Memleket Edebiyatı
Tarih: 4 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
Cumhuriyet devri şiirinin bu önemli akımı ilk örneklerini II. Meşrutiyet’ten sonra vermeye başlamıştır ve günümüzde de, kendisini yenileyemeden, Yahya Kemal’in bir devamı vehmiyle devam etmektedir. Memleket kurtarılmıştır. Artık Anadolu coğrafyası ve ülkenin kalkınması ön plandadır. Bunu da yapacak olan ülkenin kurtarıcılarıdır. Şairlerin çoğu Anadolu halk şairlerinin yolundan giderek yeni bir şiir yaratmaya çalışırlar. Yıllardır devam eden aruz-hece tartışmaları da Yahya Kemal’in etkisine rağmen hecenin mutlak hakimiyetiyle sonuçlanmıştır. Bu kümeye giren şiirlerde;
a. Konu memlekettir.
b. Şekil, halk şiiri şekilleridir, vezin hecedir.
c. Dil sadedir, halk dili, mahallî söyleyişler, hattâ argo şiire girer.
d. Ton, hitabete kaçar.
e. İşlenen konulara uygun olarak gurur, iyimserlik ve irade ön plandadır.
f. Lirikten çok didaktiktir.
Mehmet Emin Yurdakul’un 20. yüzyılın başında söylediği “Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur” mısrasında dile gelen gurur, artık bütün şairler tarafından paylaşılmaktadır. Temel kaynak halk edebiyatı ise de kendi içinde bu akım mensupları çeşitlilik gösterirler: İlk defa karşılaşılan veya anlatılmaya değer bulunan memleket manzaraları, insanları tasvir ve hikâye edilir. İnsanların kahramanlıkları övülür ve tarihî mirasla birleştirilir, folklor orijinal bir kaynak olarak keşfedilir. İnsanların duygu ve iç dünyaları araştırılır. Fakirlik, kötü şartlar bir an önce tedbirler alınmayı gerektirir. İdealizm/milliyetçilikte veya kuzey komşumuzdaki komünizmde aranır. Başlangıçtan itibaren de kutuplar oluşur.
Cumhuriyet Edebiyatında Birinci Eskiler
Tarih: 3 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937) başta olmak üzere Servet-i Fünun’dan Cenap Şahabettin (1870-1934), Ali Ekrem Bolayır (1867-1937), Sâmih Rifat (1874-1932), Faik Âli Ozansoy (1875-1950), Hüseyin Siret Özsever (1872-1959), II. Meşrutiyet sonrasından Celâl Sahir Erozan (1863-1935), Süleyman Nazif (1869-1927) Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944), Ziya Gökalp (1876-1924), Mehmet Akif Ersoy (1873-1936), Ahmet Haşim (1887-1933), Yahya Kemal Beyatlı (1884-1957) hayattaydırlar. Zevkleri ve şiir anlayışları eski dönemlerde oluşanlar da Cumhuriyet ile birlikte bir uyanış içine girerler. Günün olayları yaygın temler olarak şiirlerinde yer alır. Dillerinde genellikle, inanılmaz bir sadelik başlar. Mehmet Akif “İstiklâl Marşı”nın şairidir. Bunlardan modern Türk şiirinin gelişmesinde büyük payı olan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı, en güzel şiirlerini Cumhuriyet döneminde yazdılar.
Abdülhak Hâmit Tarhan, Tanzimat’tan beri Türk aydınlarının hayal ettikleri günleri gören bir gözlemci gibidir. Yeni denemelere devam etse de artık o devrini doldurmuş bir yazardır. Dilde sadeleşmeyi başlangıçtan beri reddedenler, artık sade yazmaya başlarlar. Cenap Şahabettin ve Ahmet Haşim’in şiirlerinde bu değişme çok açık şekilde görülür. Her ikisi de en güzel şiirlerini Cumhuriyet’ten sonra yazmışlardır. Hece vezniyle güzel şiirler yazılabileceğini ispatlamış olan Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869-1949) Millî Mücadele günlerinin sevilen şiirlerinden birini söylemiş olan Samih Rifat (1874-1932), hicivleriyle Neyzen Tevfik (1879-1953) ve Halil Nihat Boztepe (1882-1949) dönemin öteki şairleridir.
