Kültür Nedir? / Tanımı ve Açıklaması
Tarih: 6 Ocak 2012 | Bölüm: Kültür | Yorumlar: 8 Yorum var.
Dilimizde kültür kelimesi, sözlük anlamı ile biribirinden farklı birkaç kavrama karşılık olarak kullanılmaktadır. Bunlardan biri Lâtince çukura kelimesinin “toprağı ekip biçme, verimlendirme” anlamındaki asıl kullanılışına paralel olan anlamıdır. Tarım, tıp ve bitki bilimi (botanik) alanlarında üretme, yetiştirme ve çoğaltma çalışmalarını ifade eder. Bakteri kültürleri, kültür bitkileri vb. örneklerde görüldüğü gibi, uygun biyoloji şartlarında bir mikrobu, bir bakteri türünü veya bir bitkiyi üretme anlamına gelir.
Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütününe kültür denir. Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır.
Kültür sözü, bu anlam dışında bir kimsenin herhangi bir alandaki bilgisini veya genel bilgi düzeyini göstermek için de kullanılır: Geniş tarih kültürüne sahip bir komutan; kültürlü insan; kültürsüz adam gibi. Bunun anlamca daha kapsamlı olanı, eğitim – öğretim ve tecrübe yoluyla edinilen yüksek bilgi ve zevk düzeyini, aydın yaşayış tarzını anlatır. Kültürlü aile, kültürlü çevre gibi.
Kelimenin bu son iki anlamı ile ilgili bir diğer anlamı da kültür kuruluşları, kültür faaliyetleri örneklerinde görüldüğü üzere, her türlü fikir ve özellikle sanat faaliyetlerini duygu, düşünce ve zevk alanlarındaki bilgi ve değerleri ifade etmesidir. Ancak, bizim burada konumuz dolayısıyla üzerinde durduğumuz kültür, yukarıda belirtilenlerden farklıdır. Daha önce işaret edildiği gibi, toplumda sosyal akrabalık bağını kuran değerler anlamındadır. Bu yönü ile bir toplumu millet hâline getiren ve milletten millete değişen değerler bütünü demektir. Genel kültür ile millî kültür arasındaki fark da bu nitelik ayrılığına dayanır.
Necati Bey
Tarih: 2 Ocak 2012 | Bölüm: N | Yorumlar: 2 Yorum var.
Ahmed Paşa’dan sonra bu asırda yetişen en büyük şair Necâtî Bey’dir. Asıl adı îsâ, bir rivayete göre de, Nuh’tur. Latîfî onun Edirne’de Sâ’ilî namında bir şairin, Âşık Çelebi ise Edirneli bir kadının kölesi ve oğulluğu olduğunu bildirir. Bundan dolayı; babasının adı kaynaklarda Abdullah olarak zikredilmektedir. Dolayısıyla Necâtî’nin çocukluk ve gençlik yıllarının önemli bir kısmı bu şehirde geçmiş bir devşirme veya yetim olduğu kuvvetli bir ihtimaldir. Latîfî ve dedesi Mîrî Çelebi’den rivayetle Kınalı-zâde Hasan Çelebi, onun Kastamonu’da şöhret bulduğunu öne sürerler.
Kastamonu’ya hangi sebeple gittiği bilinmeyen Necâtî Bey’in burada hattatlık ile uğraştığı ileri sürülmektedir. Necâtî Bey, Fâtih döneminde İstanbul’a gelerek sultana bir “şitâiyye” ve ardından gelen baharda da bir “bahâriyye” sunarak Fâtih’in hayranlığını kazanmış ve ona divan kâtibi olmuştur. Necâtî Bey’in asıl şöhret kazandığı ve takdir gördüğü dönem II. Bâyezîd dönemine rastlar. Bizzat Sultan Bâyezîd tarafından korunan şair, sultana 8 kasîde sunmuştur. Necâtî Bey, daha sonra Şehzade Cem‘in yerine Karaman valiliğine getirilen Bâyezîd’in büyük oğlu Abdullah’ın yanına divan kâtibi olarak Konya’ya gönderilmiş, onun 1483’te ölümü üzerine ardından yazdığı yedi bentlik mersiye ile ona olan bağlılığının samimiyetini göstermiştir.
Necâtî, İstanbul’da yüksek devlet mensuplarına kasîdeler sunarak geçen yaklaşık yirmi yıllık bir zamandan sonra, 1504’te Manisa sancağına çıkarılan Şehzade Mahmud’un yanına nişancı olarak gönderildi. Kendisinin “beğ“lik sıfatını bu vazifesinden dolayı kazandığı tahmin edilmektedir. O güne kadar hayatı sıkıntı ile geçtiği anlaşılan şair, bu vazife ile kısmen refaha kavuştu. Şehzadenin maiyetinde zamanın önde gelen şairlerinden Tâli’î defterdar, Sun’î ve Şevkî ise divan kâtibi idiler. Şâirin bu şehzadeye yazılmış yedi kasîdesi ve 1507’de ölümü üzerine kaleme aldığı yedi bentlik mersiyesinden, onun himayesinden çok memnun kaldığı anlaşılmaktadır.