Sürrealizm / Gerçeküstücülük
Tarih: 15 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
1. ve 2. Dünya savaşları arasında gelişmiştir. Akılcılığı inkar eden ve karşı sanat için çalışan ilk dadacıların eserlerinden temel almışlardır. Bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Bütünleşme içinde düşsel dünya ile gerçek yaşam “mutlak gerçek” ya da “gerçeküstü” anlamda iç içe geçiyordu. Sigmund Freud’un kuramlarından etkilenen Breton için, bilinçdışı, düş gücünün temel kaynağı, daha doğrusu bu bilinçdışı dünyaya girebilme yeteneğiydi. Gerçeküstü dünyanın düşsel imgelerini geliştirmeye çalışmışlardır. Resimden sinemaya, tiyatroya kadar birçok sanat dalını etkilemiştir. Andre Breton, Jouve, Pierre Reverdy, Robert Desnos, Louis Aragon, Paul Eluard, Antonin Arnaud, Ramond Queneau, Philippe Soupault, Arthur Cravan, Rene Char gibi sanatçıların öncülüğünde gelişmiştir.
Avrupa’da bir ve ikinci dünya savaşları arasında gelişti. Bu akım temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadacıların eserlerinden alır. 1924’te “Manifeste du Surrealisme”i (Gerçeküstülük bildirgesi) hazırlayan şair Andre Breton’a göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Ve bu bütünleşme içinde düşsel dünya ile gerçek yaşam “mutlak gerçek” ya da “gerçeküstü” anlamda iç içe geçiyordu. Sigmund Freud’un kuramlarından etkilenin Breton için, bilinçdışı, düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneği idi.
Sürrealizm; aklın, geleneklerin, alışkanlıkların denetiminden uzak, bilinçaltı gerçeklerini yansıtan yani bilinen gerçekle bağını kesip kendince bir gerçek yaratmak amacını güden edebiyat ve sanat akımıdır. Gerek söz, gerek yazı, gerek başka bir şekil ile düşüncenin hakiki faaliyetini ifade eden saf ruhî bir otomatizmdir. Akıl ve mantığın kontrolünden bütün bed ve ahlaki endişeden kurtulmuş olan düşüncenin tespitidir.
Dadaizm / Kuralsızlık
Tarih: 14 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
Dadaizm edebiyat akımı, Fransızcadaki oyuncak tahta at anlamına gelen “dada”dan türemiştir. Savaş karşıtıdır. Dünyanın ve insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenmişlerdir. 1. Dünya savaşından sonra gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dadacılar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istemişlerdir. Alışılmış estetikçiliğe karşı çıkıp, burjuva değerlerinin kötülüğünü vurgulamışlardır. Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere gitmişlerdir. Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld, Paul Eluard, Georges Ribemont, Dessaignes öncülüğünde gelişmiştir.
Kişiyi aklın tutsaklığından ve aklın kurduğu düzenden; sanatı dil, vezin, kafiye, biçim, anlam kaygılarından kurtarmak; kelimeleri bilinen anlamları ve alışılmış estetik kurallaı dışında bir düzenle birleştirmek; kalıplaşmış bütün sistemleri, kuralları, gelenekleri inkâr etmek, yıkmak; kuralsızlığı kural olarak benimsemek temeli üzerine kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve savaşı izleyen yıllarda baş gösteren karışıklık ve karamsarlık, kişi ve toplum ahlâkının yozlaşması, inançların sarsılması, değer yargılarının alt üst olması; derin bir umutsuzluğa kapılan, her şeyi kuşkuyla karşılayan genç kuşağı toplumda ve sanatta alışılmış her şeyi inkâra ve yıkmaya yöneltmiştir.
