Mehmet Kaplan’ın Hayatı ve Eserleri
Tarih: 21 Haziran 2014 | Bölüm: M | Yorumlar: 1 Yorum var.
Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın talebesi ve asistanı olarak onun yanında yetişmiş, Yeni Türk Edebiyatı profesörü, düşünür ve kültür adamıdır, Anadolucu milliyetçilerdendir. Kaplan da, Tanpınar gibi; bütün Türk edebiyatının ürünlerini değişik metotlarla incelemiş ve kendisinden sonra gelenlere yeni ufuklar açmıştır. Kaplan, edebiyatçıyı sadece devri ve çevresiyle değil, mizacı ve karakteri ile de inceliyor; dolayısıyla tarihî metodun yanında psikolojik metodu da kullanıyordu. O, aynı zamanda metinlere dayanarak, “edebiyat ile medeniyet arasında bağlantı kurmaya” çalışıyordu. Bu bakımdan o, Türk edebiyatını başlangıçtan bugüne kadar dinamik bir süreç içinde görüyor ve yeni araştırıcılara bunu tavsiye ediyordu. Çünkü Kaplan, Türk milletinin tarih boyunca düşündüğü hayal ettiği ve özlediği her şeyin edebi eserlerde gizlendiğine inanıyordu.
Kaplan da hocası gibi, Türk kültür ve medeniyetini bir bütün olarak ele alıp inceliyordu. Bu vesileyle o, en çok “devlet-kültür-millet” kavramları üzerinde önemle durmuştur. “Devlet” bir organizasyondur ve devletle devamlılığı sağlayan “kültür”dür. Öyleyse, milleti millet yapan esas unsur kültürdür. Kaplan, Türk tarihinin üç ana dönemine ait metinleri incelemekle, bize has değerleri temsil eden ideal insan tiplerini ortaya çıkarmış ve bu “alp”, “gazi”, “velî” tiplerinin değişerek devam ettiklerini de tespit etmiştir. Kaplan, bilimsel mukayeseli edebiyat çalışmaları yapmış ve yaptırmıştır. O, bu mukayesenin bütün İslâm kavimlerinin edebiyatlarına da uygulanabileceğini düşünmüştür.
Kaplan da, Remzi Oğuz gibi, milliyetimizi seçemediğimizi de düşünür. O, buradan milliyetin kaynağına ulaşır: “Vücudumuz nasıl ecdadımızın eseri ise milliyetimiz de coğrafyamızın, tarihimizin ve ırkımızın eseridir.” Ona göre milliyetçi, “mensup olduğu milleti tanıyan, seven ve onu yükseltmeğe çalışan bir insandır.” Milliyetçi, milletinin mesut olmasını ister millet realitesi, şehir, köy, kasabalarla bizi çevirir. Milletin ötesinde insanlık değil başka milletler vardır. Kaplan, milleti ve milliyeti bir şuur olarak kabul eder. Hakiki milliyeti ile Turancıyı ayırır. Turancıyı ütopya peşinde görür. Milliyetçi realisttir. Vatan ve millet realitesinin içinde yaşar, onu görür, değiştirir. Milliyetçilik, sözden çok her gün yapılan, “durmadan yaşanan bir fikirdir.”
Peyami Safa
Tarih: 20 Haziran 2014 | Bölüm: P | Yorumlar: 1 Yorum var.
Peyami Safa, kendi kendini yetiştirmiş bir edebiyatçı fıkra yazarı (köşe yazarı) ve bir düşünürdür. Ruh tahliline dayanan ilk roman yazarı olarak bilinir. “Fatih-Harbiye”, “Cumbadan Rumbaya” gibi romanları Batılılaşmanın getirdiği çatışmaları ve sıkıntıları ele alır. 1933-37’de “Kültür Haftası”nı çıkardı. Felsefe cemiyetinin fikir faaliyetlerine katıldı ve ilk tebliği verdi. 1938’de “Türk İnkılâbına Bakışlar”ı yazarak inkılâbın muhakemesini yaptı ve inkılâplara Kemalizm açısından baktı. Esas milliyetçiliğin Atatürk’le başladığını söyledi. 1951’de aylık “Türk Düşüncesi” dergisini çıkardı. Düşüncelerinde devamlı bir gelişme, yenilenme ve değişim müşahede edilebilir.
Peyami Safa milliyetçidir. Fakat ırkçılığı ve Turancılığı kabul etmez. Tarih ve dil ırkçılığının II. Meşrutiyet’le başladığını söyler. Atatürk inkılâplarının iki esas temelinin; Milliyetçilik ve Medeniyetçilik olduğunu belirtir. Peyami Safa, inkılâpçı olduğunu söyler. İnkılâp, “Değişmek, bir şeyin yerine başka bir şeyin gelmesi” demektir. Devrim ise, sadece yıkılmayı ifade eder, yerine gelecek şeyi ifade etmez. İnkılâbın gayesi, Peyami Safa’ya göre, “devirmek ve yıkmak değil, yıktıktan sonra daha iyisini yaratmaktır. Ben bu manada inkılâpçıyım”. Peyami Safa, münevver bir azınlığın münevver olmayan bir çoğunluğa otorite yoluyla kabul ettirdiği bir inkılâbı, hürriyetle bağdaştıramaz.
