- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Şeyh Galip

şeyh galipAsıl adı Mehmed’dir. Şiirlerinde önce “Es’ad” daha sonra da “Gâlib” mah­lasını kullanmıştır. Babası ve dedesi Mustafa Reşid ve Mehmed efendiler de kendisi gibi Mevlevî, ilim-irfan sahibi ve şair kimselerdi. İlk eğitimini babasın­dan görerek ondan Farsça öğrenen Gâlib, daha sonra Galata Mevlevîhânesİ Şeyhi Hüseyin Dede ve Hoca Neş’et Efendi’den dil ve edebiyat dersleri almış, genç yaşlarda şiire başlamıştır.

Çocukluk yıllarından itibaren Vak’anüvis Pertev, Reisülküttâb Râşid gibi çağdaşlarına; Fuzûlî, Hayalî Beğ, Nâbî ve Nedîm gibi es­ki üstatların şiirlerine nazireler yazıyor ve İran şairlerinden Şevket-i Buhârî’nin Sebk-i Hindî üslûbunu uygulamaya özen gösteriyordu. Henüz 24 yaşındayken ilk şiirleri divan oluşturacak bir yekûn oluşturan Gâlib, bundan iki yıl kadar sonra da Hüsn-ü Aşk’ı nazmetmiştir.

Otuz yaşlarındayken ailesine haber vermeden an­sızın Konya’ya giderek çileye başladıysa da anne ve babasının ısrarlı mektupla­rı ve Ebûbekir Çelebi’nin ricası üzerine çilesinin geri kalan kısmını Yenikapı Mevlevîhânesİ’nde tamamlamak üzere İstanbul’a döndü. Binbir günlük çile so­nucunda 11 Haziran 1787’de “dede” ve “hücre-nişîn” oldu ve Ali Nutkî Dede’den hilâfet aldı. Çile süresince şiirle uğraşmayan Gâlib, tekrar yazmaya baş­ladı. Şiir ve musikîden çok hoşlanan ve Mevlevîliğe ilgi duyan Sultan III. Selim, Gâlib’in şiirlerini beğenenler arasındaydı.



Galata Mevlevîhânesİ postnişîni Halil Nu’man Dede’nin makamından alınarak yerine getirilen Abdullah Dede’nin yol­da vefatı üzerine Gâlib, henüz 34 yaşlarındayken Galata Mevlevîhânesİ şeyhliği­ne getirildi. Bu arada padişah ile Gâlib arasındaki yakınlık da gittikçe artmaktay­dı. Sultan Selim, Gâlib’in talebiyle mevlevîhâneyi ve Mevlânâ’nın Konya’daki türbesini tamir ettirmiş, sandukaya örtülecek pûşîde üzerine yazılmak üzere ken­disinden bir beyit istemiştir. Daha sonra bu yakınlık padişahın annesi Mihrişah Sultan ve kız kardeşleri Beyhan ve Hatice sultanlarla rahatça görüşebilecek ka­dar ilerlemiştir. Ancak bu yakınlık ve şöhret fazla sürmemiş, şair henüz 42 yaşın­dayken ansızın rahatsızlanarak bir rivayete göre verem olarak vefat etmiş ve Ga­lata Mevlevîhânesİ’ne defnedilmiştir. Gâlib’in orta boylu, zarif, güler yüzlü ve nüktedan biri olduğu rivayet edilir.

Gâlib klâsik şiirin son büyük şairi olarak kabul edilir. Fuzûlî’nin lirizmi, Bâ-lû’nin İstanbul Türkçesi, Nedîm’in coşkulu edası ve Nâbî’nin güçlü fikirleri gibi neredeyse kendinden önce yetişen bütün büyük şairlerin özelliklerini kendin­de toplayan Gâlib’in temel kaynağı Mesnevî’dir. “Sebk-i Hindî”nin Türk edebi­yatındaki en güçlü temsilcilerinden olan Gâlib’in şiirleri, bu üslûbun kaçınılmaz gereği olarak güçlü semboller ve zaman zaman çözülmesi zor ifadelerle doludur. Klâsik şiirin yerleşik mazmunlarını kullanmakla birlikte, şiirlerinde kendine has yeni mazmunlar geliştirmekten hoşlanan bir şairdir. Mevlevîlik muhitinde yeti­şerek şeyhlik makamına kadar yükselen Gâlib’in şiirlerinde tasavvuf düşüncesi­nin önemli bir yeri vardır. Diğer mutasavvıf şairler gibi didaktik bir kaygı içeri­sinde olmayan Gâlib, özellikle ilâhî aşkı terennüm ettiği şiirlerinde coşkun bir li­rizmi yakalamayı başarmıştır.

