50 Yıl Sonra Hüseyin Namık Orkun
Tarih: 29 Kasım 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar | Yorumlar: Yorum yok.
Bana hayatımda kimse, Hüseyin Namık Orkun şöyle bir insandır, eserlerini oku ve tanı demedi? Nerede, ne şekilde onun kitaplarından bazılarını bulup okudum, net bir şekilde hiç hatırlayamıyorum. Fakat tahminim, onun kitaplarından bazılarını, sahaflardan bulmuş olmalıyım. Örneğin; “Yeryüzünde Türkler” adlı kitabını bir solukta okumuştum.
H. N. Orkun adı, size neyi hatırlatmaktadır? Bu isim, kaç Türk milliyetçisinin hatıralarında çağrışım yapabilir? Yüzde birinin mi? Binde birinin mi? Yoksa on binde birinin mi aklında bu isim bulunabilir? H. N. Orkun’u ben hiç görmedim, hiçbir yerde ortak pilatformda bulunma imkanına da sahip olmadım. Çünkü, zamanın farklı kesitlerinde dünyaya gelmiştik. O giderken, bizler gelecektik. Onunla bağlantım, düşünce ve yazılarındaki, görev ve hedef anlayışındaki ortak noktaları tespit etmemle mümkün olmuştur.
Bana hayatımda kimse, Hüseyin Namık Orkun şöyle bir insandır, eserlerini oku ve tanı demedi? Nerede, ne şekilde onun kitaplarından bazılarını bulup okudum, net bir şekilde hiç hatırlayamıyorum. Fakat tahminim, onun kitaplarından bazılarını, sahaflardan bulmuş olmalıyım. Örneğin; “Yeryüzünde Türkler” adlı kitabını bir solukta okumuştum. Gerçi öz olarak, Türk dünyasının günümüzden altmış- yetmiş yıl önceki kompozisyonunu çizmiş olan bu kitabın içerik bilgileri, elbette daha sonraki yıllarda da, başkaları tarafından çok daha geliştirilmiştir. Fakat benim bu konuya yönelik olarak ilk tat aldığım eserlerden birisi, H. N. Orkun Bey’inkiydi. Sonraları Hüseyin Namık Bey’i tanımaya ve yazılarındaki düşüncelerini de anlamaya gayret ettim.
Bana göre, Hüseyin Namık Bey, hayatındaki hedef noktasını ve tüm yaşamını, Türk milliyetçiliği üzerinde oturtmuştu. O soyadına varıncaya kadar, bu duyguyu özünde yaşıyordu. Onun hayatında, işinde ve gücünde bu duygu, hep yüksekten seyrediyordu. O eserlerinde bunu hissederken, o yıllardaki öğretmenlik hayatında da, bunu yaşamakta ve de yaşatmaktaydı. Buna en iyi örneklerden birisini, Ankara’da bulunan Polis Kolejinde Tarih derslerinde vermekteydi. Nitekim bu olaya şahit olan öğrencilerinden birisi, onu şöyle anlatmıştır:
Ziya Gökalp
Tarih: 28 Kasım 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar, Türk Uluları | Yorumlar: 10 Yorum var.
Ziya Gökalp, 23 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Kendisine, babasının isteği üzerine Mehmet Ziya ismi verilmiştir. Babası, Vilayet Evrak Memuru Mehmet Tevfik Efendi (1851-1890), annesi Zeliha Hanım’dır (1856-1923). İlköğrenimini 1883 yazında kayıt yaptırdığı Mercimekörtmesi Mahalle Mektebi’nde tamamlamıştır. Hürriyetle ilgili ilk fikirlerini ise 1886 yılında girdiği Mektebi Rüştiye-i Askeriye’de (Askeri Lise) hocası Kolağası İsmail Hakkı Bey’den edinmiştir. 1890 yılında amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den dersler almaya başlayan Gökalp, 1891 yılında ikinci sınıftan kayıt yaptırarak İdadi-i Mülkiye’ye başlamıştır. 1893 yılında öğretmeni Doktor Yogi’den felsefe dersleri, Maarif Müdürlüğü ve İdadi’de (orta öğretim) tarih öğretmenliği yapan Mehmet Ali Ayni’den ise tarih dersleri almıştır.
Ziya Gökalp, Mehmet Ali Ayni’den gördüğü derslerde tarihin nasıl muhakeme edileceğini öğrenmiştir. Fakat İdadi’nin 7 yıla çıkartılması üzerine Gökalp, buradan ayrılmıştır. Toplumun yaşadığı sıkıntıların üzerinde bıraktığı izlerin yanı sıra, ekonomik olanaksızlıklar yüzünden İstanbul’da öğrenimine devam edememesi ve ailesinin evlilik baskıları gibi nedenler Ziya Gökalp’ı bunalıma sürükleyince, 1894 yılında intihar girişiminde bulunmuştur. Hilmi Ziya Ülken, Gökalp’ın intihar sebebi olarak, Hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ile ailesinden aldığı dini muhafazakâr eğitim arasında yaşadığı çatışmayı göstermektedir.
