Anı (Hatıra) Türünün Özellikleri
Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri
Tarih: 1 Ekim 2011 | Bölüm: Anı (Hatıra) | Yorumlar: Yorum yok.
Bilim, sanat, politika alanında ün yapmış kişilerin başlarından geçen önemli olayları yahut yaşadıkları dönemin önemli olduğunu düşündükleri özelliklerini gözlemlerine ve bilgilerine dayanarak anlattıkları edebi türdür. Anı’nın eski karşılığı ‘hatıra’dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlerdir.
Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.
Anılarda insan hayatının tamamının eksiksiz olarak yazılması şart değildir. Zaman süreci olarak hayatın tamamını içine alabileceği gibi bir bölümünü bir zaman dilimini yahut bir olayın geçtiği zaman sürecini içine alabilir.
Anıya konu olan olaylar ve kişiler gerçek olduğu için yazar bunları değiştiremez.Ancak anıyı sıkıcı bir anlatımdan yüzde yüz objektiflikten ve belgesel bir kimlikten kurtarmak için araya yeri geldikçe izlenime dayalı yorumlar da katmak gerekir.Bunu yaparken yapmacığa kaçmadan geçmişe ait hatırlananlar kişisellik niteliğini korumak şartıyla olabildiğince yansız ve içten anlatılmalıdır. Bütün bu özelliğiyle anı türü eleştiriden biyografiye, romandan şiire kadar pek çok türe kaynaklık eder.
Batı Edebiyatında Anı (Hatıra) Türü
Tarih: 1 Ekim 2011 | Bölüm: Anı (Hatıra) | Yorumlar: 1 Yorum var.
Edebiyat türü olarak anının başlangıcı ilk çağlara kadar dayanır. Birçok araştırmacı, ilk yazan olarak Kseneohon’u kabul eder. Milattan önce II. yüzyılda Romalıların da anı türünde eser yazdıkları görülmüştür. Buyurgan Silla’nın anıları bunlardan biridir. 13. ve 14.yüzyılda bazı tarih olaylarını saptayan kitaplar da anı türünde kabul edilmişlerdir. Bu tür kitaplarda genellikle savaşlardan söz edilir. Anı, Ortaçağ ve Rönesans boyunca Avrupa’da gittikçe gelişen bir tür haline gelir. Söz konusu dönemlerde Avrupa’da yazılan anı kitaplarında, ya savaşlardan ya da saray hayatından söz edildiği görülmektedir.
17. yüzyılda sayısı artan anıların roman biçiminde yazılmaya başlandığı göze çarpar, Antoine Hamilton’un (1646-1720) Gramont Kontu’nun Anıları, Daniel Defoe’nun (1660-1731) Bir Atlının Anıları, Fluabert’in (1821-1880) Bir Delinin Anıları, Dostoyevski’nin (1822-1881) Yer Altında Yazılan Anılarroman biçimindeki anılara örnek olarak verilebilir.
18. yüzyıldan itibaren ise anıların öz yaşam öyküsü niteliğinde olduğu dikkat çeker. Rousseau’nun İtiraflar adlı kitabı. Öz yaşam öyküsü özelliği gösteren anı türüne bir örnektir. Goldoni’nin İyiliksever Somurtkan adlı eseri de aynı özelliktedir. Aynı yüzyılda, keyifle okunan anı kitapları da yazılır. Voltaire’nin Edward Gibbon’un anıları da bu türdendir. Goethe’nin Şiir ve Gerçek adında yayınlanan anı kitabı da anı türünde yazılmış Önemli bir eserdir.
Türk Edebiyatında Anı (Hatıra) Türü
Tarih: 1 Ekim 2011 | Bölüm: Anı (Hatıra) | Yorumlar: 1 Yorum var.
Arapçada “hatır“, “gönül” anlamlanna gelen “hatıra” sözcüğü günümüzde “anı” olarak kullanılmaktadır. Arapçada “anma” anlamına da gelebilecek olan “zikr” kökünden türemiş olan “tezkire” veya “tezakir” sözcükleri de eskiden anının karşılığı olarak kullanılmıştır. Tercüme-i hâl, şerh-i hâl gibi türler, öz yaşam öyküsü olarak eski edebiyatta anı ile iç içe girmiştir.
Doğuda anı yazarlarının hayatları, toplum tarafından örnek alındığından, anıların didaktik bir yönü vardır. Anı, bizim kültürümüze Tanzimat’la birlikte batıdan gelen bir türdür. Ancak Tanzimat’tan önceki dönemlerde şuara tezkireleri, vakayinameler, menakıpnameler gazavatnameler anının yerine kullanılmıştır. Bazı şairlerin mesnevileri de anı türünün karşılığı olarak nitelendirilebilir. Örnek olarak Keçecizade İzzet Molla’nın Mihnet-Keşan adlı eseri verilebilir.
17. yüzyılda Kâtip Çelebi Mizanü ‘l-Hakk, Cihan-nüma, Keşfii ‘z-Zünun gibi eserlerinde sırası geldikçe öz yaşam öyküsünden ve anılarından söz etmiştir. Aynı yüzyılda Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si de anı türünde bir eser olarak değerlendirilebilir.
II. Mahmut devrinin tanınmış kişilerinden olan Sahaflar Şeyhizade Mehmet Esad Efendi, eski nesir tarzında yazdığı ve Yeniçerilerin kaldırılışını anlatan Üss-ı Zafer adlı eseri ile anı türünün Osmanlı tarihindeki örneklerinden birini verir.
Anı (Hatıra) Örnekleri
Tarih: 1 Ekim 2011 | Bölüm: Anı (Hatıra) | Yorumlar: 21 Yorum var.
ÖRNEK 1:
Uzak, Yakın, Bölük, Pörçük Anılar’dan Geldi Olayı
Köpekleri oldum bittim çok severim. Kedilerle başım pek hoş değil. Köpekle dost olmak ne denli kolaysa, kediyle dost olmak o denli güçtür, öyle köpek gibi alçakgönüllü değildir, okşanıp sevilmek ister, ama uzun boylu sürdürmez dostluğunu. Köpekse tam tersi, bir kez sevmeye görsün, her koşulda dosttur, insanı düş kırıklığına uğratmaz. Çocukluğumda çok köpekle rastlaştım. Çoban köpeklerine pek yaklaşmazdım, yarı korku, yarı çekingenlikle.
Yıl 1936 olmalı. Beşiktaş Abbasağa yokuşundaydı, küçük bahçeli iki katlı evimiz. Bir gün kapı önünde oyalanırken, kara kıvırcık tüylü, orta boy bir köpek yanaştı bir tanıdık edasıyla. İlkten sürtüştük birbirimize, sonra iki ayağını omzuma geçirip, yüzümü yalamaya başladı. Bir ev köpeğiydi besbelli. Yolunu şaşırmış olmalıydı. Ama hiç de gideceğe benzemiyordu, içeri aldım, evin havuzlu küçük bahçesinde konuk ettim hep sırnaşa koklaşa.
Ertesi sabah erkenden uyanmıştı, iyi günler demeye getirip okşamaya başladım. Alışık görünüyordu sabah merhabasına. Sonra evdekilerle, annemle, kardeşlerimle merhabalaştı.
Yıllardır yanımızdaymış gibi davranıyordu. Adını “Geldi” koyduk. Gerçekten Geldiydi. Adına hemen alışıverdi. Günler geçtikçe Geldi ev halkına alışıyordu; yitirdiği evini, dostlarını bulmuş gibiydi. Geldi zamanla komşuların da sevgilisi olmuştu.