Türklerde Tarih ve Kültüründe “At”
Tarih: 30 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 1 Yorum var.
Türkler, atı hem ekonomik varlık olarak hem de binit ve savaş aracı olarak değerlendiriyorlardı. Eski Türk hayatında atın önemi, ekonomik değerinden çok onun bir savaş aracı olarak kullanılmasından ileri geliyordu. Süvari tekniğini bulan yani ata binen ilk kavim Türklerdir. Başta Çinliler olmak üzere bütün Avrupalı kavimler, ata binmeyi Türklerden öğrenmişlerdir. Eski Türk orduları, büyük ölçüde atlı birliklere dayanıyordu. At, binicisine son derece yüksek hareket, sürat ve manevra üstünlüğü sağlıyordu. Türklerin büyük devletler kurarak, geniş sahalara ve birçok kavme birden hükmedebilmeleri at sayesinde mümkün olabilmiştir. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, Türklerde devlet, at üzerinde kurulmakta ve at üzerinde yönetilmekteydi.
Göçebe Türk’ün günlük hayatında da en çok kullandığı vasıta at idi. Diyebiliriz ki, göçebe Türk’ün hayatının büyük bir kısmı at üzerinde geçmekteydi. Tarihî kayıtlara göre, atlarına âdeta “yapışmış gibi” binen Hun Türkleri, “tabiî ihtiyaçlarını gidermek için dahi atlarından inmezlerdi. At sırtında alış-veriş yaparlar, yerler içerler; hatta atın ince boynuna sarılarak uyuyabilirler ve güzel rüyalar görürlerdi. At sırtında istişare etmek suretiyle önemli kararlar verirlerdi”.
Türkler, çok kısa mesafeyi bile yürümeye üşenirlerdi. Çadırın önünde daima koşumlu bir iki at bulunurdu. Bu durum, konar-göçer hayat tarzlarını son zamanlara kadar devam ettiren Orta Asya Türklerinde aynen korunmuştur. Çocuklar da çok küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi öğrenirlerdi. Üç-dört yaşındaki çocuklar için özel eyer takımları bile vardı. Daha da önemlisi, anasının yardımından yeni kurtularak ayakta durabilen bir Hun çocuğunun yanı başında eyerlenmiş bir ata rast gelmek mümkündü.
Eski Türklerde yetişkin hayvanlara genellikle “at”, “yund”, “göçüt” gibi isimler verilmekteydi. Bu isimler arasında en çok “at” ismi kullanılmaktaydı. Öte yandan, günümüzde olduğu gibi, eskiden de hayvanın yavrusuna “kulun”, bir veya iki yaşına ulaşmış hayvan yavrusuna da, “tay” denmekteydi. Tay, üç yaşından itibaren, dişi ise doğuracak, erkek ise binilecek duruma gelmekteydi. Bu duruma göre, doğuracak yaşa ulaşmış olan hayvan “kısrak”, binilecek duruma gelmiş olan hayvan da “at” ifadeleriyle anılmaktaydı. Ayrıca erkek hayvana “aygır” (adgır) da denmekteydi. Bunlardan at, binmek için, aygır da kısrakların yüğrülmesi (çiftleşmesi) için kullanılmaktaydı. Binit olarak seçilen at, genellikle “iğdiş” edilmekteydi. Bu suretle at, daha dayanıklı hale gelmekteydi. İğdiş edilmiş ata “beçel” denmekteydi.
Büyüğünden küçüğüne kadar bütün hayvanlar (aygır, at, kısrak, tay, kulun), aynı sürü içinde toplanmaktaydı. Bu sürüye “yılkı” denmekteydi. Türklerin vadiler dolusu at sürüleri vardı. Bir Arap seyyahının tespitine göre, bunların sayısı bazen 15 bini bulmaktaydı. Hayvanların her biri, özel bir işaretle damgalanmaktaydı. Sürülerin karışması halinde her aile kendi hayvanını bu damga vasıtasıyla tanımaktaydı.
Türk Bayrakları (Tarihten Günümüze)
Tarih: 28 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Bayrakları, Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 8 Yorum var.
Tarihte Türkler kadar devlet kuran, böylesine teşkilatçı başka bir millet daha yoktur. Binlerce yıllık Türk tarihi içinde, bir günde devlet yıkıp bir gecede hanlık kuran yüce Türk Ulusu’nun geçmişten günümüze kurmuş olduğu devletlerin (ancak bayrakları bilinenlerin) bayrakları, aşağıda verilmiştir.