Tasavvuf, Nailî ve diğer Sebk-i Hindî şairlerinde olduğu gibi derindedir. Şiirlerinde bağlı olduğu Hint Üslûbu’nun tesiriyle ıstırap temasının önemli bir yeri vardır. Oldukça geniş ve güçlü bir muhayyileye sahip olan şairin renkli, canlı, mücerret kavramlar ve remizler üzerine kurulu, geniş ve parlak bir hayal dünyası vardır. Hatta o, Sebk-i Hindî’nin etkisiyle mücerret kav­ramlar üzerine dayandırdığı hayallerini müşahhas kavramlarla birleştirmiştir. Klâsik bediî üslûptan ayrılmayan Gâlib, bu devirde oldukça revaçta olan mahal-lî-folklorik üslûba fazla temayül göstermemiş, sadece hece vezniyle bir şarkı ve sade bir Türkçeyle de bir gazel kaleme almıştır.

Ahenkten çok mânâya önem ver­diği için zengin ve renkli hayalleri ile duygu ve düşüncelerini en iyi şekilde yan­sıtacak derin, ahenkli ve ince anlamlı kelimeleri bulup kullanmağa özen göster­miştir. Bunu yaparken özellikle Farsça kelimeler ile terkiplerden istifade etmesi, sözü kısaltıp anlamı güçlendiren teşbih, istiare, mecaz, kinaye, telmih gibi sanat­lara ve mücerret anlamlı kelimelere yer vermesi, kendisini zor ele veren bir şair olmasına sebep olmuştur. Ancak o, “Ol şâ’ir-i kâm-yâb benem kim Gâlib I Eş’ârımıfehın eylememek ayb olmaz” diyerek şiirlerinin anlaşılmamasını ayıp te­lakki etmemiştir.

Şeyh Gâlib’in 28 kaside, 69 tarih, 14 tercî-bend, 8 müseddes, 19 tahmis, 3 muhammes, 11 şarkı, 19 beyit, 13 mesnevî, 371 gazel, 1 mersiye, 2 lügaz, 48 kıt’a, 63 rubaî, 4 müfred ve bir bahr-i tavîlden ibaret divanının Türkiye kütüpha­nelerinde 44 civarında yazma nüshası vardır. Arap harfleriyle basılan (Dîvân-ı Şeyh Gâlib, Bulak 1252) Dîvân üzerine Abdülkadir Gürer (Şeyh Gâlib Dîvânı, Anka­ra Üniv. SBE, Ankara 1994 [yayımlanmamış doktora tezi]) akademik bir çalışma yap­mış, Naci Okçu ilmî (Şeyh Gâlib Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umumî Tahlili ve Divanının Tenkidli Metni, 2 c, Ankara 1993), Muhsin Kalkışım ise popüler (Şeyh Gâlib Divanı, Ankara 1994) birer yayımını gerçekleştirmişlerdir.

Bir incelemeyle birlikte şiirlerinin bir kısmı Abdülbâki Gölpınarlı (Şeyh Gâlib Divam’ndan Seçmeler, İstanbul 1971, Ankara 1985 ve 1986; Seçmeler ve Hüsn-ü Aşk, İstanbul 1976;  Şeyh Gâlib, Ankara 1988), Ali Alparslan (Şeyh Galib, Ankara 1988) ve Halûk İpek ten (Şeyh Gâlib Hayatı, Sanatı, Eserleri, Ankara 1976) tarafından neşredilmiştir.

Kim Kimdir? sayfasına dön! «|