Dünya Üzerindeki Diller Hakkında
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: 2 Yorum var.
Uluslararası dil ansiklopedisi Ethnologue’un 15. baskısında dünyada 6912 yaşayan dil olduğu bilgisi yer alır. İlk baskıda ise 5.687 sayısı verilmişti. Farklı kaynaklarda başka rakamlarla da karşılaşmak mümkündür. Bu belirsizliğin pek çok nedeni vardır. Her şeyden önce dünya dilleri üzerindeki çalışmalar henüz tamamlanmamıştır ve varlığı bile bilinmeyen bazılarının yok olduğu tahmin edilmektedir. Bu dillerin çoğu dünyanın henüz keşfedilmemiş bölgelerinde yer alsa da, keşfedilmiş bölgelerdeki dil çalışmaları bile bitirilmiş değildir. Çünkü araştırmacılar çoğunlukla kolay ulaşılan Batı Avrupa dilleri üzerinde çalışmayı tercih etmektedir. 4000 kadar dilin henüz doğru dürüst betimlenmemiş olduğu tahmin edilmektedir.
Ayrıca dillerden birçoğunun özel adı yoktur. Örneğin Papua-Yeni Gine’deki Sare halkının dillerine verdiği Sare adı sadece “konuşmak” demektir. İngiliz Kolumbiyasında yaşayan Gitksan halkı kendi dillerinden Sim ‘algaks “gerçek ya da doğru dil” diye söz ederler ama komşu Nigşa ve Tsimşian lehçeleri de aynı adı kullanır. Kimi dillerin ise birden çok adı vardır. Ethnologue birbirinin yerine kullanılan 39.000 dil ve lehçe adı verir. Ayrıca araştırmacılar da bir dile hem o dilin konuşurlarından hem de birbirlerinden farklı adlar vermiş olabiliyorlar. Yaşayan ya da ölü diller konusunda da kaynakların verdiği bilgiler her zaman tutarlı değildir.
Tartışılan “-sal / -sel” Ekleri Üzerine
Tarih: 28 Ağustos 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 20 Yorum var.
Yakın zamanda sıkça tartışılır hâle gelen “-sal / -sel” eklerinin kullanımı hakkında en az bilenler kadar konu hakkında hiç bilgisi olmayanların da yorum yapması nedeniyle ortada ciddi bir bilgi kirliliği var. Bu nedenle bu konuda bilgi edinmek isteyen araştırmacıların yararlanması için böyle bir yazı yazma gereği duydum.
Türkçeleştirmeye karşı çıkan, öz Türkçe sözcüklerin kullanılmasını sindiremeyen bazı kişiler yabancı sözcüklere karşı önerilen Türkçe sözcüklerde bir kusur aramaya çalışıyorlar. Bu arayışta bulunan “-sal / -sel” ekleri hakkında Yavuz Bülent Bakiler‘in “Türkçeyi -sal’a bindirip -sel’e vermeyin.” sözü de Türkçeleştirme karşıtlarını pekiştirmiş oldu ve böylece TDK hakkında karalama kampanyaları başlatan kişilerin eline Türkçeyi yerden yere vurmak için malzeme geçti. Şimdi o kişiler Türkçeleştirme yapmayıp, Osmanlıca sözcükleri kullanmanın kendilerince doğru olduğunu (!) sözde ispatlamak için hep bu ekleri örnek gösterir oldular.
Bu konuyu bilimsel olarak ele almaya çalışırsak, şöyle bir çözümleme yapabiliriz: Türkçede iki tane “-sal / -sel” eki vardır. Bunlardan bir tanesi Türkçe kökenlidir ve çok eski yazılı metinlerde bile geçer. Divan-u Lügati’t Türk‘te de “arsal” (kumsal) sözcüğü geçmektedir. Eski Türkçede “kumsal, uysal” gibi örneklerde görebileceğimiz bu ekin İngilizceden veya başka bir batı dilinden Türkçeye geçmiş olması imkânsızdır; çünkü bu örneklerin geçtiği metinlerin çağında Türkçe ile bu dillerin etkileşimi söz konusu değildir.
