Nesimi
Âşık Çelebi ve Faik Reşâd’a göre Diyarbakır, diğer kaynaklara göre Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabasında doğdu. Asıl adı Imâdüddîn’dir. Türk sûfîsidir. Şeyh Şiblî’nin dervişlerindendir. Daha sonra Fazlullah-ı Hurûfî’ye intisap etmiş, I. Murad devrinde Anadolu’ya gelmiştir. Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmek istediyse de, bu isteği Hacı Bayram-ı Velî tarafından kabul edilmemiş, sonrasında Halep’e gitmiş ve orada derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Türk edebiyatının en lirik, en coşkun şairlerinden biri olan Nesîmî, özellikle Bektaşiler ile vahdet-i vücud akidesini benimseyenler arasında büyük bir sûfî olarak kabul edilmiş, hakkında birçok menkıbe yazılmıştır. Şiirde büyük bir kudret göstererek çoğunlukla kendi akidesini telkine çalışmış, âşıkane şiirler de söylemiştir.
Nesîmî’nin hayatında hiç şüphesiz en önemli hâdise Fazlullah-ı Hurûfî ile buluşmasıdır. Bu buluşmadan sonra Nesîmî‘nin gerek hayatında gerekse şiir üslûbunda büyük değişiklikler olmuştur. Nesîmî’nin bu buluşmadan önce yazmış olduğu şiirlere bakılınca, onları geniş bir edebî ve dinî bilgi ve kültürle yazdığı görülmektedir. Bu şiirlerde daha çok Ahmed-i Yesevî ve Mevlânâ‘nın “hikemî söz, tâlimî edâ ve nasihat etme arzusu” hâkimdir.
Bu şiirlerinde lirizmi henüz yakalayamayan şairin dili tutuk olup, fikirlerini ifade etmede bazı güçlükler çekmektedir. Bu dönemde şairin Seyyid, Naîmî, Seyyid Nesîmî ve Hüseynî mahlaslarını kullandığı dikkati çekmektedir. Fazlullah-ı Hurûfî ile karşılaştıktan sonra yazdığı şiirlerde Sünnî akideye ters düşen, hiçbir ilmî temele dayanmayan ve naklî delile istinat etmeyen harfler dünyasına girerek, onun savunucusu ve yayıcısı olmuştur. Şiirinin temel noktası, artık “Hurufîlik” diye adlandırılan bu inancın propagandası olmuştur. Nesîmî özellikle bu dönemde yazdığı şiirlerde lirizmi yakalamıştır. Bu noktada, “Hurufîlik” hakkında biraz bilgi vermek uygun olacaktır:
Varlığın zuhuru sesledir. Her şeyin hakikati ve varlığın özü sestir. Ses, canlılarda bilfiil, cansızlarda ise bilküvve mevcuttur. Sesin kemâli kelâmdır. Allah’ın asıl mahiyeti bir “kenz-i mahfî” olup, ilk tecellisi kelâm şeklinde görülen “illet-i u’lâ”dan ibarettir. Kelâm, yani söz insanda, sesle kendini gösterir. Söz harflerden meydana gelir. O halde sesin ve sözün aslı harftir. Kur’ân-ı Kerim yirmi sekiz harfle yazılmış, Hz. Muhammed bu yirmi sekiz harfle konuşmuştur. Fazlullah’ın Câvidân-nâıne’s’ı otuz iki harfle yazılmıştır.
İnsan Âdem’in oğlu olması hasebiyle, Allah’ın suretinde yaratılmıştır. Ke-lîmât-ı İlâhiyye’nin tam ve kâmil bir mazhandır. Allah, kendi zatında gizli olarak bulunan gayr-i maddî yirmi sekiz veya otuz iki harfi Âdem’de zuhura getirmiştir. Âdem’in dolayısıyla her insanın yüzünde yirmi sekiz veya otuz iki harfi ve Kur ‘ân’ı nakşetmiştir. İnsanın yüzünde yedi siyah hal vardır: İki kaş, dört kirpik, bir saç. İnsan bu yedi hatla anadan doğduğu için bunlara “Hutût-i Ümnıiye” yâni ana hatları denir. Bunlar, hatlar ve yerleri “hâl, mahal” olarak hesaplanınca on dört olur. Erkekte ergenlik çağında ortaya çıkan yedi hat daha vardır: Sağ ve sol yanlarda iki bıyık, iki sakal, iki burun hatları bir de alt dudak ile çene arasındaki çukur. Bunlar da ana hatları gibi hâl ve mahal olarak on dört olur. Böylece tamamı yirmi sekiz eder.
