Keçecizâde İzzet Molla
Tarih: 1 Mart 2013 | Bölüm: K | Yorumlar: Yorum yok.
Babası I. Abdülhamid devri kazaskerlerinden Keçeci-zâde Salih Efendi, onun da dedesi Konya Toprak Sokak Camii imamı Keçeci Süleyman Efendi olup adını bu zatın mesleğinden alan aile aslen Konyalıdır. Salih Efendi’nin babası Mustafa Efendi henüz yirmi yaşlarındayken ailesinin haberi olmadan Konya’dan İstanbul’a gelerek Pîrî-zâde Sâhib Efendi’ye bağlanmış ve onun aracılığıyla Davud Paşa Camii imamının kızıyla evlenmişti. İzzet Molla’nın babası bu evlilikten dünyaya gelmiştir.
İstanbul’un Avratpazarı semtinde 1786’da doğan İzzet Molla, çok küçükken babası tarafından eğitime başlatılmış, fakat henüz on üç yaşlarındayken öksüz kalarak zorluk ve yokluklar içinde bir ömür sürmeye mecbur kalmıştır. Bu yıllarda enişteleri Meş’aleci-zâde Es’ad Efendi ve Moralı-zâde Hamîd efendilerin yardımlarıyla büyütülmüş, ancak içine düştüğü üzüntülü durumlar ve geçim derdi onu genç yaşlarda içkiye düşürmüş, biraz da bu yüzden eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.
Gittikçe hayatından bezen genç İzzet, sonunda intihara karar vererek yanına bir şişe rakı alır ve düşüncesini gerçekleştireceği Göksu’ya gitmek üzere Bahçekapısı’ndan bir kayığa biner. Kayık Kuruçeşme sahillerinden ilerlerken, o sırada yalısının penceresinde Sâhib Dîvânı’m incelerken çözemediği bir meseleyi kendisine soran Hançerli Beğ’in sorusuna doyurucu bir cevan verir.
Eflâki
Tarih: 8 Ağustos 2012 | Bölüm: E | Yorumlar: Yorum yok.
Tasavvuf edebiyatının ünlü kişilerinden olan Eflâkî’nin asıl adı Ahmed olup daha çok Eflâkî nisbesiyle tanınmıştır. Büyük bir ihtimalle bir astronomi âliminden ders alıp gözlemle uğraştığı için kendisine Eflâkî nisbesinin verildiği tahmin edilmektedir. Ayrıca Mevlânâ‘nın torunu Ulu Arif Çelebi’ye intisabından dolayı hakkında Arifi nisbesi de kullanılmıştır.
Altınordu Devleti sınırları içerisinde doğan Eflâkî, büyük ihtimalle tahsiline burada başlamış, daha sonra devrin önemli kültür merkezlerinden olan Konya’ya gelerek burada Sirâceddin Mesnevîhan, Abdülmü’min-i Tokadı ve Nizameddîn-i Erzincânî’den ders almıştır. 761/1360’ta ölmüştür.
Menâkıbu’l-ârifîn Eflâkî’nin en önemli eseri olup şeyhi Ulu Arif Çelebi‘nin isteği üzerine otuz altı yılda Farsça olarak kaleme alınmıştır. Özellikle Mevlevîlik tarihi açısından önemli olan eserde, başta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî olmak üzere diğer Mevlevi büyükleri ve Mevlevi tarikatı hakkında bilgiler verilmektedir. Ayrıca eser Anadolu’nun XII1-XIV yüzyıllardaki dinî, tarihî, sosyal ve kültürel yapısı hakkında önemli bilgileri bünyesinde barındırması bakımından oldukça önemlidir.
Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri
Tarih: 13 Aralık 2011 | Bölüm: Divan Edebiyatı | Yorumlar: 1 Yorum var.
Ölçüsü ve uyağı olan söz ya da yazıya “manzum” ya da “manzume” denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama birkaçı daha yaygın olarak kullanılmıştır.
Biçimlerine Göre: Uyak, beyit, mısra, bend, mesnevî, kasîde, gazel, rubaî, musammat, terkib-i bend, müsemmem, tuyuğ, tahmis, tardiye, taşdir, tesdis, teşbiye, taşir, tezmin, muaşşer, muhammes, murabba, müseddes, müstezat, şarkı
Konularına Göre: Din dışı: Bahariye, Cevreviye, Fahriye, Mersiye, Mehdiye, Gazavatnâme, Sahilnâme, Sakînâme, Kıyafetnâme, Surnâme, Hamamnâme, Şehrengiz, Hicviye, Hezliyat, Tarih Düşürme, Muamma, Lûgaz, Dariye, Rahşiye
Dinî: Tevhid, Münacat, Na’at, Makte’l-İ Hüseyin, Miraciye, Hilye, Mevlid, Kırk Hadis, Menkıbe, Kıssa
Mesnevi / Mevlana Celaleddin-i Rumi
Tarih: 9 Aralık 2011 | Bölüm: Mevlana | Yorumlar: 1 Yorum var.
Mesnevi yahut diğer adıyla Mesnevî-i Manevî Mevlânâ‘ın en çok okunan ve hayranlık uyandıran 6 ciltlik eseri olup, mesnevî nazım şekliyle yazıldığı için bu adı almıştır. Şimdi de mesnevi denildiği zaman akla hemen bu eser gelmektedir. Mevlânâ, Mesnevi-yi yazmaya, Hüsameddin Çelebi’nin, kendisinden Senâ’î’nin Hadîka’sı veya Attâr’ın Maniıku’t-tayr’ı vezninde, irfan sırlarını, tarikat usullerini açıklayan bir eser nazmetmesini teşvik ve arzu etmesi üzerine başlamıştır.
Mevlânâ, Hüsameddin Çelebi’nin bu teklifinden önce böyle bir eser yazmayı düşünmüş ve ilk 18 beytini yazmış durumdaydı. Yazmış olduğu bu 18 beyti Hüsameddin Çelebi’ye verdi. Bundan sonraki kısımlar Mevlânâ’nın her yerde, her vesile ile Hüsameddin Çelebi’ye yazdırması suretiyle vücuda gelmiştir. Birinci cilt 657-660/1259-1263 yılları arasında tamamlanmış, uzunca bir aradan sonra 662/1264 tarihinde ikinci cilt yazılmaya başlanmış ve hiç ara verilmeden bütün eser Mevlânâ’nın ölümüne (672/1273 tarihine) yakın bir zamanda tamamlanmıştır.
Mesnevî’nm üslûbu son derece alçıcıdır. Beyitler büyük bir sür’at Ve heyecan içinde yazılmış olduğundan fazla özenilip işlenmemiştir. Sonraki müsten-sihler bazı üslûp ve özellikle vezin aksaklıklarını düzeltmişlerdir. Mevlânâ didaktik bir eser olan Mesnevî’de, belirli bir plana göre hareket etmemiştir. Herhangi bir münasebetle bir hikâyeyi anlatırken, çok kuvvetli olan tedai kabiliyetiyle başka bir hikâyeyi hatırlamış; o hikâye, kendisini dinî, insanî konulara sürüklemiş, derken bir başka hikâyeyi, bir başka olayı hatırlayıp onu anlatmaya başlamıştır. Bu şekilde devam ederken tekrar ilk hikâyeye dönüp onu bitirmiştir. Onun bu üslûbu aynı zamanda eseri okuyanları meraklandırıcı ve sürükleyici bir etki oluşturur.