Durduramadığın Zamana Tutunmak
Tarih: 14 Ağustos 2011 | Bölüm: Edebiyat, Felsefe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Baharın özlemle beklendiği bir şubat akşamıydı ve dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Pars Bey, pencerenin altında sıcaktan pul pul olmuş kalorifer peteğine sandalyesini yanaştırmış, dışarıdaki hüzünlü manzarayı izliyordu. Çok kasvetli bir havaydı bu Pars Bey için. Dışarıya baktıkça içi sıkılıyor, bir an önce kafasını camdan çekip başka şeylerle meşgul olmak istiyordu. Bir an gözü penceredeki buğulanmış kısma takıldı ve ne zamandır oraya yazı yazmak gibi bir çocukluk yapmadığı aklına geldi. Bu bir çocukluk muydu? Bir zamanlar sevgilisinin adını veya ülküsünü dokuduğu pencereye şimdi ne yazabilirdi ki?
Bu düşünceleri bir yana atıp, tekrar manzarayı izlemeye başladı. Gökyüzünde bulutlar durmaksızın birikiyor, yağmur hızını kesmeden devam ediyordu. Pencerenin hemen önünden parlayarak geçen yağmur taneleri, bir ışık hüzmesi gibi toprağa ulaşıyordu. Birbirine çarpmadan, sırayla bir görevi yerine getirirmişçesine hızla toprağa düşen tanecikleri gözleriyle takip etmeye başladı Pars Bey. Sonra bu kasvetli havaların yansıması olarak, yine geçen zamanı düşünmeye başladı. Düşen her yağmur tanesi, sanki kum saatinde akan bir kum tanesi olmuştu o anda. İçi sızlamaya başladı, yine aynı çaresizliği yaşayacağını şimdiden hissediyordu. Fakat bunları düşünmekten alamıyordu kendini.
Yağmur, yavaş yavaş şiddetini yitiriyordu; fakat Pars Bey’in yüreği geçen zamanı düşünerek sıkılmaya başlamıştı. Sanki gökteki kara bulutlar, Pars Bey’in yüreğine inmiş, orada bir fırtına koparacak sessizliği yaşıyordu. Pars Bey camın ötesine dalıp kalan gözlerini, zorlukla da olsa evin içine doğru çekti. Masanın üzerinde, az önce içmek için doldurduğu çay bardağını gördü. Elini bardağa uzattığında, çayın buz gibi olduğunu fark etti ve geçen zamanın boşluğunu düşünürken, yine zaman kaybettiğini fark etti. Üzüldü; ama bu kez çabuk toparladı kendini.
Çayını tazelemek için mutfağa semavere yönelirken, bu sabah başladığı kitaptaki kavramlar belirdi usunda. Yürürken, sanki keşfe çıkmış bir astronot gibi gördüğü her nesne için “nasıl, neden, ne zaman” gibi soruları arka arkaya soruyordu kendine. Yok yok, belki de gözlerini dünyaya açan bir bebek gibi gördüğü her şeyi yorumluyordu kafasında. Çayını aldıktan sonra, yarım kalan kitabını bitirme isteğiyle tekrar sıcak sandalyeye oturdu. Otururken bacağında hissettiği ağrı, ona yaşlandığını hatırlatır gibiydi. Öyle ya, saçlarına da yağmur taneleri gibi hızla aklar düşüyordu.
Kitap Telif Ücretleri
Tarih: 12 Ağustos 2011 | Bölüm: Benim Kalemimden, Kitap | Yorumlar: 51 Yorum var.
Bir kitap yazmak, gerçekten çok zahmetli ve yoğun bir süreci gerektiriyor. Elbette öyle baştan savma bir kitap yazmak değil, ciddi ve bilimsel bir esere imza atmaktan bahsediyorum. Bir kitabı yazdıktan sonra, yayınevi bulma ve o yayınevi ile telif konusunda anlaşma sürecinde olanlar için yararlı birkaç bilgi vereceğim.
Öncelikle “telif” ne demektir, onunla başlamak gerekir. TDK şöyle tanımlamaktadır: Bir fikir veya sanat eserini yaratan kişinin, bu eserden doğan haklarının hepsi, telif, yazar hakkı, röyalti.
Kitap telif ücretleri, iki şekilde hesaplanmaktadır. Bunlardan birincisi, yazdığınız eserin tüm haklarını yayınevine devretmek koşuluyla olmaktadır. Diğeri ise, eserin hakları sizde saklı kalmak koşuluyla, yayınevinden kitabınızı basmaları karşılığında alacağını telif ücretidir. Birinci yöntemde, yani kitabın tüm haklarını yaynevine devretmeniz durumunda alacağınız telif ücreti, yayınevinin kitabınıza verdiği değerle paraleldir. Yani eğer çok mükemmel bir kitap yazmışsanız ve yayınevi bu kitabı çok sevip, yüz binlerce satabileceğini düşünüyorsa, ona karşılık size aklınızdan geçmeyecek telif ücreti teklif edebilir. Veya sırf basmak için basılaca bir kitap yazmışsanız, çok düşük telif ücretleri teklifi alabilirsiniz.