Şöhretlerini II. Meşrutiyet sonrasında kazanan Ahmet Haşim (1887-1933) ve Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) şiirleri ile bir ölçüt oluşturmuş şairlerdir. Etkileri günümüze kadar ulaşan bu şairlerden Yahya Kemal Üsküp’te, Ahmet Haşim Bağdat’ta doğmuştur. Kendi klasiğimizi Divan şiirimizde bulan Yahya Kemal, onun “rüzgârıyla” yazdığı şiirleriyle şiirde güzelliğin kaynaklarını ve onlardan nasıl yararlanılacağını göstermiştir. Yahya Kemal, İstanbul’u Osmanlı medeniyetinin sembolü olarak değerlendirir ve eserlerinde vatan ve tabiat sevgisini İstanbul ile birleştirir. Dergâh dergisi, milliyetçi havasıyla hem iyi yazarları hem de öğrencileri çevresine toplamıştır.
Mahallileşme Akımı / Türkî Basit
Tarih: 2 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
“Mahallî/Yerli Tarz” olarak isimlendirilebilecek bir diğer şiir tarzı, şiirde yerli ve mahallî unsurlara fazlaca yer verme anlayışıdır. Bu dönemde gittikçe yaygınlaşmaya başlayan sade dil ve mahallî ifadeleri kullanma, yerli konu arayışı daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan mahallîleşme üslûbuna da kaynaklık etmiştir. Nev’î-zâde Atâ’î ve Sabit gerek yerli konu ve malzeme tercihleri bakımından gerekse dil ve söyleyişteki tasarrufları yönünden bu üslûbun temsilcileri sayılmaktadır.
Türkî-î basit, basit Türkçe demektir. Sadece Türkçe kelimelerden oluşmuş ya da ağırlıklı olarak Türkçe kelimelerden oluşmuş unsurlara denir. Türkçe kelimelerle şiir söyleme gayreti XVI. yüzyıl’da Tatavlalı Mahremi, Aydınlı Visâlî, Edirneli Nazmî tarafından oluşturulmuş bir akım, bir ekoldür. Bu üç şairin özellikle Türkçe kelimeleri kullanarak yeni bir akımı ortaya attıkları görülmekteydi. Ancak yapılan son çalışmalar aslında Türkî-î basit diye bir akımın olmadığını bunun Mahallileşmenin bir başlangıcı olduğunu ortaya koymuştur.
XVII. yüzyıl’da Şeyhülislâm Yahya‘nın da bu akımı destekleyen şiirler yazdığı bilinmektedir. Şiirlerinde sade bir Türkçe kullandığını görürüz. XVIII. yüzyılda Mahallileşme artık bir akım özelliği kazanmış ve tamamen etkisini göstermeye başlamıştır. Bu dönemin en olgun temsilcisi ise Nedim’in olduğunu görmekteyiz. XIX. yüzyıl’da İvazpaşazâde Atayî, Sarıca Kemal ve “Safî” mahlasıyla şiirler söyleyen Cezerî Kazım Paşa gibi şairlerin şiirlerinde bir yerlileşme arzusu görülmüştür. Bu durum XIX. yy’da Necati Bey ile asıl en büyük temsilcisini bulmuştur.
Hikemi Tarz
Tarih: 1 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
“Didaktik Üslûp” veya yaygın adıyla “Hikemî Tarz“, daha çok Nâbî ile özdeşleşmiş olup, “düşünceye dayalı hikmetli söz söyleme” olarak tanımlanabilir. Bilgelik ve hakîmlik, varlık ve eşyanın asıl amacı, özdeyiş ve atasözü gibi anlamlara gelen “hikmet“, eşya ve olayları “anlamlandırma“, varlık ve olayların gizli anlamlarını çözme üzerine kurulmuş bir kavramdır.
Bu asırda “hakimane şiir söyleme” anlayışının İran’daki temsilcileri Şevket-i Buhârî ve Sâ’ib-i Tebrî-zî’dir. Geleneksel İran şiirinde mistik veya hissî etkiler, özellikle bu asrın başlarından itibaren düşünce ve felsefeye, hayatta olup bitenleri “anlamlandırmaya” yönelik, yeni bir tarza dönüşmüştür. Nâbî de Sâ’ib’in şiirde kullandığı hakimane tarzı benimseyerek şiirinde kullanmıştır.
Nâbî böylece Türk şiirini yeni bir fikir ve hikmet vadisine yöneltmeye çalışmıştır. Bu oluşumda dönemin sosyo-kültürel yapısının önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Düşünmeye ve düşündürmeye önem veren biri olan Nâbî, böylece yaşadığı çağın huzursuzluk ve güvensizliğine karşı halkı uyarma, onlara öğüt verme imkanı bulmuştur. Ayrıca Nâbî’nin, Sâ’ib-i Tebrîzî gibi meydana gelen şeylerin arkasındaki hikmeti araştırması, varlık ve eşyanın yaradılış gayesini vermeye çalışması, hikemî tarzın dinî ve tasavvufi yönünü de göstermektedir.