Şeyhi
Tarih: 25 Aralık 2011 | Bölüm: Ş | Yorumlar: Yorum yok.
XV. asrın en önemli isimlerinden olan Şeyhî, Germiyanoğulları sınırları içinde yetişmiş büyük bir sanatkârdır. İsmi kaynaklarda bazen Yûsuf, bazen de Sinan olarak geçer. Tabip oluşu sebebiyle Hekim Sinan diye de anılır. İlk eğitimine o devrin Anadolu’daki önemli kültür merkezlerinden biri olan Kütahya’da başladı ve bu arada şair Ahmedî’den ders gördü. Tezkirelerin bildirdiğine göre yine genç yaşlarında eğitimini ilerletmek üzere İran’a gitti, burada tasavvuf, hikmet ve tıp eğitimi gördü. Sehî’ye göre; Seyyid Şerîf-i Cürcânî ile sınıf arkadaşı oldu.
O yıllar İran edebiyatında Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî ve Hâfız-ı Şîrâzî gibi .büyük şairlerin yoğun olarak rağbet gördükleri bir devreyi oluşturduğundan kendisi de bunlardan etkilenerek memleketine döndü. İran dönüşü sırasında Ankara’ya uğrayarak Hacı Bayramdı Velî’ye intisap ederek “Şeyhî” lâkabını aldı. Memleketi Germiyan’da bir attar dükkânı açıp tabipliğe başlayan şair, önce Germiyan beyi II. Yakub’un hizmetine, daha sonra da Süleyman Şah’ın saltanatı döneminde Germiyan’ın Osmanlılar’a düğün hediyesi olarak verilmesi üzerine Çelebi Mehmed ile II. Murad’a intisap etti.
Çelebi Sultan Mehmed’in Karaman seferi sırasında (818/1415) Ankara’da rahatsızlanması üzerine çağrılak tedavide başarı göstermesi üzerine, kendisine Tokuzlu köyü tımar olarak vermiş ve sultanın hususî tabipliğine tayin edilmiştir. Bu yüzden Şeyhî, Osmanlı oynaklarında Osmanlı Devleti’nin ilk “re’îsü’l-etibbâ”sı yâni hekimbaşısı ola-österilir. Sultan II. Murad’ın 1421 ‘de tahta geçişinden sonra onu ziyaret için gelen Şeyhî, ömrünün son yıllarını memleketinde geçirmiştir. Kabri ahya da Yoncalı yolu üzerinde, bir adı da Dumlupınar olan şehre yedi kilometredeki Çiftepınar köyündedir. 1961 senesinde kendisine eski mimari üslupta bir mezar inşâ edilmiştir.
XIV. asrın sonu ile on beşinci asrın ilk yarısında yaşamış olan Şeyhî’nin de dönemin şairleri gibi, İslâmiyeti kabul eden Türkler arasına dokuz ve onuncu asırlardan itibaren giren ve İran mutasavvıflarının tesiri altında gittikçe genişleyen tasavvuf cereyanlarına yabancı kalmadığı görülmektedir. Nitekim XIV ve XV. asırlarda Anadolu’da yetişen Türk şairlerinin eserleri tetkik edildiğinde, bu sanatkârların tasavvufu İran mutasavvıflarının kullandıkları remizlerle terennüm ettikleri görülür. Bilindiği gibi önce tasavvufî nazariyeleri Senâî, Ferîdüddîn-i Attâr tarzında açık ve kısmen remizsiz yazan Türk şairleri yavaş yavaş bu felsefî görüşü mecazî aşk ile karıştırmışlardır. Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî, Hâfız-ı Şîrâzî gibi büyük şairler tarafından kullanılan bu üslûp Şeyhî’yi de cezbetmiştir. Onların elinde ince ve akıcı bir yapı kazanan tasavvuf bizim klâsik edebiyatımıza esas itibariyle Şeyhî ile girmiştir.