Türkçenin Bugünkü Durumu
ve Yapılması Gerekenler
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Canlı bir varlık olarak dil, türlü etkilerle değişim göstermektedir. Doğal gelişim süreci içerisinde farklılaşıp, yabancı etkilerle bu değişimini sürdüren dillerin temellerine inildiğinde, günümüze dek ses ve şekil yapısında değişiklikler meydana geldiğini görmek mümkündür. Türkçe de, yaklaşık 10 bin yıllık bir süreç içerisinde gelişerek bugüne gelmiş köklü ve güçlü bir dil olarak yaşamaktadır.
Türk Ulusu dünya üzerinde oldukça geniş bir coğrafyaya yayıldığı için, Türkçe milyonlarca kilometre karelik bir alanda kullanılmaktadır. Yaklaşık 300 milyon Türk’ün iletişim aracı olan Türkçe, kuşkusuz yayılma alanının genişliği ölçüsünde farklılaşmış ve özellikle ses yapısında yerel özellikler taşıyan yeni lehçeler doğurmuştur. Bu, Türk dünyası arasındaki bağın zayıflamasına neden olmuş; fakat Türkçenin güçlü bir dil olarak kullanılmasının önüne geçmemiştir.
Anadolu coğrafyasında gelişen Türkiye Türkçesi de, Türkçenin doğurduğu lehçelerden biridir. Türkçenin Batı (Oğuz) kolundan olan Türkiye Türkçesi, henüz oluşmaya başladığı yıllarda Osmanlıcanın kullanılması nedeniyle çoğunlukla Arapça ve Farsçanın etkisinde gelişmiştir. Özellikle Tanzimat döneminden sonra Fransa ile ilişkilerin artması nedeniyle dilimizdeki Fransızcanın etkisi artmış ve günümüzde Türkiye’nin yüzünü Batı’ya dönmesiyle bu etki, yerini “İngilizce” eksenindeki batı dillerine bırakmıştır.
Dil Devriminin Nedenleri
Tarih: 30 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Dili | Yorumlar: Yorum yok.
Dünya dilleri sınıflandırmasında eklemeli diller (iltisaklı diller, aggualinative languages) grubunda yer alan Türkçe, kurallarının sağlamlığı ve eklerinin çeşitliliği ile, sistem yapısı bakımından her türlü türetmeye ve gelişmeye elverişli bir dildir. M.S. VI. yüzyıldan başlayarak belgeleri günümüze kadar uzanan Göktürk Yazıtları, Uygurca metinler, Kutadgu Bilig, Divanu Lûgati’t-Türk, Yunus Emre’nin şiirleri, Dede Korkut hikâyeleri vb. yüzlerce eserin dil yapısı bu durumu kanıtlayıcı niteliktedir. Ancak, hepimizin genel çizgileri ile bildiği üzere, XIII. yüzyıldan başlayarak Anadolu ve çevresinde, öteki Türk lehçelerinden ayrı bir yazı dili olarak kurulup gelişmiş olan Türkiye Türkçesi, XV. Yüzyıl ortalarından XX. yüzyıla kadar uzanan tarihî dönemlerinde, teokratik devlet yapısının gerekli kıldığı siyasî, sosyal ve kültürel şartlara bağlı olarak hayli yıpranmıştır.
Dilimiz, o günün din, bilim ve edebiyat dilleri durumundaki Arapça ve Farsçanın güçlü etkisi ve ağır baskısı altına girmiş olduğundan, bu durum ister istemez onun iç yapısını da etkilemiş; dolayısıyla söz varlığından başlayarak gittikçe yeni türetmelerle kendi kendini geliştirip zenginleşme gücünü yitirir olmuştur. Zamanla halkın dilinden de kopmuş olan Türkçe, edebiyatçılar ve aydınlar elinde artık “sanat gösterme” adına türlü kelime oyunlarına boğulmuş ve yalnızca sınırlı bir aydınlar topluluğunun anlayabileceği, üç dilin karışmasından oluşmuş melez bir yapma dil durumuna gelmiştir. O denli ki, insanın kendi dilinin yazılarını okuyup anlayabilmesi, yüksek düzeyde özel bir eğitimi gerekli kılmıştır. Üstelik dilin adı bile Türkçe değildir. Toplumun karma yapısına uygun düşen lisan-ı Osmanî veya Osmanlıcadır (Osmanlı Türkçesi). Nitekim XIII. yüzyıl halk şairlerinden Yunus Emre, duygularını açık seçik bir anlatımla ve: