Milliyetçilik İlkesi
Tarih: 27 Haziran 2013 | Bölüm: Atatürk | Yorumlar: 9 Yorum var.
Ulus kelimesi bugün millet kelimesi ile eşanlamda kullanılmaktadır. Millet, tarihi ve sosyolojik bakımdan bir aşamaya ulaşmış, belirli nitelik ve şartları olan bir topluluktur. Milletin temelini, vatan ve bu vatandaki maddî ve manevî kıymet kaynakları oluşturur.
Millet bu vatan üzerinde aynı dille, aynı duygu ile bir kültür birliği kuran halk kitlesidir. Vatan birliği yanı sıra dil, kültür ve ülkü birliğinin önemli rolü ve yeri vardır. Dil birliği milletin oluşmasında en büyük rolü oynar. Atatürk’e göre millet “dil, kültür ve mefkûre (ülkü) birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimaî (sosyal) heyettir.” Atatürk, milletin yapıcı unsuru olarak Türk diline büyük önem ve değer verir. Ona göre “Türk Dili Türk Milletinin kalbidir, zihnidir.”
Devrimle yeni anlam ve değer kazanan Türk milliyetçiliği kökünü Türk Tarihinin derinliklerinden, kaynağını milli mücadeleden alan ve Türk Milletinin toplumsal bilincine yerleşmiş bir prensiptir. Yeni Türk Devleti tamamen milliyetçilik temeli üzerinde kurulmuştur.
Türkiye’de demokratikleşme hareketleri Abdülmecit’ten itibaren başlamış, II. Abdülhamit döneminde 1876 ve 1908 meclislerinin açılması ile gelişmişti. Tanzimat ile birlikte belirmeye başlayan milliyetçilik siyasî bir hareket değildi Bilinçli de değildi. Kanûn-i Esâsinin 18.maddesinde yer alan Türkçe’nin resmî dil olması bilinçlenmede önemli etken olmuştur. İkinci Meşrutiyetten itibaren, Türkçülük hareketi siyasî bir fikir akımı olmaktan çok, akıllarda yer alan bir düşünce idi. Bu konudaki çalışmalar İmparatorluğun her köşesinde değil, Türklerin çoğunluk olduğu Anadolu’da gelişmekte idi.
Birinci ve İkinci meşrutiyetlerde meclisler milli değildi. Birinci mecliste 56 Müslüman milletvekiline karşın, 40 Hıristiyan milletvekili vardı. Birinci ve ikinci meşrutiyet Türkçülüğü, batılılaşmayı ya hiç kabul etmemiş ya da şeklen kabul ile, batılılaşmayı uygun bulmuştu.
Menemen Olayı / Kubilay’ın Şehit Edilmesi
Tarih: 29 Mayıs 2013 | Bölüm: Tarih ve Kültür | Yorumlar: Yorum yok.
Menemen Olayı, gerici bir hareket olup din devleti kurulması amacı ile yapılmıştı. Olayın yaratıcıları, Manisa’daki dört günden beri toplandıkları Tatlıcı Mustafa’nın evinde, 6 Aralık 1930’da son defa toplanmışlar, nasıl silâhlanacaklarını hesaplamışlardı. Gece verilen karardan sonra bunların bir kısmı Paşaköy’e gitmişlerdir. Diğerleri arkadan gelecekti. Bozalan köyüne gelen asiler, iki hafta da orada kaldılar. 23 Aralık Salı gecesi yola çıkıyorlar.
24 Aralık 1930’da Derviş Mehmet ve altı arkadaşı, Manisa üzerinden sabaha doğru dağ yolundan yürüyerek Menemen’e varır. Derviş Mehmed Menemen’de ilk gördüğü camiye girer ve oradaki bayrağı alır. Camide namaz kılan on beş kişiyle dışarıdakileri şeriat istemeye çağırır. Hükûmet olayı haber alır almaz Kubilay Bey’in kumandasında bir müfreze gönderir. Kubilay’ın asilere yapmış olduğu uyarı ve nasihatler bir işe yaramaz. Gözü dönmüş asiler tarafından Kubilay şehit edilir.
Hükûmetin yerinde müdahalesiyle ilk olarak Menemen’de şeriat isteriz diye ayaklananlardan 25 kişi, Manisa’da da 13 kişi tutuklanır. Hadisenin Menemen’de değil de Manisa’da hazırlandığı açıktı. Kaçan iki kişi derhal ele geçirilir. 28 Aralık 1930 Pazar günü 7 Nakşibendi şeyhi ile 7 sivil daha tutuklanır. Hükûmet Menemen olayına büyük önem vermiş, gazeteler de bu olaya baş sayfalarında geniş olarak yer vermişlerdir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Fahrettin Paşa bizzat Menemen’e gidip, olayı yerinde incelediler. Bu arada Menemen’de, Hoca Saffet, Balıkesir’de de Şeyh Halil geniş bir fesat çemberi hazırlamakla uğraşıyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, olayın üzerinde titizlikle durmuş ve bunun Cumhuriyeti yıkmayı hedef tutan bir hareket olduğunu belirtmişti. Mustafa Kemal olaydan duyduğu üzüntüyü Erkânı Harbiye Reisi Mareşal Fevzi Paşa’ya bir mektup yazarak duyurmuş ve olayla bizzat ilgilenmişti. Menemen olayının yalnız Manisa ve Menemen’e sirayet etmeyeceği, Türkiye’nin her yerinden bu olayın yaratıcıları olduğunu hesaplayan ve buralardan da bu olayın hazırlanmasına yardım yapıldığını düşünen hükûmet, çalışmalarını buna göre hazırladı. İlk olarak 31 Aralık 1930’dan başlamak üzere Menemen ve Manisa’da bir ay müddetle örf-i idare ilân eden hükûmet yurt çapında çalışmalarına başladı.
İzmir Suikasti Girişimi
Tarih: 26 Mayıs 2013 | Bölüm: Tarih ve Kültür | Yorumlar: 1 Yorum var.
Mustafa Kemal’in muhalif ittihatçıları ve Terakkiperver Fırkası’nın bazı üyeleri Atatürk’ü öldürmek istiyorlardı. Bu işi tertipleyenlerden biri de eski milletvekillerinden Ziya Hurşit ile Kuvâ-yı Milliye komutanlarından Sarı Edip Efe ve arkadaşlarıydı. Mustafa Kemal, 10 Mayıs 1926’da Mersin’e gitmiş ve o bölgede beş gün kaldıktan sonra Ankara’ya dönmüştü.
M. Kemal’in Ankara’dan ayrılışının ertesi günü suikast yapılacağı haberi ve suikastçıların yakalandığı İsmet İnönü’ye telgrafla duyuruldu. Suikast haberi yurdun her yanında üzüntü yarattı. Tutuklamalar yapıldı ve onlar İstiklâl Mahkemesi’ne gönderildiler. İzmir’deki davanın dışında, olayın sorumluları olan terakkiperver üyeleri Ankara’da tutuklandılar.
Suikastın kendi şehirlerinde olmasından üzüntü duyan İzmirlilerin sevgi gösterisinde bulunmaları ve Ata’ya bağlılıklarını göstermeleri üzerine İzmir’de Naim Palas’ın kapısının önüne çıkan Atatürk düşmanların hareketleri inkılâpları önleyemeyecektir demiştir. İstiklâl Mahkemesi Savcısı Necip Ali, İstanbul’da bulunan Meclis Başkanı’na çektiği telgrafta, Millî Meclis’te üyeleri bulunan Terakkiperver Partisi’nin ileri gelenlerinin olayda asıl suçlu olduğunu açıklaması üzerine tutuklamalar Ankara’da da başlamıştı. Mustafa Kemal, 22 Haziran 1926’da millete hitaben yayımladığı bildiride, şahsına yapılan sevgi gösterilerinin, ulusun gizli politik düzenler karşısında ve inkılâplar açısından ne kadar uyanık olduğunu gösterdiğini açıklamakta ve teşekkür etmekteydi.
Türk Savaş Teknikleri
Tarih: 8 Kasım 2012 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Düşman kuvvetleri Türk ordusuna doğru harekete geçtiğinde Türkler, düşmanın ordunun merkezine doğru harekete geçeceğini bildiklerinden, işte tam bu sırada iki kanadın harekete geçmesi emri verilir, böylece plan amacına ulaşırdı. Bu arada düşman kuvvetleri bütün orduyu Türkler üzerine göndermiş bulunduklarından ve arkadan gelebilecek bir başka güç olmadığından savaş alanından çıkamazlardı. Savaş planını uygulamadaki bu disiplin ve kararlılığa rağmen Türkler, her ihtimale karşı geride bir grup asker daha bekletirlerdi.
Ayrıca Türkler, savaş sırasında farklı pusular kurarlardı. Gece, beklenmeyen bir zamanda düşman üzerine hareket etmek Türklerin en önemli savaş stratejisiydi. “Türkler, bu konuda da kendilerini eğittiklerinden onlar hiçbir zaman böyle sürpriz saldırılarla yakalanmazlardı”.
Bir başka “İskit” tarzı savaş stratejisi ise, düşmanın yiyecek ve içecek ihtiyacını sağladığı kaynakları kurutmak ve insan ve hayvanları için kıtlık baş gösterdiğinde düşman üzerine harekete geçmekti. Türkler düşmanlarının en sıkıntılı zamanlarını kollarlar ve bunu fark ettikleri anda hasımları üzerine giderlerdi.
Arap tarihçisi el-Cahız da, Fezaili’l-Etrak adlı eserinde Türklerin askerî özellikleri hakkında elde ettiği bilgileri yazmaktadır. 820’de Arap meclisi, ordu teşkil ederken halifenin orduyu kimlerden oluşturalım sorusuna, İran asıllı elçisi Humeyd’in Türkleri tavsiye ettiği belirtilmektedir.