Divanü Lügatit Türk’ün Özellikleri
Tarih: 22 Eylül 2015 | Bölüm: Divanü Lügatit Türk | Yorumlar: 2 Yorum var.
Divanü Lügatit Türk hakkında bilgiler edineceğiniz; Divanı Lügatit Türk’ün özelliklerini, yazıldığı tarihi ve yazarı olan Kaşgarlı Mahmut ile ilgili ayrıntılı bilgi edinebileceğiniz bu yazımızda Karahanlı dönemi Türk edebiyatına ait olan muazzam eser tanıtılmaktadır. Bu eser Türk dili, kültürü ve tarihi açısından taşıdığı önem açısından edebiyatımızda tektir.
Aşağıda sıralanan bilgiler divan üzerinde en kapsamlı çalışmayı yapan Besim Atalay’ın “Divânü Lügât-it Türk” adlı eserinden ve Yavuz Tanyeri’nin “Türkmen Türkçesinin Divanü Lügat-it Türk’ün Söz Varlığı Açısından Karşılaştırılması” adlı yüksek lisans tezinden alınmıştır. Divanü Lügat-it Türk’ün ayrıntılı açıklamasına geçmeden önce, kısaca özelliklerini öncelikle sizlerle paylaşalım:
– Kaşgarlı Mahmut tarafından 1074 yılında yazılmış ve Bağdat halifesine sunulmuştur.
– Eser tam anlamıyla bir sözlüktür, Türkçe kelimelerin anlamları bulunmaktadır.
– Divan, Türkçenin gücünü göstermek ve Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmıştır.
– Eser, Karahanlı dönemine aittir ve Karahanlı Türkçesiyle yazılmıştır.
– Kaşgarlı Mahmut, bu eseri yazmak için dünyanın dört bir yanındaki Türk toplulukları gezmiştir.
– Ali Emiri tarafından tesadüfen bulunmuş ve üzerinde birçok çalışma yapılmıştır.
– Eserde ayrıca Türk kültürüne ve tarihine ait bilgiler de bulunmaktadır.
Karahanlı Türkçesinin Söz Varlığı
Tarih: 1 Mayıs 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Uygur Türkçesinin devamı ve belki de Orta Türkçenin ilk bölümü olan Karahanlı (Hakâniye) Türkçesi, bir önceki döneme göre daha zengin ve gelişmiş bir söz varlığına sahiptir. Uygur döneminde benimsenen birkaç dine ait yabancı sözcüklerden alıntı yapılmıştır. Karahanlı döneminde ise, Türk boylarının Müslümanlığı benimsemesinde önemli bir ilerleme yaşanmıştır. Bunun için bu dönemde söz varlığındaki “tamu” (Soğ. Cehennem), “uştmax” (Soğ. cennet), “muyan” (Sans. hayrat) ve “ajun” (Soğ. dünya) gibi Burkancı veya Manici sözcüklerin çoğu terk edilmiştir. Soğdca, Sanskritçe ve Çince sözcüklerin atılmasının yanında, İslam dininin etkisiyle söz varlığındaki Arapça ve Farsça sözcüklerin oranının arttığı görülmektedir.
Kaşgarlı Mahmut tarafından kaleme alınan Divanü Lûgat-it Türk, Karahanlı dönemi denildiğinde akla gelen ilk eserlerden biridir. Türklerde İslam kültürünün gittikçe artması nedeniyle Arapça ve Farsçaya olan ilginin arttığı bu dönemde Kaşgarlı Mahmut, Türkçenin en az Arapça kadar güçlü ve değerli bir dil olduğunu ortaya koymak ve Araplara Türkçe öğretmek adına bu eseri ortaya koymuştur. Yaklaşık 8.000 madde bulunan bu esere, Türkçedeki Arapça – Farsça sözcükler alınmamıştır. Yabancı sözcük olarak yalnızca Türkçeye çok önceki dönemlerde giren ve artık Türkçe kabul edilen bazı Türkçe, Moğolca ve Soğdca sözcükler bulunmaktadır. Divan’da bulunan sözcükler, “aşıç” (DLT, I-52; tencere), “börk” (DLT, I-349; başlık), “erdem” (DLT, I-51; fazilet), “ködeç” (DLT, I-360; bardak) ve “tolumlug” (DLT, I-498; silahlı) örneklerindeki gibi Türkçe kökenli olmaları bakımından dönemin söz varlığı özelliklerini gösterdiği için önem taşımaktadır.
Etkili Ders Çalışmanın İlkeleri
Tarih: 8 Ağustos 2012 | Bölüm: Eğitim | Yorumlar: 32 Yorum var.
Ders çalışmaktan çabuk sıkılan öğrencilerin bayağı arttığını görünce, bu konuda birkaç ilke belirleyip çalışmaları kolaylaştırmanıza yardımcı olmak istedim. İlkeleri belirlemeden önce, öğrencilerin şunu bilmesinde yarar var: Normal koşullar altında ve benzer zekâ gelişimlerine sahip bireylerin öğrenme düzeyleri paralellik gösterir. Yani kişilerin öğrenme becerileri, yaşıtlarıyla genellikle benzer niteliktedir. Elbette öğrenme becerisinde “sayısal / sözel eğilim“, “istek“, “zekâ düzeyi“… gibi etkenler etkili olsa da, “benzer” kişilerin benzer öğrenme güçlükleri çektiğini gördüğümüz için, böyle bir genelleme yapmanın pek de yanlış olmayacağını düşünüyorum.