Tristan Tzara adlı genç bir şairin Larousse sözlüğünden gelişigüzel açtığı bir sayfada rastladığı “dada” kelimesinin benimsenmesiyle ortaya atılan (şubat 1916) Dadaizm, şiddetli tepkiyle karşılanmıştır. Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca’da “oyuncak tahta at” anlamına gelen “Dada” bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır. Savaş içinde İsviçre’de doğup 1919-1920 yıllarında Fransa’da en ateşli dönemini yaşayan, zihinleri ön yargılardan kurtarma bakımından olumlu bir yanı da bulunan bu anarşist akım, 1922’de durulmuş, daha sonra yerini sürrealizme bırakmıştır. Bu anlamda dadaizm, iki türlü nitelik gösterir:
Kübizm
Tarih: 14 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
Kübizm edebiyat akımı, dış dünyadan çok iç dünyaya yönelmiş ve varlığın her yönüyle ele alınması gerektiğini düşünerek ortaya çıkmıştır. 20. yüzyılın başında empresyonizme tepki olarak ortaya çıkmış ve daha çok, resimde kendini göstermiştir. Yazın alanın da, özellikle şairler, ressam Picasso’nun da etkisiyle bir anlayış geliştirmişlerdir. Buna göre şairler, dış dünyayı izleyip olup bitenleri iyi saptamak zorundadır. Onlara göre dünyadaki küçük olaylan ve anlamları yakalamak gerekir “Söylenmemiş olanı“, “görülmemiş olanı” gün ışığına çıkarmak, aklın değil düş gücünün yapacağı iştir.
Kübizm, XX. yüz yılın başında ortaya çıkan ve daha çok resim alanında kendini gösteren, sonradan öteki sanat dallarına da etki yapan, konunun sadece görünen tarafını değil, görünmeyen taraflarını da göstermeye çalışan bir akımdır. 1910 yılında kendini göstermeye çalışan kübizm, dört yıl kadar bir ömür sürdükten sonra 1914’de değerini kaybetmiştir. Aslında akım realitesine aykırı düşen ve her şeyi geometrik şekil içinde görmeye çalışan kübizm, 1913 yılından itibaren edebiyat alanına da geçmiştir.
Empresyonizme bir tepki olarak meydana gelen kübizm edebiyata Guillaume Apollinaire ‘in gayretiyle girmiştir. Bundan sonra Andre Salmon, Pierre Reverdy , Jean Cocteau, Blaise Cendrars, Mak Jacob gibi şairler, kübizmi edebiyatta kökleştirmeye ve geliştirmeye çalışmışlardır. Fakat bütün gayretlere rağmen kübizmin ömrü uzun olmamıştır.Kübizm, hemen her memlekette zaman zaman denenmiştir. Kendi memleketimizde bile Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle resim alanında kübizme bağlı çabalar görülmüşse de köklü bir akım olmak durumuna gelememiştir. Kübizmin dayandığı prensipler sırasıyla şunlardır:
Ekspresyonizm / Dışavurumculuk
Tarih: 13 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
Doğanın olduğu gibi temsili yerine, duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımıdır. Bu akımı “insanların en gizli yönlerini açığa vuran bir anlatım” olarak açıklayabiliriz. Zaten “ekspresyon” Fransızcada “anlatım” anlamına gelmektedir. Ekspresyonizme göre şairin görevi dış dünyanın anlamsızlığına. ruhsuzluğuna süretii bir atılışla anlam kazandırmaktır. İyi bir sanatçı, bir nesneyi bütün somut ilişkilerinden ayırmak, onu çıplak ve yalnız olarak, bireysel zihnin katışıksız bir ürünü olarak incelemek durumundadır.
Sanatçının kendi öz sezişini anlatım olarak adlandırılan ekspresyonizmi ilk olarak Almanlar kullanmıştır. I. Dünya Savaşı ndan sonra özellikle Alman resim ve sinemasında uygulanmıştır. Vincent Van Gogh bu akımın öncüsü kabul edilir. Herwarth Waiden, Strindberg de bu akımın temsilcilerindendir. Dışavurumculuk olarak da adlandırılan bu akım, empresyonizme kaşıdır. Empresyonizmde olduğu gibi dış dünyadaki izlenimleri aktarmak değil, insanın iç dünyasında doğan duyguları anlatmayı amaçlamıştır.
Birinci dünya savaşından sonra, empresyonizme tepki olarak doğmuş, Alman sinemasında uygulanmıştır. Çevremizi saran evrene ve dünyaya karşı ilgisiz görünen bu akım, insanın iç dünyasını ve bütün duygularını en gizli ve çıplak yönleriyle, olduğu gibi anlatır. Gerçekler her insana göre değişik olduğu için önemli olanı sanatçının kişiliğini ve gerçekleri kendine göre dile getirmesidir.