Ord. Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü
Tarih: 4 Aralık 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar | Yorumlar: Yorum yok.
Türk tarihçi, edebiyat araştırmacısı ve siyaset adamıdır. 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Ayasofya Rüşdiyesi’ni ve Mercan İdadisi’ni bitirdikten sonra Hukuk Mektebi’ne devam etti (1907-1910), burada özel Fransızca dersleri aldı. Ancak, asıl ilgisini çeken edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı.
1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Şiirlerini 1913’e kadar Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. Bu yıllarda “Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan” akımlarına karşıydı. 1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra Milli Edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. 1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine getirildi. Aynı yıl Bilgi dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı çıktı.
1919’da uluslar arası ün kazanmasını sağlayan ilk büyük yapıtı Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar’ı yayımlandı. 1923’te Edebiyat Fakültesi dekanı oldu, Türkiye Tarihi adlı kitabını çıkardı. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başladı, ünü giderek dünyaya yayıldı, birçok uluslar arası kongreye Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. 1931’de Türk Hukuk Tarihi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı; 1932-1934 arasında Divan Edebiyatı Antolojisi’ni çıkardı.
Reşit Rahmeti Arat
Tarih: 4 Aralık 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar | Yorumlar: Yorum yok.
Aslen Kazanlı olan R. Rahmeti Arat, Kazan’a yakın bir köyde, Eski Ücüm’de, İsmetullah adlı bir baba ile Mahbeder adlı anneden 1900 yılının 15 mayısında dünyaya gelmiştir, ilk mektebi mahallî şartlara göre kendi köyünde tamamladıktan sonra, bir amcası tarafından bugünkü Kazakistan’ın Kızılyar (Peterpavel) şehrine götürülmüş, orada ilk önce, bu yüzyılın başından beri yeni metodla çalışan Türk-Tatar mektebinde, sonra da hususî bir hazırlık ile rusça öğrenip Rus gimnaziyumunda (o zamanki nesil gibi bir taraftan da Türk -Tatar mektebine giderek) tahsilini devam ettirmiştir. Son sınıfa geldiği günlerde, komünist rejiminin ilerlemesini önlemek maksadiyle baş kaldıran Amiral Kolçak ordusuna mekteplerden de gençler alınmıştı. Bu cümleden Rahmeti Bey de önce askerî eğitim kurslarına, sonra da cepheye gönderilmiştir.
Kolçak ordusu yenilip dağıldığı zaman Rahmeti Bey yaralı olarak Mançurya’nın Harbin şehrine gitmiştir. Harbin şehrinde eskiden beri yerleşmiş olan Türk-Tatar aileleri bulunduğundan, bunların imamları, mektepleri ve cemiyetleri vardı. Bunlara kafileler halinde gelen her türlü tabakadan ihtilâl muhacirleri de katılarak cemiyet hayatı canlanıp genişlemiştir. Rahmeti Bey, burada gençlerle birlikte yararlı çalışmalarda bulunmuş, kendisini sevdirmiş, 1921’de yarıda kalan gimnaziyumu tamamlayarak 1922’de yüksek öğrenimini yapmak üzere Almanya’ya gitmeğe muvaffak olmuştur. Harbin’de ve Berlin’de bulunduğu süre içinde, Harbin imamı İnayet Ahmedî Bey’den maddî ve mânevi yardım görmüştür. Gençlik teşkilâtlarında birlikte çalıştığı gençlik arkadaşı Hüseyin Abdüş Bey de, her hususta ona destek olmuştur. Berlin’deki öğrenimi böylece, dışarıdan alınan cüz’î bir yardım ile ve bir haylî ağır maddî şartlar altında, kendi çalışmalariyle ilerleyebilmiş, çalışkan, dürüst bir öğrenci olarak kendisini tanıtabildiğinden hocalarının da dikkatini çekmiş, iş bulmakta onlardan yardım görmüştür.
