- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Söz Varlığının Önemi
(Dil ve Kültür Açısından)

söz varlığının dil ve kültür açısından önemiUlusların kültürel özelliklerini bir ayna gibi yansıtan söz varlığı, bir dilin tarihsel değişmelerine de ışık tutmaktadır. Toplumlar düşünüşlerini, maddi ve manevi tüm değerlerini ifade ettikleri dili millileştirerek oluşturduklarından; dilin ulusal niteliğini gösteren söz varlığını kendilerince şekillendirirler. Uzun yıllar alan bu şekillenme sürecinin sonunda günümüze gelen dillerin anlam, ses ve biçim özelliklerinin tarihsel süreç içerisinde nasıl değişikliklere uğradıklarını ve hangi yabancı dillerle etkileşime girdiklerini söz varlığı incelemeleri ile görebiliriz.

Bir dilin gelişim süreci içinde yazılan metinlerine ait söz varlığı ögeleri incelendiğinde, dile ait belli tarihsel dönemlerin varlığı ortaya çıkacaktır. Dili kullanan ulusların yaşadıkları coğrafyanın değişmesi veya diğer toplumlarla girdikleri siyasal ilişkiler sonucunda dillerinde yaşanan değişmeler, söz varlığı incelemeleri sonucunda belirlenebilir. Bunun sonucunda dil, gelişim gösterdiği belli tarihi dönemlerde izlenmeye başlanır. Türklerin batıya göçleri sonucunda “Doğu Türklüğü” ve “Batı Türklüğü” olarak iki ayrı coğrafyada yaşamaları, söz varlığından takip edilirse Türkçenin “Doğu Türkçesi” ve “Batı Türkçesi” olmak üzere iki ayrı kolda incelenmesinde kendini gösterecektir. Söz varlığı bu yönüyle dili tarihsel olarak incelemeye olanak tanımaktadır.

Sözcüklerin tarihsel dönemlerdeki görünüşlerine bakarak, dildeki bazı seslerin değişme eğilimi gösterdiğini anlayabiliriz. Örneğin Eski Türkçede “kötü” anlamına gelen “yabız” sözcüğü, “yabız > yavız > yavuz” değişmesiyle günümüze gelmiştir. Bu örnekten hareketle Eski Türkçeden sonraki dönemlerde “b>v” değişiminin olduğunu söyleyebiliriz. “eb >  ev” veya “sab > sav” sözcüklerinde de bu durum görülmektedir. Böylece söz varlığı, dilin ses değişimlerindeki eğilimini göstermede yardımcı olmaktadır.

Söz varlığı incelemeleri, sözcüklerin en eski biçimlerinin ortaya çıkarılmasını sağlar. Örneğin “kaplumbağa” sözcüğü “kaplu + bağa” biçiminde oluşmuş bir birleşik sözcüktür. “Bağa” sözcüğü Divanü Lûgat-it Türk’te “kurbağa, kaplumbağa” (III, 122 – 16) olarak verilmiştir. “Bağa” sözcüğü ile “kurbağa” ve “tosbağa” gibi sözcüklerin oluşturulduğunu düşünerek, “kur” (kemer) ve “tos” (taş) sözcüklerini anlamlandırabiliriz. Görüldüğü üzere söz varlığı, köken bilimsel araştırmaların temel malzemesini oluşturmakta ve tarihsel incelemelerle sözcüklerin anlam ilgilerini ortaya koymaktadır.

Bir dilin söz varlığı, dili yaratan ulusun kültürünü yansıtan ve taşıyan biricik araçtır. Çünkü dil, kültürün yaşandığı ve gelecek kuşaklara taşındığı canlı bir varlıktır. Afrika’nın kurak ülkelerinde yaşayan birinin söz dağarcığında “kar” yağış türüne ait kavram belki de hiç olmadığı hâlde, bir Eskimo’nun “kar” yağışı için yüzlerce sözcük bilmesi, ancak yaşantıların birikimi olan kültürle açıklanabilir. Aynı durum Arapların “deve”; Türklerin ise “kurt” için onlarca sözcük türetmesinde de görülmektedir. Bu durum kültürün, bir dilin söz varlığını ne derecede etkilediğini göstermektedir.