“Öğrenme” amacıyla yapılan çalışmalarda aşağıda sıralayacağım ilkeler göz önünde bulundurulursa, daha etkili bir çalışma gerçekleştirilebilir:
1. Her şeyden önce dersin içeriğini kavrayabileceğinize inanmanız ve bu yönde kendinizi güdülemeniz gerekmektedir. Ders hakkında eğer bir ön yargı taşıyorsanız, onlardan kurtulmanız gerekir. Örneğin; “Ben matematik dersini başaramam.” demekten uzak durmalısınız. Çünkü inanmak, başarmanın önemli bir kısmını oluşturur. Eğer sürekli kendinizi o dersi başaramayacağınız yönünde bir düşünceye zorlarsanız, psikolojide “kendini gerçekleştiren kehanet” adı verilen durumla karşılaşmanız olasıdır.
2. Dersi başarabileceğinize inandıktan ve bu yönde kendinizi güdüledikten sonra, uygun bir çalışma ortamı hazırlamanız gerekir. Bu çalışma ortamı çalışmayı engelleyecek veya olumsuz yönde etkileyecek bütün öğelerden arındırılmış olmalıdır. Mümkünse herkesin sıkça girip çıkmadığı özel bir odada, çevrede dikkatinizi dağıtacak şeylerin bulunmadığı bir yerde ders çalışmaya özen gösterin. Eğer bilgisayara çok fazla vaktini ayıran biriyseniz, bilgisayar masasında ders çalışmaktan kaçının. Veya çevrenizde sürekli bakışlarınızı ve dikkatinizi ona kaydırabileceğiniz bir nesne (oyuncak, süs eşyası, resim…) varsa, onları kaldırmayı deneyin. Ortamın sıcaklık, ışık, hava, ses… gibi yönlerden uygun olmasına dikkat edin. Çalışma sırasında oturacağınız sandalyenin – koltuğun çok sert veya çok yumuşak olmamasına özen gösterin.
Dil ve Toplum İlişkisi – Yavuz TANYERİ
Tarih: 30 Ekim 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: Yorum yok.
Bir arada yaşayan insan topluluklarının “toplum” niteliğine kavuşabilmesi için gerekli en temel öğelerden biri, hiç kuşkusuz dildir. Çünkü toplumlar, aralarında birçok yönden “ortaklık” bulunan toplulukların oluşturduğu yapılardır. Kültür, tarih, soy, inanç ve dil gibi ortaklıklar, toplumları oluşturan “temel yapı taşları” olarak kabul edilebilir. Bu yapı taşlarının her biri, kendi içinde olduğu kadar, diğer yapı taşlarını etkileme açısından da çok önemlidir. Çünkü bir toplumun kültüründeki etkiler, doğal olarak diline de yansır. Aynı biçimde dildeki değişmeler de, kültüre yansır.
Diller, toplumların ihtiyaçlarından doğmaktadır. İlk dilin doğuşu ile ilgili bilimsel, felsefi, efsanevi ve dini boyutta türlü görüşler vardır. Fakat bu görüşlerin çoğu, bir “ihtiyaç” temeline dayanmaktadır. İnsanlar, yaratılışları gereği iş birliği yapmak, çevresindeki olayları ve nesneleri anlayıp ifade etmeye çalışmak ve düşüncelerini paylaşıp kendini ifade etmek için bir anlaşma aracının gerekliliğini hissetmişlerdir. Bu arayışın sonucunda, bir iletişim aracı olarak “dil” ortaya çıkmıştır.
Doğal süreci içerisinde oluşan ve Esperanto gibi “yapma” olmayan bütün doğal diller, toplum ürünüdür. Toplumu oluşturan bütün bireylerin “dil oluşturma becerileri” ölçüsünde oluşup gelişen diller, bu yönleriyle bütün toplumların ortak değerlerinin de aynası durumundadırlar. Dili oluşturan bireyler, kültürlerini, inanç yapılarını, gelenek ve göreneklerini, yaşayış biçimlerini ve bunun gibi bütün toplumsal değerlerini dillerine yansıtırlar. Arabistan çöllerinde yaşayan Araplar’ın dillerinde, “deve” hayvanı için yüzden fazla sözcük bulunmasına rağmen, Grönland’da yaşayan insanların dillerinde ancak resimlerde veya televizyonlarda gördükleri bir deve görüntüsünü karşılamak için kullandıkları bir veya iki sözcük bulunmaktadır. Aynı biçimde, binlerce yıldır söylencelerimizde işlenerek Türklerde kutsallık kazanan “kurtları” karşılamak için, Türkçede onlarca sözcük bulunmaktadır. Kuşkusuz bunlar, toplumların yaşayış biçimlerinin dildeki yansımalarıdır.