- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Olay Yazısı Nedir?

Belli bir olay temelinde gelişen ve içerisinde hikâye unsurlarını barındıran metinler genellikle olay yazısı olarak kabul edilir. Edebiyatımızda öykü, roman, masal, anı vb. yazı türleri olay yazısı olarak nitelendirilen metinlerdir. Bu tür yazılarda yazar, genellikle bir olay örgüsüne bağlı kalarak ve hikâye unsurlarını işleyerek bir kurgu yaratır. Gerçek veya hayali unsurlarla örülen bu olaylar, yazının temelini oluşturur. Zaman ve yer kavramları ile olayların kahramanı belirli bir düzlemde bir araya getirildiğinde ortaya bir olay yazısı çıkar.

Düşünce yazılarından farklı olarak olay yazılarında yazar, bir konuda bilgi vermek veya kendi duygu – düşüncelerini paylaşmak yerine, okuyucuya güzel zaman geçirmek veya vermek istediği mesajı onun zihninde bir olay örgüsüyle canlandırmayı amaç edinir. Yani olay yazılarında düşüncelerden ziyade, olaylar ön plandadır. Elbette bu olayların içinde yer alan kişiler -yani varlık kadrosu- ayrıntılarıyla verilir. Zamanı ve mekânı belli olan bu olaylar silsilesi, bir kurguyu meydana getirir. Tıpkı bir sinema filmini andıran bu kurgular, olay temelli yazılar olarak adlandırılır.

Tüm olay yazılarında mutlaka “serim, düğüm ve çözüm” bölümleri bulunur. Düşünce yazılarında bu “giriş, gelişme ve sonuç” bölümleri şeklindedir. Serim bölümünde yazar genellikle şahıs kadrosu, yer, zaman ve olaylar hakkında genel bilgilendirmelerde bulunur. Okuyucunun birazdan anlatacağı olayları daha iyi anlayabilmesi için bir tanıtım niteliğinde giriş yapılır. Ardından bu unsurların belli bir derinlikte işlendiği düğüm bölümü gelir ve orada olaylar iç içe geçer. Okuyucuda merak duygusu uyandırılır, olayların ne şekilde devam edeceği ve sonlanacağına dair okuyucu kafasında olayları canlandırır. Çözüm bölümünde ise yazar, olayları nihayete erdirir ve okuyucunun zihnindeki soru işaretleri cevap bulur.


Olay yazılarında genellikle öyküleyici ve betimleyici anlatım biçimi kullanılır. Düşünce yazılarında ise çoğunlukla açıklayıcı veya tartışmacı anlatım hâkimdir. Olay yazılarında da tıpkı düşünce yazılarında olduğu gibi benzetme veya karşılaştırma gibi çeşitli düşünceyi geliştirme yollarından faydalanılabilir. Burada esas hareket noktamız, olay yazılarının bir olay örgüsü temelinde gelişen bir metni ifade ediyor olmasıdır. Eğer yazıda bir düşünce ele alınıyor ve bununla ilgili öznel veya nesnel açıklamalar yapılıyorsa, burada bir olay yazısından söz etmek mümkün değildir.

Edebiyatımızda olay yazısı olarak kabul edilen türler,  “roman, hikâye (öykü), anı, tiyatro, masal, fabl, efsane, destan” şeklinde sıralanabilir. Bu metinlerin hepsinin ortak özelliği bir olay örgüsüne sahip olmaları, hikâye unsurlarını barındırmalarıdır. Olay yazıları gerçek hayattan alınabileceği gibi, kişinin hayal gücü ile meydana gelen kurguları da içerebilir. Bilim-kurgu romanları, Ömer Seyfettin’in hikâyeleri, okuduğunuz bütün masallar, Türk destan veya efsaneleri… hep olay yazısına örnektir. Ayrıca daha iyi anlayabilmeniz için aşağıda bir olay yazısı örneği yer almaktadır:

