Hadikatü’s Süeda – Fuzuli
Tarih: 7 Ocak 2012 | Bölüm: Fuzuli | Yorumlar: Yorum yok.
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişinin anlatıldığı Hadîkatü’s-süedâ Fuzûlî’nin en tanınmış eserlerinden olup asırlarca bütün Türk illerinde okunagelmiştir. Hüseyin Vâ’iz-i Kâşifî’nin Ravzatti’ş-İştihedâ’sı esas alınarak yazılan eser, yer yer manzum parçalarla örülmüştür. Kâşifî’nin bâb sırasına göre tertip edilen esere, bazı yeni parçalar da ilâve edilmiştir. Tezkirelerde eserin tam bir tercüme olmadığı, ifade kudreti ve tesiri bakımından Kâşifî’ninkinden üstün olduğu belirtilir.
Nitekim Fuzûlî gazellerinde görülen lirizmi ve heyecanı bu eserine de yansıtmayı başarmıştır. Hadîkatü’s-süedâ kısa bir mukaddime ile başlar. Fuzuli burada Arapçada Tâvûsî’nin bir Maktel’i olduğunu, Farsçada Hüseyin Vâ’iz-i Sifî’nin Ravzatü’ş-şülıedâ’sı bulunduğunu, kendisinin de bu eseri örnek alarak başka eserlerden de yararlanarak Hadîkatü’s-süedâ’yı yazdığını açıklar. Eser 10 bab ve bir hatime olarak tertip edilmiştir. Birinci bâbda sırasıyla Hz. Adem, İbrahim, Yakub, Yusuf, Musa. İsa, Eyyub. Zekeriya ve Yahya peygamberlerin hayatlarında çektikleri eziyetlerden söz edilmiştir.
Fuzuli’nin Türkçe, Farsça ve Arapça Divanı
Tarih: 7 Ocak 2012 | Bölüm: Fuzuli | Yorumlar: 2 Yorum var.
Türkçe Dîvân’ı Fuzûlî’nin sanat kudretini gösteren en tanınmış eseridir. Fuzûlî’nin poetikası için önemli bir kaynak değeri taşıyan mensur bir dîbâce ile başlayan divan, kasideler, gazeller, musammatlar, kıt’alar ve rubaîlerden oluşmaktadır. Yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde birçok yazma nüshası bulunan, eski harflerle birçok baskısı yapılan Fuzûlî Dîvânı, Abdülbaki Gölpınarlı (Fuzûlî Dîvânı, İstanbul 1948, 1961), Ali Nihad Tarlan (Fuzûlî Dîvânı, İstanbul 1950) ve Kenan Akyüz, Şedit Yüksel, Müjgan Cunbur, Süheyl Beken (FuzûlîDîvânı,Ankara 1958. 1990) tarafından yayımlanmıştır. Ali Nihad Tarlan, gazellerin şerhini yapmış (Fuzûlî Divanı Şerhi, Ankara 1998), Nahid Aybet ise Fuzûlî Dîvânı’nda yer alan maddî kültür üzerine tahlilî bir çalışma yapmıştır (Fuzûlî Dîvânı ‘ında Maddî Kültür, Ankara 1989).
Necmettin Hacıerhinoğlu (Fuzûlî, İstanbul 1984), Müslim Ergül (Fuzûlî Hayatı, Sanatı ve Eserleri, İstanbul 1984), Hasibe Mazıoğlu (Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndanSeçmeler, Ankara 1986) ve Halûk İpekten (FuzûlîHayatı, Sanatı, Eserleri,Ankara 2000) tarafından Türkçe Divanı’ndan seçilen şiirler neşredilmiştir. Ayrıca Hasibe Mazıoğlu Fuzûlî’nin Türkçe şiirleri ile Hâfız’ın şiirlerinin mukayesesini yapmıştır (Fuzûlî-Hafız, Ankara 1956). Muhammed Nur Doğan ise, Farsça ve Türkçe divanların dibaceleri ile hem divanlarda hem de Leylâ ve Mecnûn‘da şiir dili ile ortaya koyduğu yaklaşımlardan hareketle Fuzûlî’nin poetikasmı ortaya koyan bir çalışma yayımlamıştır (Fuzûlî’nin Poetikası, İstanbul 1997).