İntihar olayından sonra kendini tekrar okumaya ve bilime veren Gökalp, eğitimine devam etme isteğiyle 1895 yılında kardeşi ile birlikte yeniden İstanbul’a gelmiştir. Fakat parası olmadığı için ancak ücretsiz olan Veteriner Mektebine kayıt yaptırabilmiştir. Gökalp, İstanbul’da bulunduğu bu dönemde Batı kültürünü de tanımaya yönelmiştir. Okulda yasak yayınları okuması ve farklı çıkışları ile dikkati çeken Gökalp, 1899 yılında geçirdiği soruşturmanın ardından ‘yasak kitapları okuma ve zararlı derneklere üye olma’ gerekçesiyle cezaevine gönderilmiştir. 12 aylık cezaevi yaşamından sonra, okuldan da uzaklaştırılarak Diyarbakır’a sürülmüştür.
Cümle Bozuklukları
Tarih: 26 Kasım 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: Yorum yok.
Cümledeki belli başlı hata ve kusurlar, cümlenin yapısı ile ilgili bulunmayan; seslere, kelimelere ve kelime gruplanna ait olan genel anlatım bozukluktan kaynaklanmaktadır. Doğrudan doğruya cümlenin yapısını bozan anlatım bozuklukları ise “cümle bozuklukları” adını verdiğimiz bu başlık altında ele alınacaktır.
Cümle bozukluklarına yol açan esas sebep, cümleyi meydana getiren unsurların söz dizimi kurallarına aykırı olarak kullanılmasıdır. Buna “telif zayıflığı” denir. Cümle bozuklukları (telif zayıflığı) başlıca dört şekilde ortaya çıkar.
1. Eksiklik:
Cümlede herhangi bir unsurun eksik olmasıdır. Bazı örnekler ve eksiklikler aşağıda gösterilmiştir.
“Bu, kararlı, dediklerini öylesine ödünsüz uygulayabilen bir başkan görüntüsü olmalıdır ki, ABD’nin uzun süredir dünya çapında bir ‘Önderlik bunalımı’ geçirdiği kuşkusu içindeki Amerikan seçmeni en sonunda aradığı lidere kavuştuğuna inanç getirsin.” Cümlede “kararlı” dan önce “öylesine” kelimesi bulunmalıydı.
“2 – 6 yaş arasındaki dönemin dil gelişiminin en yoğun olduğu yıllar olduğu gozönüne alındığında; özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesinde okul öncesi eğitim kurumlarının önemi daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.” Cümlede “özellikleri” kelimesinden önce “dilin” kelimesi bulunmalıydı.
“O maddede, çok güç karşı karşıya kalacaktır.” Cümlede “bir” kelimesi eksiktir. “Çok” kelimesinin “birçok” olması gerekirdi.
“Johnson, eşine İyi bakması için Mevhibe İnönü’den ricada bulundu.” Cümlede eksiklik bulunduğu için Mevhide İnönü’nün kendi eşine mi, Johnson’un eşine mi iyi bakacağı belli olmamaktadır.
“Dogmaların, öğretilere kesin yenildiği bir çağda yaşıyoruz.”
“Kesin” kelimesi zarf olarak kullanılamaz, “kesin olarak” denmesi gerekir. Tahminî rakam ve ortalamalar verilirken kullanılan “yaklaşık” kelimesi de eksiktir; “yaklaşık olarak” denmelidir. İsim cümlelerinde “-dir” bildirme ekinin hiç kullanılmaması da eksikliktir.
Garabet Nedir? / Dilde Tuhaflık
Tarih: 22 Kasım 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: Yorum yok.
Alışılmamış olan ve anlamı herkesçe bilinmeyen kelimelerin kullanılmasına garabet denir. Böyle kelimelere “garip” veya “vahşi” adı verilir. Çeşitli bilim dallarına ve mesleklere ait olup günlük dilde kullanılmayan özel terimler “garip” sayılmaz. Ancak bunlar arasında da ilgili alanın mensupları tarafından bilinmeyenler garabet’e örnek teşkil ederler.
Garabet, bilgiçlik taslamak, aydın görünmek, kendini belli bir zümreye ait göstermek ve taklit gibi sebeplerden doğar. Başlıca çeşitleri şunlardır:
a) Yeni ortaya atılan, fakat manası herkesçe tam olarak öğrenilmemiş ve benimsenmemiş kelimeleri kullanmak (neolojizm): aşama (merhale), olanak (imkân), olasılık (ihtimal), karşın (rağmen), oylum (hacim), başat (hâkim), aktöre (ahlâk), gömüt (mezar), kurtak (montaj).
Yukarıdaki kelimelerden birincisi, “aşama aşama” örneğinde “derece” yerine, “bu aşamada” örneğinde “safha” yerine, “aşama yapmak” örneğinde “hamle” yerine, “iki aşamalı sınav” örneğinde “kademe, basamak” yerine kullanılmaktadır. Bu farklı kullanılışlar, kelimenin manasının herkesçe tam olarak öğrenilmemiş olduğunu gösterir. “Olanak” ile ”olasılık” kelimeleri sık sık kanştırılmaktadır. Meselâ Tübitak’ın 19 Kasım 1974 tarih ve 14 / 15946 sayılı yazısında geçen “…bizler de sizlerin …çalışmalarınızı olanaklarımız içinde Türkiye ve tüm dünya araştırıcılarına zamanında duyurma olasılığını bulur ve sağlanz” cümlesindeki “olasılık” kelimesi “imkân” yerine kullanılmıştır. Hâlbuki bu kelime “ihtimal” yerine çıkanlmıştır.