Bugün de Türk sofrasının vazgeçilmezlerinden olan “ekmek”, eski Uygur metinlerinde “ötmek” (örn. Man. III, 12) biçiminde; Divan’da ise yaygın olarak “etmek” (örn. III, 57) biçiminde geçmektedir. Bu durum kültürümüzde yer edinen ekmeğin, bundan bin yıl önce de Türkler tarafından sıkça tüketildiğini göstermektedir. Ayrıca Osmanlı döneminde bir yardımlaşma biçimini ifade eden “askıda ekmek” uygulaması geçen zaman içinde unutulmuştur. Fakat Türkçe çoklukla tarihi belgelerde, bazen de kültürü koruyan kırsal yörelerdeki insanların dimağında bulunan “askıda ekmeği” unutmayacak, unutturmayacak, belki de bu geleneği yeniden canlandırmaya vesile olacaktır. İşte bu yönüyle söz varlığı, kültür taşıyıcılığı görevini üstlenmektedir.

Uzun zaman içinde şekillenerek bugünlere ulaşan dillerdeki ekler, süreç içerisinde ses veya işlev değişmelerine uğrayabilirler. İşlek olmayan bazı ekler ise, zaman içinde unutulur, yok olur. Göktürkçede “ölteçi” (KT-D: 5) örneğinde görülen “+DAçI” veya aynı ekin Uygur dönemindeki kullanımı olan “bolgay” örneğindeki “+gAy” gelecek zaman ekinin bugün kullanılmıyor oluşunu, Türkçenin tarihsel gelişimine ait metinlerdeki söz varlığını inceleyerek görebiliriz. Böylelikle söz varlığı, Eski Türkçede “+t” çokluk ekinin var olduğunu Orhun Yazıtları’nda geçen “oġlıt” sözcüğünden görebildiğimiz gibi, dilin köklerindeki kaybolmuş eklerin ortaya çıkarılmasına olanak sağlamaktadır. Ayrıca Türkçedeki kişi ve iyelik eklerinin “men, sen, biz, siz, onlar” zamirlerinden ekleştiğini, yani dil bilgisi ögelerinin kullanım ve görünümlerindeki değişmeleri yine söz varlığı bize yansıtmaktadır.

Bir dilin söz varlığı, o dilin söz sanatları gibi anlatım zenginliklerini yansıtması açısından da oldukça önemlidir. “Etekleri zil çalmakdeyimindeki gibi mecazî ifadeler veya “kör kuyu” gibi benzetmeler Türkçenin anlatım gücünü ortaya koymaktadır. Genellikle benzetmelerle yapılan süslü veya kinayeli sözler, dilde güzel sözlerle sanat yaparken veya düşünceleri düşündürücü – etkileyici farklı anlatım kalıplarıyla sunarken söz varlığının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Söz varlığının dilin tarihi açısından diğer bir işlevi ise, dillerin başka dillerle etkileşime geçtiğinin belirlenmesinde ortaya çıkar. O. Nedim TUNA’nın Sümerce sözlükteki “gud” sözcüğünden hareketle Türkçe – Sümerce arasında ilişki kurması, söz varlığı ortaklığı temelinde yapılmıştır. Benzer biçimde dile belli dönemlerde girdiği bilinen sözcüklerin kökenine ait tahminler, bir dilin hangi yabancı dillerden etkilendiğini veya hangi dillere sözcük verdiğini göstermektedir. Örneğin Eski Türkçedeki “biti-“ fiilinin kökünün, Çince “beat” (fırça) sözcüğü olması, Türkçenin bu dönemde Çince ile etkileşime geçtiğine kanıttır.

Yavuz TANYERİ

Söz Varlığısayfasına dön! «|