Bu esnada, Birinci Dünya Harbi ve Rus ihtilâlinden sonra, Berlin’e, Rus boyunduruğu altında kalmış olan Türk ülkelerinden, Türkistan, İdil-Ural ve Azerbaycan’dan da türlü yollarla gelen muhacir gençler vardı ve bunlar mekteplere yerleşmek üzere idiler, iyi bir tesadüf eseri olarak Lehistan Tatarlarından Yakup Bey Şinkeviç de daha önce Berlin’e gelip öğrenime başlamış ve büyük türkolog W. Bang’ın öğrencisi olmuştu. O, kendisinin şevkle çalıştığı Türk dili sahasına Rahmeti Bey’i de celbetti. W. Bang, o güne kadar meydana getirdiği Türkçeye dair birçok eserleriyle tanındığından, Turfan kazılarından gelen malzemeyi işlemek için de en münasip bir ilim adamı olarak kabul edilmiş ve böylece 1920’de Berlin Üniversitesine çağrılmıştı. Bir talih eseri olarak Rahmeti Bey için de bu büyük bir fırsattı. Daha küçük yaşta aile yuvasından ayrılmış ve cemiyet meselelerine alışmış olan merhum, bütün varlığiyle kendisini bu millî işe vakfetti. Yoksa, yabancı memleketlerde belirli bir destek olmadan tahsile devam etmek için yalnız enerji ve zekâ kâfi gelmez. Bunun için çalışma hevesini besleyecek büyük ideale ve imana ihtiyaç vardı.
Genç Rahmeti bu imanı kendisinde bulmuştu. Kısa zamanda kendisinin seciyesini tanıtarak yüksek ilim adamları arasına katılmış, yalnız tahsille kalmamış, ilmî araştırma sahasına da girebilmişti. Berlin ilimler Akademisi’nde yığılı duran bir sürü yazı malzemesi içindeki eski Türk kültürüne dair Uygur, Mâni ve diğer yazılarla yazılmış yazmaların tasnifi için diğer birkaç Alman bilginiyle beraber (bu cümleden A. v. Gabain) Rahmeti Bey de görevlendirildi. Teknik işler yanında bu yazma eserlerin araştırılmasına ve işlenmesine de koyuldu. W. Bang gibi üstün olgunlukta bir ilim adamiyle çalışabilmek ve her gün onun yanında yardımcı olabilmek Rahmeti Beyi zamanla daha çok ilerletmiş ve Avrupa’nın XIX. yüzyılda zirvesine ulaşmış olduğu titiz çalışma metoduna vâkıf olmasına yardım etmiştir. Gecesini gündüzüne katıp çalışan Rahmeti Bey, Berlin Üniversitesini 1927’de bitirdiği zaman yalnız bir doktora çalışmasiyle ortaya çıkmadı.
Prof. Dr. Zeki Velidi Togan
Tarih: 4 Aralık 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar | Yorumlar: 1 Yorum var.
Zeki Velidi Togan, 10 Aralık 1890 tarihinde Başkurt ilinde İsterlitamak’a bağlı Küzen köyünde doğdu. Daha ilk mederse tahsilini yaparken bir yandan da özel Rusça dersleri alıyordu. Öğretmen olan annesinden Farsça öğrenmeyi de ihmal etmiyordu. 1902 yılında orta tahsil için Ütek’e bulunan dayısı Habib Neccar’ın medresesine gitti. Buradaki öğrenimi sırasında Arapça dersler alarak dil bilgisini geliştirdi.
1908′de köyünden kaçarak Kazan’a gelip burada özel dersler aldı. Bu arada Katanov ve Aşmarin gibi bilginlerle tanıştı. 1909 yılında mezun olduğu Kasımiye medresesine ‘Türk Tarihi ve Arap Edebiyatı Tarihi Muallimi’ oldu. 4 yıl süren bu öğretmenliği sırasında 1911 sonlarında yayınladığı Türk ve Tatar Tarihi adlı kitabı sayesinde meşhur olmaya başladı. Bu eserin iyi yankıları sayesinde Kazan Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Cemiyeti’ne Aza seçildi.