Dilsiz Kral

Issık Gölü’nün kıyısında kurulmuş küçük bir ülke varmış. Bu ülkenin zengin bir padişahı ve gözünden sakındığı Ayaz adında biricik oğlu varmış. Oğlu doğduğunda kral 40 gün 40 gece şenlik yaptırmış, tüm ülkede davullar çalınıp oyunlar oynanmış. Zaman geçmiş, oğlu üç dört yaşlarına gelmiş fakat gariptir ki kralın oğlu hiç konuşmazmış. Ne bir baba, ne bir mama kelimesi çıkarmış ağzından. Kral bunun pek hayra alamet olmadığını anlamış ama danıştığı bilge kişiler, bir süre daha beklemesi gerektiğini söylemişler.

Ayaz 10 yaşına basmış ama ağzından tek bir kelime bile çıkmamış. Kral köylere, dağlara, yaylalara, şehirlere haber salmış. Büyücüler, bilgeler, kâhinler… kim varsa danışmış, onlardan yardım dilemiş. Çocuğa ne yapmışlarsa da ağzından tek bir kelime çıkarmayı başaramamışlar. Çocuk konuşamadığı için kimsenin yanında da durmaz, yalnız kalmak istermiş. Yıllar yılları kovalamış ve Ayaz bir gün yalnız başına yürüyüşe çıkmış ve gölün kıyısına gelip oturmuş. Ağacın altından aldığı bir kozalağı suya fırlatmak üzereyken, suyun içinde bir şeyin kıpırdadığını hissetmiş. Suya yaklaşıp eğilince, güzeller güzeli bir deniz kızının suyun altında dans ettiğini görmüş.

Deniz kızının güzelliğini seyrederken bir anda kendini suyun içinde bulmuş. Deniz kızı onu görünce hemen derinlere doğru kaçmaya başlamış. Yüzmeyi iyi bilen ve çok seven Ayaz da kızın arkasından derinlere doğru dalmış. Az ileride etrafından ışıklar saçılan bir kapıdan deniz kızının içeri girdiğini fark etmiş. Ayaz da o kapıya yaklaşmış ve göz kamaştıran bir zerafetin, bolluk ve bereketin fışkırdığı, masal diyarı gibi bir yerde gözlerini açmış. Burası bir yer altı ülkesiymiş ve deniz kızı aslında bu ülkenin kralının kızıymış.

Ayaz bir yandan deniz kızını ararken, bir yandan da etrafında gördüğü türlü yemişlerle dolu ağaçların, hayatı boyunca hiç görmediği güzellikte kuşların büyüsüne kapılmaya başlamış. Bir süre gezindikten sonra uzakta ihtişamlı bir saray görmüş. Belki deniz kızını bulmasına yardım eder diye saraya gidip yardım dilemeyi düşünmüş. Saraya doğru giderken rengarenk bezenmiş bir bülbülün Ayaz’a seslendiğini işitmiş. Bu bülbül kendi dilinde bir şeyler söylüyormuş. Ayaz her ne kadar onu anlayamasa da kuşu takip etmeye başlamış.

Ayaz bu gizemli ülkenin en ıssız yollarından geçerek nihayet saraya varmış. Kralın huzuruna kadar çıkmış fakat derdini anlatmak için bir türlü konuşamıyormuş. Kral, Ayaz’ın bu diyarda yabancı olduğunu ve belki de kendisinden korktuğu için bir anda dilinin tutulduğunu düşünerek üzülmüş ve onu akşam yemeğe davet etmiş. Ayaz bunu memnuniyetle kabul etmiş. Yemeğe kralın kızı da gelmiş ve Ayaz’ı görür görmez tanımış. Ayaz da gördüğü deniz kızının karşısında olduğunu anlayınca bir anda tutulup kalmış. Deniz kızı, harikalar diyarının bilgesine gidip Ayaz’ın dilinin çözülmesi için ne yapabileceğini sormuş. Bilge de onlara çok özel otlar karıştırarak şifalı bir karışım hazırlamış ve şöyle demiş:

Bunu içmeden önce mutlaka ona bir sırrını vermelisin. Bu sırrı bir kişiyle paylaşmadığı sürece konuşabilecek. Olur da bir gün bu sırrı biriyle paylaşırsa, o anda dili tekrar tutulacak.

