Divan Edebiyatında Düz Yazı (Nesir)
Tarih: 13 Aralık 2011 | Bölüm: Divan Edebiyatı | Yorumlar: Yorum yok.
Divan, şiire ağırlık veren bir edebiyattır. Düzyazı, ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal metinlerde ve gezi türü eserlerde kullanılmıştır. Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmış eserlerdir.
Süslü düzyazıda (nesirde) hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıcayı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk örneğini, 16. yüzyılda Âşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi’ye gelene kadar sürmüştür.
Mektubat / Mevlana Celaleddin-i Rumi
Tarih: 9 Aralık 2011 | Bölüm: Mevlana | Yorumlar: Yorum yok.
Mektûbât Mevlânâ’nın muhtelif vesilelerle ve ekserisi birisini tavsiye etmek veya birinin derdine derman olmak için kendisi tarafından söylenip yazdırılmış mektuplardan meydana gelmiştir. Bu eser toplam 147 mektuptan oluşmaktadır.
Mevlânâ’nın mektupları ya yoksulları, düşkünleri, zulme uğrayanları, devletlilerden birine tavsiye etmek yahut birisine öğüt vermek için yazılmıştır yahut da kendisine yazılan bir mektuba verilen cevaptır. Kendi işini yaptırmak için yazdığı tek bir mektubu dahi bulunmamaktadır. Ancak tavsiye ettiği kişiyi veya yaptırmak istediği işi tamamıyla benimsemiş ve “bizimdir, oğlumuzdur; bu iş bizim işimizdir” gibi ifadeler kullanmıştır.
Mevlânâ’nın mektuplarında döneminde yazılan ve gönderilen şahsın mevkisine, derecesine göre yazılması gereken, teamül hâline gelmiş olan hitaplara uymadığı ve onları kullanmadığı görülür. Hitaplarında, dualarında, bilhassa, mektup gönderdiği zatın ahlâkına, dinî. insanî karakterine, yoksulları koruyuşuna göre, içinden geldiği gibi hitap etmiştir.
Mesnevi / Mevlana Celaleddin-i Rumi
Tarih: 9 Aralık 2011 | Bölüm: Mevlana | Yorumlar: 1 Yorum var.
Mesnevi yahut diğer adıyla Mesnevî-i Manevî Mevlânâ‘ın en çok okunan ve hayranlık uyandıran 6 ciltlik eseri olup, mesnevî nazım şekliyle yazıldığı için bu adı almıştır. Şimdi de mesnevi denildiği zaman akla hemen bu eser gelmektedir. Mevlânâ, Mesnevi-yi yazmaya, Hüsameddin Çelebi’nin, kendisinden Senâ’î’nin Hadîka’sı veya Attâr’ın Maniıku’t-tayr’ı vezninde, irfan sırlarını, tarikat usullerini açıklayan bir eser nazmetmesini teşvik ve arzu etmesi üzerine başlamıştır.
Mevlânâ, Hüsameddin Çelebi’nin bu teklifinden önce böyle bir eser yazmayı düşünmüş ve ilk 18 beytini yazmış durumdaydı. Yazmış olduğu bu 18 beyti Hüsameddin Çelebi’ye verdi. Bundan sonraki kısımlar Mevlânâ’nın her yerde, her vesile ile Hüsameddin Çelebi’ye yazdırması suretiyle vücuda gelmiştir. Birinci cilt 657-660/1259-1263 yılları arasında tamamlanmış, uzunca bir aradan sonra 662/1264 tarihinde ikinci cilt yazılmaya başlanmış ve hiç ara verilmeden bütün eser Mevlânâ’nın ölümüne (672/1273 tarihine) yakın bir zamanda tamamlanmıştır.
Mesnevî’nm üslûbu son derece alçıcıdır. Beyitler büyük bir sür’at Ve heyecan içinde yazılmış olduğundan fazla özenilip işlenmemiştir. Sonraki müsten-sihler bazı üslûp ve özellikle vezin aksaklıklarını düzeltmişlerdir. Mevlânâ didaktik bir eser olan Mesnevî’de, belirli bir plana göre hareket etmemiştir. Herhangi bir münasebetle bir hikâyeyi anlatırken, çok kuvvetli olan tedai kabiliyetiyle başka bir hikâyeyi hatırlamış; o hikâye, kendisini dinî, insanî konulara sürüklemiş, derken bir başka hikâyeyi, bir başka olayı hatırlayıp onu anlatmaya başlamıştır. Bu şekilde devam ederken tekrar ilk hikâyeye dönüp onu bitirmiştir. Onun bu üslûbu aynı zamanda eseri okuyanları meraklandırıcı ve sürükleyici bir etki oluşturur.
Divan-ı Kebir / Mevlana Celaleddin-i Rumi
Tarih: 9 Aralık 2011 | Bölüm: Mevlana | Yorumlar: Yorum yok.
Dîvân-ı Kebîr onun gazel ve bir kaç da değişik şekildeki şiir ve rubailerini ihtiva eden bir diğer büyük eserdir. Ancak rubaileri ekseriyetle ayrı bir eser hâlinde toplanmıştır. Gazellerinin çoğunun sonunda kendi adını veya mahlasını söyleyeceği yerde, şairlerin usulleri hilafına Şems, Şems-i Tebrîzî isimlerini mahlas olarak kullanmıştır. Bundan dolayı bu divana Dîvân-ı Şems veya Dîvân-ı Şems-i Tebrîzi adi verilmiştir. Çok geniş bir hacme sahip olduğundan Dîvânı Kebîr adı da verilen eser, yukarıda belirttiğimiz gibi şiirlerde Şems ve Şems-i Tebrîzî mahlasları kullanıldığından Külliyât-ı Şems ve Külliyât-ı Şems-i Tebrîzî isimleriyle de bilinmektedir.
Mevlânâ şiirlerinde mahlas olarak sıkça kullandığı Şems ve Şems-i Tebrîzî isimlerinin yanında Hâmûş kelimesini de dikkat çekecek bir çoğunlukta kullanmıştır. Dîvân’ın tamamının incelenmesi sonucunda, 932 gazelde Şems, Şems-i Tebrîzî, Şemsu’1-Hak, Şems-i Dîn gibi Şems’e işaret eden isim ve terkiplerin, 492 gazelde ise Hâmûş kelimesinin mahlas olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Bunlara nispetle az olmakla birlikte bazı gazellerde Selahaddîn-i Zerkûb ve Hüsameddîn Çelebi’nin isimleri de mahlas olarak geçmektedir.
Selahaddîn adının bulunduğu gazel sayısı 54 iken, Hüsameddîn isminin zikredildiği şiir sayısı ise 5’tir. Ancak Mevlânâ’nın şiirlerinde kullandığı bu mahlasların çoğu hitap mahiyetindedir. Mevlânâ’nın Şems ile olan ilgisinden haberi olmayan kimseler, Şems’in Farsça yazılmış gazelleri olduğunu, bu çok değerli beyitleri onun yazdığını sanmışlardır. Hâlbuki Şems şair olarak tanınmamaktadır.