Divan Edebiyatında Düz Yazı (Nesir)
Tarih: 13 Aralık 2011 | Bölüm: Divan Edebiyatı | Yorumlar: Yorum yok.
Divan, şiire ağırlık veren bir edebiyattır. Düzyazı, ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal metinlerde ve gezi türü eserlerde kullanılmıştır. Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmış eserlerdir.
Süslü düzyazıda (nesirde) hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıcayı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk örneğini, 16. yüzyılda Âşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi’ye gelene kadar sürmüştür.
Karahanlı Dönemi Türk Edebiyatı
Tarih: 7 Aralık 2011 | Bölüm: Türk Edebiyatı | Yorumlar: 5 Yorum var.
Yağma Türkleri tarafından kurulan. Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm süren Karahanlıların X. yüzyılın ortalarında tamamen müslüman olmalarından sonra Türk tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Türk toplumunu yeniden yapılandıran bir ahlâk ve inanç nizamı oluşturan İslâmiyet, bu haliyle Türk toplumunun yapısını meydana getiren bir medeniyetin de temelini atmıştır. Böylece Türk toplumunun İslâmiyet öncesi niteliklerinden bir kısmı, inanç, fikir ve gönül olarak bağlanılan yeni medeniyetle birlikte terk edilmiş (birtakım şaman âdetleri gibi), bir kısmı daha da kuvvetlenirken (kahramanlık, mertlik, temizlik gibi nitelikler İslâmiyetle birlikte yeni bir anlam kazanmıştır), pek çok yeni nitelikler de fertlerin şahsiyetine ve toplum hayatına katılmıştır (çok derin anlamlar taşıyan tevazu, iyilik, adalet gibi nitelikler de kültüre eklenmiştir). Bundan sonra Türk-İslâm medeniyeti adıyla anılabilecek tarihî gelişim kendine göre bir şekillenme süreci başlattı.
Karahanlılar döneminde edebiyatın yanında kültür çalışmalarının da ciddî bir himaye bulduğu görülmektedir. Mecdüddîn Muhammed ibn Adnan. Karahanlı hükümdarlarından Tabgaç Han İbrahim ibn Nasr için Târih-i Türkistan ve Hıtây’ı, Muhammed ibn Ali el-Kâtib es-Semerkandî de Kılıç Tawgaç Mes’ud ibn Ali için bir eser yazmıştır. Aynı sülâle zamanında Abdiilgafur ibn Hüseyn el-Alma’î, Kaşgar şehrinin tarihini yazmıştır. Nihayet XI. yüzyıl Orta Asya Türk hakimiyeti devrindeki kültür hareketlerinin başlıca karakteristik örneklerinden birini de, yazarı bilinmeyen Mücmilü’t-tevârih ve’l-kısâs (520 / 1126) adlı eser teşkil etmektedir. Karahanlılar döneminde yazılan ve elimizde bulunan birkaç Kur’an tercümesi ile Kaşgarlı Mecdüddîn Mehmed’in İbrahim Han’a takdim ettiği –şu an kayıp olan– Târîh-i Türkistan ve Hıtây adlı eserini de burada zikretmek gerekir.
Türkler, X. asırda Müslüman olmalarına rağmen XI. asırda yazı dilinde Uygur harflerini kullanıyorlardı. Kaşgarlı Mahmûd‘un, Dîvânu Lugati’t-türk isimli eserinde: “Bütün Türk dillerinde kullanılan harfler on sekizdir. Türk yazısı bu harflerle yazılır” (DLTT, 1985-, c. I: 8) diyerek Uygur harflerini göstermesi, onun eserini yazdığı (1072/1074) sırada Türklerin halen Uygur yazısını kullandıklarını göstermektedir. Ahmet Bican Ercilasun, Arap yazısının tahminen XII. asırda Türkler arasında yaygınlaşmaya başladığını ifade eder.
Bu dönem içerisinde yazılan üç büyük eser ve yazarları hakkındaki bilgilere, aşağıda verilen bağlantılardan erişebilirsiniz. 1. Yusuf Has Hacip – Kutadgu Bilig2. Kaşgarlı Mahmud – Divan-ü Lügati’t Türk3. Ahmet Yesevi – Divan-ı HikmetAyrıca Hâkim Süleyman Ata hakkında bilgi almak için “buraya” dokunabilirsiniz. |
Türklerin içerisine dahil oldukları yeni İslâm medeniyeti, Türk dilinin ne inkişafına mani olmuş ne de Türkler arasında onun değerini azaltmıştır. Bilakis Türk dili, Karahanlılar’ın himayesi sayesinde, Balasagunlu Yûsuf Has Hâcib gibi bir Türk mütefekkiri tarafından işlenmiş ve edebî bir dil hâline getirilmiştir. Ayrıca burada şunu da belirtelim ki, Türkler diğer milletlerden farklı olarak, ekseriyetle her fethettikleri ülkeyi baştan başa kaplayıp, kendi nüfus çoğunluğu ile, hem kendi milliyetlerini hem de dillerini korumuşlardır. Türkistan’ın İslâmî devrinde, yerli İran lehçelerinin yavaş yavaş Türk dili tarafından sıkıştırılıp kaldırılması, Türklerin kendi dillerine karşı gösterdikleri sıkı bağlılıktan ileri gelmektedir.