O, inkılâbı konusunda bazı meselelerin hallini ister. Meselâ bir inkılâb serbest düşünce yoluyla değil de otorite yoluyla kabul ettirmek en doğru yol mudur? Eğer doğru yol ise münevver olmayan halk inkılâbı tamamen kaybetmiş midir? Eğer etmişse, hürriyetini meselâ irticai ayaklandırmak gibi tehlikeleri var mıdır? Peyami Safa, inkılâp anlayışımızdaki hatalar üzerinde de durur ve gösterdiği hatalı anlayıştan, hakiki inkılâp kendini gösterir.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Tarih: 20 Haziran 2014 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Cumhuriyet döneminde tanınmış, fikir ve sanat adamlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, aynı zamanda önemli bir şair, bir edebiyat tarihçisi ve ilim adamı olarak büyük bir araştırmacıdır. Tanpınar’ın özelliği, eserlerini okuyanlara derinden hitap edebilen bir fikir ve sanat adamı olmasıdır. O, “her meseleyi tarihî bir perspektif içinde düşünmüştür”. O, daima bütüncü bir bakış açısına sahipti. O, şiirlerinde “insan kaderinin derin meselelerini, kainat ile insan varlığı arasındaki münasebeti aşk, ölüm ve sanat konularını” işlemiştir.
Tanpınar, Yahya Kemal’in talebesi olarak, Anadolucu bir milliyetçi, bir kültür milliyetçisidir. Çünkü O, millî varlığı her cephesiyle yaşamaya çalışan ve dünyaya açık olan bir milliyetçidir. Türk tarihini iyi bilir. O’nun “Beş Şehir” adlı araştırma denemesinde Yahya Kemal’in metodunu kullanarak, milletin ruhunu, Anadolu’nun beş tarihi şehrinde, meydana getirdiği eserlerde tespite çalıştığı görülür.
Tanpınar, insana bakarken, insan tariflerinden en çok “Düşünen Saz” tarifini beğenir. Bu tarif, insanın en kudretli ve en zayıf tarafını, kader karşısındaki aczini birleştirir. O diyor ki; “Ruhumuzla, idrakimizle ne kadar büyüğüz ve gene bu yüzden, kaderi yenemediğimiz için ne kadar biçâreyiz.” Tanpınar’a göre, Kant’ın aksine, insan düşüncesi, zaman ve mekanın yaratıcısıdır. Bütün kainat idrakimizde yaşar. O, her şeyi içine attığımız halde zamanın karşısında ne kadar küçük olduğumuza hayret eder ve “kainatın yanında neyiz?” diye sormaktan kendini alamaz.
Yahya Kemal Beyatlı
Tarih: 19 Haziran 2014 | Bölüm: Y | Yorumlar: Yorum yok.
Büyük şair Yahya Kemal, Anadolucu milliyetçilerdendir. Bilindiği gibi (diğer yazarlarımızdan), milliyetçi düşüncede bazen dinin yeri hiç yok, bazen çok az, bazen eşit seviye, bazen de en büyük yeri ve rolü elde eder. Yahya Kemal, Türk’ün Anadolu’yu vatan tuttuktan, yerleştikten sonra büyük bir medeniyeti meydana getirdiğine inanır. Remzi Oğuz metafizik ilhamlarını emir nehiyleri reddederken Yahya Kemal, İslâm’a meftundur. Onu Türklükle bir görür. Ona göre İslâm, Türk milleti ile “tev’emdir” yani ikizdir. Bu din, Allah’ın birliğine dayanan, kitabı Kur’an, Peygamberi Hz. Muhammed olan, “Hürriyet üzerine müesses-kurulu” müminlere yüksek sorumluluk ve bununla uygun yüksek bir ideal verebilen dindir.
Yahya Kemal, bu dinin Türkler üzerindeki tesirini şöyle ifade eder: “İslâm, Türkleri de bu ruh ile coşturmuş ve asırlarca kıt’adan kıt’aya Bedir Muharebesi’ndeki idealin peşinden koşturmuş bir dindir.” O, “En güzel din” olan İslâm’ın bozulmamış şeklini yani ehl-i sünnet Müslümanlığını kabul eder; Şiî Müslümanlığı “Türklüğün o devirlerde karşılaştığı en vahîm tehlike olarak” görmüştür. Yahya Kemal, bu anlayışla Yavuz Selim’i, idealize etmiş, “Selimnâme” diye ayrı bir şiir grubu yazmış, onun erken ölümüne İslâm ve Osmanlı’nın ontolojik oluşumunu, Ezanın (İslâm’ın) dünyaya yayılışını aksatan bir olay olarak hayıflanmıştır:
Sultan Selim-i evveli râm etmeyip ecel
Fethetmeliydi cihanı Ezan-ı Muhammedî.