Büyük Hun İmparatorluğu
|
Batı Hun İmparatorluğu
|
Avrupa Hun İmparatorluğu
|
Ak Hun İmparatorluğu
|
Göktürk İmparatorluğu
|
Uygur Devleti
|
Avar İmparatorluğu
|
Hazar İmparatorluğu
|
Altınordu Devleti
|
Karahanlılar Devleti
|
Gazneliler Devleti
|
Büyük Selçuklu İmparatorluğu
|
Harzemşahlar Devleti
|
Büyük Timur İmparatorluğu
|
Babür İmparatorluğu
|
Osmanlı İmparatorluğu
|
Türkiye Cumhuriyeti Devleti
|
Azerbaycan Devleti
|
Özbekistan Devleti
|
Kazakistan Devleti
|
Türkmenistan Devleti
|
Türk Ahşap (Ağaç) Sanatı
Tarih: 28 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Sanatları, Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Türk sanatının zenginliğine katkıda bulunan önemli bir dal da, Türkün ince estetik ruhunu en iyi biçimde sergileyen ahşap işçiliğidir. Ahşap kelimesinin aslı, Arapça haşeb (ağaç), (kereste)’den gelen ve onun çoğulu olan ahşâbdır. Mana olarak da; “Herhangi bir imalâtta kullanılmak üzere ağaçtan kesilmiş yapı malzemesi, kereste” anlamına gelir. İnsanoğlunun kovuğunda barındığı, kendisini vahşi hayvanlardan ve tehlikeli dış etkenlerden korumak için ilk barınma mekânı olarak kullandığı ağacı, zamanla günlük hayatta da kullanmaya başlamasıyla mimarlık ve el sanatlarında ahşap işçiliğinin doğması kaçınılmaz olmuştur.
Türklerin milattan önceki asırlardan itibaren ahşabı işlediklerini, Tüekta Kurganı’nda ele geçen M. Ö. IV. yüzyıla ait, ağaçtan eğri kesim tekniğinde oyularak yapılmış kartal arması açıkça göstermektedir. Hun kurganlarından çıkarılan ağaç gövdesinden oyularak yapılmış lahitler üzerinde kazıma yöntemiyle işlenmiş hayvan figürleriyle karşılaşılır. Başadar Kurganı’ndan çıkan lahit üzerindeki, birbirini takip ederek yürür vaziyetteki aslan figürleri, ahşap lahit süslerine iyi bir örnektir. I. Pazırık Kurganı’nda ele geçen buluntular, Türklerin at koşum takımlarında deri ile birlikte ahşabı da süsleme unsuru olarak kullandıklarını ortaya koymaktadır. Benzer at koşum takımlarına III. ve IV. Pazırık Kurganlarında da, çeşitli hayvan figürlerinin eğri kesim tekniğinde ahşaba işlenmiş biçimiyle karşılaşmaktayız. Kısaca değinildiği gibi Pazırık kazılarında ele geçen çeşitli parçalar, Orta-Asya Türklerinin çok eski tarihlerden beri ahşapla ilgilendiğini göstermektedir. Çoğu Hunlara ait bu örnekler Leningrad Ermitaj Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
Türkler Anadolu’ya geldikten sonra da, her alanda olduğu gibi ahşap işçilikte de Orta Asya’dan kalan sanat geleneklerini devam ettirmişlerdir. Bunun en güzel ve en zengin örneklerini Anadolu Selçuklu sanatında tespit edebilmek mümkündür. Anadolu Selçukluları ahşabı, mimaride yapı malzemesi olarak kullandıkları gibi, ahşaptan minber, kürsü, rahle, Kur’an mahfazası, çekmece, sanduka ve ince işçilikli başka el sanatları meydana getirmişlerdir.
Türk Adının Anlamı
Tarih: 28 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Türk Milleti’nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. “Türk” sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.
Türkler’in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı “Türk” adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy’da “Tik” vveya “Tikler” adıyla geçmeye başlamıştır.
Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy’dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.
Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,
-Heredotos’un doğıu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB‘lar.
-İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE‘ler
-Tevratta adı geçen Togarma‘lar.
-Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA‘lar veya THRAK‘lar
-Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU‘lar.
-Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy’da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ‘ler.
Bizzat “Türk” adını taşıyan Türk kavimleri olarak gösterilmektedir.