1913′te Fergane’ye, 1914′te Buhara’ya araştırmalar yapmak için gönderildi. Bu seyahat neticelerine ait hazırlamış olduğu raporlar başta Petersburg Arkeoloji Cemiyeti olmak üzere Kazan ve Taşkent Arkeoloji cemiyetleri mecmualarında yayınlandı. Bu arada Prof. Katanov’un şimdi İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nün esas nüvesini teşkil edecek olan kitaplarının Türkiye’ye gönderilmesine vesile oldu.
Prof. Dr. Muharrem Ergin
Tarih: 4 Aralık 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar | Yorumlar: 1 Yorum var.
Muharrem Ergin, Haydar Ergin ile Naime (nüfus kaydında Hanım) Ergin’in oğlu olarak 1923‘te Ahıska vilâyetinin Ahılkelek kazasına bağlı Gögye köyünde doğdu. 1920′li yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin sınırları içerisinde kalan bu bölgede yaşayan Türkler kendilerine Terekeme veya Karapapak adını vermişlerdir. Ancak Türkiye’de “Mesket Türkleri” adı ile tanınmaktadırlar.
Timur devrinde Semerkand‘dan göçen bu Türkler iki yüzyıl kadar İran’da Sulu düz > Sulduz bölgesinde yaşamışlar sonra Ahıska vilâyetine gelmişlerdir. İşte Muharrem Ergin bu Terekeme Türklerinin beylerini teşkil eden Kemaloğulları adlı bir aileye mensuptur. Osmanlı idaresi bu beyler ailesine fermanla beylik de vermiştir.
Terekeme Türkleri 19. yüzyılın sonlarında kendilerini Türk-Ermeni mücadelesinin içerisinde buldular. Birinci Dünya Savaşı esnasında bu Türk-Ermeni mücadelesi en had safhaya ulaştı ve savaştan sonra sınırlar belirlendiğinde sınırın Sovyet tarafında kalan Terekemeler artık bu topraklarda kalmanın güvenilir ve doğru olmadığını görerek Türkiye’ye göç etmeye karar verdiler.
Daha önceleri kışın Türkiye’de Kars civarında, yazın Ahıska vilâyetinde yaşayan ve hayvancılıkla geçinen Kemaloğulları, küçük Muharrem’in doğumundan üç yıl sonra Türkiye’ye temelli göçü gerçekleştirmişlerdir. Devlet bu beyler ve reayasına Türkiye’de yerleşim bölgesi olarak Muş vilâyetinin Bulanık kazasını seçmiştir. Muharrem Ergin’in sülâlesinin Gögye’den Bulanık’a göçleri bir buçuk yıl kadar sürmüş ve 1926 yılında tamamlanmıştır. Göç eden dört kabile mensubudur. Altı kabilenin mensupları ise orada kalmıştır.
Muharrem Ergin‘in aile arasındaki adı Behram-’dır. Yaşlılar onun kendi aralarında Behram diye çağırırlar. Ancak nüfus kaydında adı Muharrem Ergin-’dir.
Ergin ailesi 11 çocuklu kalabalık bir ailedir. Babası Haydar’ın ilk eşi Zöhre’den İbrahim, Mah-yıldız, Celîl, Kamil ve Enver adlı beş çocuğu olmuştur. İbrahim ve kız kardeşi Mahyıldız ailenin Gürcistan’da kalan tarafında yaşadılar. İbrahim Veteriner Profesör oldu. İbrahim ağabeyi ve Mahvılchz ablası vefat etmişlerdir.
Annesi Naime’nin ilk eşi Ali’den Bahri ve Mihriban adlı iki çocuğu vardı. Sonra babası Haydar ile annesi Naime evlendiler ve bu evlilikten de Bahri, Yıldız, Muharrem ve Fahrettin doğdu.