Sencer, İdris Küçükömer, Kemal Tahir ve Niyazi Berkes’tir. ATÜT modeli, Muzaffer Sencer tarafından Orta Asya Türk toplumları tarihine uygulanmaya çalışılmıştır. Ayrıca konunun Moğollarla İslâmiyet’le ve Selçuklularla da bağlantısı kurulmuştur.
ATÜT modelini Osmanlı’ya uygularken, Marx’ın ilkelerine uygun olarak Osmanlı’nın sınıflı bir toplum olduğu, bunun da devlet-reaya şeklinde belirdiği söylenmiştir. Fakat Osmanlı’da sınıflar arasında Batı’da olduğu gibi aşılmaz duvarlar olmadığı, sistemin uydurulması açısından belirtilmiştir. Sencer Divitçioğlu, ATÜT’e uygun olarak Osmanlı’nın iktisadî yapısı ile Avrupa’nın feodal yapısını karşılaştırır ve Osmanlı’nın asla feodal bir yapıya sahip olmadığını beyan eder. Asya tipi üretim tarzı, (ATÜT) onlara göre, az gelişmiş toplumlara uygun bir modeldir.
Keçecizâde İzzet Molla
Tarih: 1 Mart 2013 | Bölüm: K | Yorumlar: Yorum yok.
Babası I. Abdülhamid devri kazaskerlerinden Keçeci-zâde Salih Efendi, onun da dedesi Konya Toprak Sokak Camii imamı Keçeci Süleyman Efendi olup adını bu zatın mesleğinden alan aile aslen Konyalıdır. Salih Efendi’nin babası Mustafa Efendi henüz yirmi yaşlarındayken ailesinin haberi olmadan Konya’dan İstanbul’a gelerek Pîrî-zâde Sâhib Efendi’ye bağlanmış ve onun aracılığıyla Davud Paşa Camii imamının kızıyla evlenmişti. İzzet Molla’nın babası bu evlilikten dünyaya gelmiştir.
İstanbul’un Avratpazarı semtinde 1786’da doğan İzzet Molla, çok küçükken babası tarafından eğitime başlatılmış, fakat henüz on üç yaşlarındayken öksüz kalarak zorluk ve yokluklar içinde bir ömür sürmeye mecbur kalmıştır. Bu yıllarda enişteleri Meş’aleci-zâde Es’ad Efendi ve Moralı-zâde Hamîd efendilerin yardımlarıyla büyütülmüş, ancak içine düştüğü üzüntülü durumlar ve geçim derdi onu genç yaşlarda içkiye düşürmüş, biraz da bu yüzden eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.
Gittikçe hayatından bezen genç İzzet, sonunda intihara karar vererek yanına bir şişe rakı alır ve düşüncesini gerçekleştireceği Göksu’ya gitmek üzere Bahçekapısı’ndan bir kayığa biner. Kayık Kuruçeşme sahillerinden ilerlerken, o sırada yalısının penceresinde Sâhib Dîvânı’m incelerken çözemediği bir meseleyi kendisine soran Hançerli Beğ’in sorusuna doyurucu bir cevan verir.
Karamanlı Nizami
Tarih: 27 Aralık 2011 | Bölüm: K | Yorumlar: Yorum yok.
Fâtih devrinin kasîde ve gazel şairlerinden olan Nizamî Karaman’da yetişmiş, iyi öğrenim görüp özellikle Farsçayı iyi öğrenmiştir. Güzel, yakışıklı, atak tabiatlı, eğlenceye düşkün bir genç olan Nizamî şiirlerinde daha çok dış görünüşe önem vermiştir. Bundan dolayı fikir noksanlığı ve anlam eksikliği şiirinin özelliklerinden biri olarak görülmektedir. Çok defa cinaslar, çeşitli benzetmeler ve kelime oyunları ile şiirindeki boşluğu örtmüştür. Bununla beraber Nizamînin şiirleri dış mükemmelliği bakımından XV. asrın en düzgün söyleyişlerine sahiptir.