Leyla ve Mecnun’un Açıklaması
Tarih: 7 Ocak 2012 | Bölüm: Fuzuli | Yorumlar: Yorum yok.
Ya râb bela-yı aşk ile kıl aşina beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni
Ya rab, beni aşk belasıyla tanıştır,
Bir an olsun bile beni aşk belasından ayrı düşürme.
Bu beyitte mutasavvıf bir şair olan Fuzuli’nin aşk belasından kastı Allah aşkından başkası değildir. Tasavvufa göre bir tek gerçek aşk vardır: Allah aşkı. Bu aşk-ı hakiki, aşk-ı ilahidir, oysa insana duyulan aşk beşeri aşktır ve gerçek değildir. İnsan dünyaya aşk-ı ilahiyi aramaya gelmiştir ve hayatın mutlak gayesi de budur. İşte bu beyitte de fuzuli Allah’a kendisini önce gerçek aşkla tanıştırmasını, sonra da bir an olsun bu aşktan kendisini ayırmamasını ister.
Bu beyitte geçen bela kelimesi aynı zamanda arapçada gam, keder manasına gelmektedir. Bu açıdan beyite baktığımız zaman aynı zamanda aşkın belasının yanında aşkın getirdiği gam ve kederden de bahsetmek mümkündür.
Az eyleme inâyetini ehli derdden
Yani ki çok belâlara kıl mübtelâ beni
Dert ehlinden iyiliğini eksik etme, yani beni çok fazla belaya mübtela et.
Burada fuzuli dert ehli olduğundan bahseder, ancak bu dertlerden şikayetçi de değildir. Aksine memnuniyet duyar ve bu dertlerin devamını diler.
Leyla ve Mecnun Mesnevisi – Fuzuli
Tarih: 7 Ocak 2012 | Bölüm: Fuzuli | Yorumlar: 1 Yorum var.
Leylâ ve Mecnûn Türk edebiyatında bu konuda yazılmış eserlerin en meşhuru ve en güzeli olup bir şaheser hüviyetindedir. Aruzun “mefûlü mefâilün fe-ûlün” kalıbıyla yazılan mesnevî, 3098 beyittir. İçerisinde yer yer Leylâ ile Mecnûn’un dilleriyle söylenmiş gazellerin de yer aldığı eser, 941 / 1535 tarihinde Bağdad’ın alınmasından bir yıl sonra Bağdat ve Halep Beylerbeyi Üveys Paşa’ya takdim edilmiştir.
Eser manzum-mensur bir dîbâce ile başlamaktadır. Fuzûlî, bu serini kaleme alma sebebini dîbâcede yer alan ikinci kıt’ada açıkça ifade etmektedir. Buna göre Fuzûlî, eserinde “mecaz yolu” olarak nitelendirdiği edebiyat va-tasiyla ilâhî hakikatleri ve sırları açıklamak istemiş, “Leylâ” ismi altında “Allah’ın sıfatlarını”, “Mecnûn” kimliği ile de “Allah’ı arayan ve ona ulaşma yoluna meşakkatlere katlanan insanı” ifade etmeyi amaçlamıştır.
Ayrıca dîbâcenin mensur bölümünün ilk cümlesinde, “Leylâ’yı hakikat sırrının, Mecnûn’u da insanın ruhunun sembolü olarak kullandığını” açıkça belirtmiştir. Eserin hikâye edilişinde hâkim olan ruhun vahdet-i vücûd inancı ile plâtonik aşk anlayışı olduğu bilinmektedir. Leylâ ve Mecnûn, tasavvuf öğretisini kuru kuruya sunan didaktik bir eser olmayıp, beşerî bir aşk macerasının bütün canlı tezahürleri arasına ilâhî, coşkun panteist duyguların lirizmi doğuran ruhunu büyük bir ustalıkla yeren bir şaheserdir.