Bunun üzerine deniz kızı, babasının sarayındaki hazinelerinin bulunduğu yeri Ayaz’la paylaşmış ve bunun sır olarak aralarında kalmasını istemiş. Ayaz da kabul edip şifalı içeceği içmiş. Anında dili açılan Ayaz, deniz kızına ve bilgeye defalarca teşekkür etmiş. Birkaç gün sarayda ağırlandıktan sonra Ayaz kendi ülkesine dönüp babasıyla konuşmuş. Oğlunun artık konuşabildiğini gören babası çok mutlu olmuş. Ayaz bir süre sonra deniz kızını özlediğini ve ona aşık olduğunu fark etmiş. Onu tekrar görmek arzusuyla yine gölün yanına gelmiş, gizemli kapıdan geçerek deniz kızını bulmuş. Ona evlenme teklifinde bulunmuş. Deniz kızı teklifini kabul etmiş.

Ayaz kendi ülkesinde büyük bir düğün hazırlığı yapmış. Gelgelelim o yıllarda bir kıtlık baş göstermiş. Öyle fırtınalar olmuş ki ülkede ne bir buğday başağı ne bir meyve kalmış. Hayvanların çoğu açlıktan ölmüş. Ayaz’ın babası oğluna güzel bir düğün hazırlığı yapmayı hayal ederken, sarayında isyanlar başlamış. Halk açlık ve sefalet içinde kalmış. Kral, sahip olduğu her şeyi satıp başka diyarlardan yiyecekler taşıtmış ülkesine ama onlar da bir süre sonra bitmiş. Ayaz’ın aklına bir fikir gelmiş. Deniz kızının babasının hazinesinden ödünç olarak altınlar ve değerli taşlar alıp, tekrar eski günlere döndüklerinde geri vermeyi aklından geçirmiş.

Hemen babasını da yanına alıp deniz kızının yanına gitmişler. Deniz kızı onları çok güzel karşılamış ve sarayda ağırlamış. Ayaz, deniz kızıyla babasını bir araya getirerek hazineden biraz altın almayı isteyeceği anda, deniz kızı ile aralarındaki sırrı farkında olmadan babasıyla paylaştığı için bir anda dili tutulmuş. Eski günlerdeki gibi konuşamaz, tek bir kelime söyleyemez olmuş. Deniz kızı olanları anlayınca onu tekrar bilgenin yanına götürmüş. Bilge, Ayaz’ın sırrını paylaştığı kişinin dünyasında konuşmasının mümkün olmadığını, ancak hayal dünyasında konuşabilecek bir şifalı içecek hazırlayabileceğini söylemiş. Bunu kabul etmişler ve şifalı içeceği içen Ayaz, yeniden konuşmaya başlamış.

Kendi dünyasında yaşayamayacağını anladığı için düğünlerini hayal dünyasında yapıp evlenmişler. Babası, yokluk içindeki halkına dayanamayıp kendi ülkesine dönmüş. Ona verdikleri altınlarla halkını yeniden mutlu etmiş, sonrasında kıtlık bitince yeniden eski günlerdeki gibi güzel ve mutlu bir ülkenin kralı olmaya devam etmiş. Oğlunu özlediğinde ise gizemli kapıdan geçerek hayal dünyasına geliyor ve onlarla birkaç gün geçirip kendi ülkesine dönüyormuş. Bu şekilde hepsi mutlu mesut yaşamışlar.

Orkun KUTLU

Orkun Kutlu