Aruz veznine hâkimiyeti, hece tekrarları ve dolgun rediflerin yardımı ile şiirde bir ahenk oluşturduğu da görülmektedir Nizâmî’nin bilinen tek eseri divanıdır. Bu divanda Farsça gazel ve rubailer varsa da Türkçe şiirlerinin sayısı fazladır. Nizâmî’nin mürettep olan divanının başında kasîdeler, sonra gazeller yer almaktadır. Daha sonra murabba, muhammes, kıt’a, rubaî ve müfredler gelir. Sonunda da Farsça şiirler yer almaktadır.
Nizâmî’nin divanında 11 kasîde bulunmaktadır. Bunlardan ilki bir na’ttir. Diğerleri Karaman beyi İbrahim Bey, kardeşi Kasım Bey ve oğlu Pîr Ahmed Bey için yazılmıştır. Fâtih Sultan Mehmed için yazılmış “nergis” redifli bir kasidesi bulunmaktadır. Yine bu sultan için yazıldığı söylenen “kasr” kasîdesi ise, Pîr Mehmed Bey için yazılmıştır. Nizâmî’nin asıl şairliği gazellerinde görülür. Tezkire yazarları da şairin özellikle gazellerini beğenmiş ve övmüşlerdir. Şeyhî ile Nizami‘yi karşılaştırmaları ve onu diğerlerinden üstün tutmalada gazelleri sebebiyledir.
Kadı Burhaneddin
Tarih: 20 Aralık 2011 | Bölüm: K | Yorumlar: 1 Yorum var.
XIV. asrın ikinci yarısında Anadolu’da yaşayıp kadılık, vezirlik ve hükümdarlık etmiş âlim ve şair bir devlet adamıdır. Harezm’den gelerek Anadolu’ya yerleşmiş olan ailesi Oğuz asıllıdır. Asıl adı Ahmed olan Kadı Burhaneddin, annesi öldüğü için babası tarafından yetiştirilmiştir. Çok zeki olan Kadı Burhaneddin, henüz on iki yaşında iken sarf, nahiv, lügat, mantık, hesap aruz gibi ilimleri görmüş, siyakat yazısı yazmış, Arapça ve Farsça divanlar okumuştur.
Kayseri’de çıkan karışıklıklar yüzünden babası ile Şam’a gitmek zorunda kalan Kadı Burhaneddin, dört ay sonra Kayseri’ye dönmüş ve tahsiline Kayseri’de devam etmiştir. 759/1358’de henüz on dört yaşında iken babasıyla birlikte Mısır’a gitmiş, orada tahsilini ilerleterek fıkıh, usûl-i fıkıh, feraiz, hadis, tefsir, heyet ve tıp gibi dersler okumuştur.
Dört amelî mezhep üzerine derinleşmiş, sonra devrinin meşhur âlimi Kutbuddîn Râzî (ö. 766/1365)’nin Şam’da olduğunu öğrenince Şam’a giderek, onun ders halkasına katılmıştır. Ondan Keşşaf Haşiyesi, Metali Şerhi, Miftâh ve Pezdevî gibi kitapları okumuştur. Şam’da bir buçuk yıl kaldıktan sonra, 19 yaşındayken babasıyla birlikte hacca giderek, hac farizasını ifa etmiş; fakat yolda babasını kaybetmiştir.
766/1365 yılında 21 yaşında iken babasının yerine Kayseri kadısı olmuştur. Bu vazifeyi üzerine alır almaz liyakatini göstererek, vakıf işlerini kısa zamanda yoluna koymuştur. Kadılık görevinde yakınlığa önem vermeden iş yapması sayesinde, kısa zamanda memleketin her tarafına namını duyurmuştur. Halk ona karşı sevgi ve güven duymaya başlamıştır. Bu sırada Eratna hükümdarı Mehmed Bey’in öldürülmesi, ülkeyi iç karışıklıklara sürüklemiş, bu durumdan rahatsız olan Kadı Burhaneddin, bir müddet Kayseri’de bulunan çiftliğine çekilerek durumu takip etmeye başlamıştır.