Türkçenin Yabancı Dillerle Sözcük Alışverişi
Tarih: 5 Kasım 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 1 Yorum var.
Bu konuyu işlerken, önce yabancı dillerden Türkçeye giren öğeler üzerinde genel olarak durmak istiyoruz. Türkçenin elde bulunan en eski metinleri olan Köktürk Yazıtlarında yabancı öğelerin sayısı son derece azdır. Ayrıntılarına aşağıda değineceğimiz kendi incelememizin sonuçlarına göre Türkçenin bu evresinde yabancı öğelerin sayısı %1’in altındadır; ancak çok az sayıda Çin kökenli öğeye rastlanır.
Yabancı kültürlerle sıkı ilişkilerin kurulduğu, Şamanizm‘in yanı sıra Buda, Mani ve Hıristiyan dinlerinin benimsendiği Uygurca evresinde ise, özellikle dinsel kavramları karşılamak, değişik dinlerin metinlerini Türkçeye aktarmak üzere pek çok türetmeler yapıldığı halde, alınma sözcüklerin de birden arttığı görülür.
İslamlığın kabul edilmesinden (X. yüzyıl) sonraki ilk dönemde ve Anadolu’da gelişen Türk yazı dilinin ilk evresinde Arapça ve Farsça öğelerin sayısı yüksek değildir; başlangıçta bir bölüm Türkçe öğelerin, yabancılarıyla bir arada yaşamakta olduğu görülür. Ancak Anadolu’da gelişen yazı dilinde, XIII. yüzyıldan sonra Arapçanın, özellikle yazın kanalıyla da Farsçanın etkisi durmadan artar; XVI.-XV. yüzyıldan sonra –yukarıda değindiğimiz tutum nedeniyle– daha büyük oranda yabancılaşma görülür. Cumhuriyet dönemine kadar süren bu gidişin sonucunda Osmanlıca adı verilen, Türkçe, Arapça ve Farsça karışımı bir yazı dili yerleşir. Yabancılaşmanın giderilmesi, Türkçenin bilim, sanat, teknik alanlarında heı kavramın kendi öğeleriyle anlatımına yeterli duruma getirilmesi yolunda en önemli adımlar Türk Dil Devrimi‘yle atılır ve günümüze gelinceye değin büyük bir başarı kazanılmış olur.
Osmanlıca evresinde Arapça kökenli öğeler Türkçenin sözvarlığına yerleşmiş ve yerleşmemiş yabancı sözcükler olarak büyük bir toplam tutarken bilim, sanat, teknik, hukuk, yönetim gibi bütün alanlarda, çoğunluğu tamlamalar halindeki Arapça terimlerin de kullanılmış olduğu görülmektedir. Farsçadan girme öğelerin yanı sıra Arapça ve Farsça sözcüklerden kurulu, kimi zaman bu dillerde de kullanılmayan türetmelere, tamlamalara bile rastlanmaktaydı.
Arap Alfabesi
Tarih: 2 Ekim 2011 | Bölüm: Alfabeler | Yorumlar: 7 Yorum var.
Arap alfabesi , Osmanlı Devleti dahil, İslam dininin yayıldığı coğrafyada büyük ölçüde benimsenmiş, Latin alfabesinden sonra dünyada yazı dili olarak en çok kullanılan yazı sistemidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1928 yılında Latin alfabesiyle yazı sistemine geçmiştir. Arap alfabesi MS 2-4. yüzyıllar arasında Nebati yazısından gelişmiş olmakla birlikte günümüze ulaşan en eski yazı örnekleri MS 6. yüzyıla (Zebed 512, Harran 568) aittir. Sağdan sola yazılan Arap alfabesinde bulunan 28 ünsüzün, 22 tanesi Sami alfabesinden geçerken şekil değişikliğine uğrayan sesler olup, geri kalan altı ses Arapçaya özgüdür.
Türklerin topluca İslamiyet’i kabulünden, yani 10. asırdan sonra geniş bir sahada bütün Türk-İslam devletleri tarafından kullanıldı. Arap Alfabesi yirmi sekiz harf olmasına rağmen Türklerin kullandığı İslam harfleri otuz bir ile otuz altı harften meydana gelir. Sağdan sola doğru yazılan bu alfabe, bütün Türklüğü kucaklamış ve Türkçe’nin çeşitli lehçelerinde, pekçok kitap, kitabe yazılmıştır. Muazzam ve kesintisiz abidevi eserler bu alfabe ile verildi. Türkiye, İslam alemi ve dünyanın her yerindeki kütüphane ve kitapseverlerin kitaplıklarında İslam harfleriyle yazılmış milyonlarca Türkçe eser mevcuttur. Dünyanın en büyük ve muazzam arşivi, Türk – İslam alfabesiyle yazılan Türkçe evraklarla doludur.