Gerek “hutût-i ebiyye”, dört unsurdan (hava, su, toprak, ateş) meydana geldiği için, ayrı ayrı dörtle çarpılsa, her defasında yirmi sekiz olur. Bu da Kur ‘ân’in yazıldığı yirmi sekiz harfe tekabül eder. Eğer saç ortadan ikiye ayrılırsa “hutût-i Ummiye” sekiz olur. Yine dört unsurla çarpılırsa otuz iki eder. Eğer saç ve alt dudak altındaki çukur, istiva ile ortadan ikiye bölünürse her yüzde sekizer hat olur. Tamamı on altı eder. Bunlar da, hâl ve mahal olarak otuz iki olur ki, bu da Câvidâu-nâme’nm yazıldığı otuz iki harfe tekabül eder. Fatiha sûresi Kur’ân’ın özüdür ve yedi âyettir. Bir adı da “Seb’a’l-mesânî” olan Fatiha, yüzdeki yedi hatta mukabildir. Okunduktan sonra ellerin yüze sürülmesi de buna işarettir.
Fâtiha’da yedi harf yoktur. Havva’nın, yani kadının yüzünde de baba hatları yoktur. Bu yüzden de Fâtiha’ya “Ümmü’l-kitâb” denilmiştir. İnsanın el ve ayaklarında on dört mafsal vardır. Bunlar da hâl ve mahal itibariyle yirmi sekiz eder. Ayrıca kollar dirseklerle beraber yıkanır, yani dirsekler ve bilekler ile beraber iki elin yirmi sekiz mafsalı otuz iki eder. İşte bu şekilde insanın bütün azaları, bu hesaba katılırsa, neticede yirmi sekiz veya otuz iki elde edilir. Hz. Muhammed yirmi sekiz harfle konuşmuştur. Bu yirmi sekiz harfe “Hurûf-i Hâtem” denir. Fazlullah ise otuz iki harfle konuşmuştur. Bu otuz iki harfe de “Hurûf-i Âdem” denir.
Kur’an’ın sırrı, yirmi dokuz sûrenin başındaki “hurûf-i mukatta’ât” tadır. Bunlar gayr-i mükerrer on dört harftir: Hutût-i Ümmiye ve hutût-i ebiyye bu hurûf-i mukatta’ât mukabilindedir. Hurûf-i mukatta’ât bastedilirse, yani söylendiği gibi yazılırsa on yedi olur. Bu on yedi harfe “Muhkemât” denir. Seferî olmayan bir kişi, bir günde on yedi rekat farz namaz kılar. Seferi olan ise on bir rekat namaz kılar. Bu, muhkemât olan on yedi harften geriye kalan on bir harf sayısıncadır. Bu harflere “Müteşâbihât” denir. İkisinin toplamı yirmi sekiz eder. Seferî olmayan, her gün on yedi, Cuma günü ise on beş rekat namaz kılar, tamamı otuz iki olur. Hac sırasında Kabe’yi yedi kere tavaf, “hutût-i ümmiye”yi anlatmaktadır. Zekât, hakikat-i Âdem’e erişmekten kinayedir. Kıyamet üçtür: Birincisi ruh-i izafrnin ruh-i küllî’ye ulaşmasından ibaret olan “kıyâmet-i sugrâ”. ikincisi “Mûtû kable entemûtû” sırrının tahakkuku olan “kıyâmet-i vus-tâ”, üçüncüsü ise bildiğimiz anlamdaki kıyamettir ki, onun da adı “kıyâmet-i kübrâ”dır. Fazlullah’ın zuhuru da bir kıyamettir. Zira; o “ilm-i tevil”i izhar etmiş, yâni hakayık zahir olmuştur.
İsâ ile Mehdî aynı kimsedir. Deccâl, ilm-i hurûf’u bilmeyen kimsedir. Mehdî’nin zuhuruyla bütün diller birleşecektir.
Hurûfîler işte böylece namazı, orucu, haccı, zekâtı, bütün şeriat hükümlerini yirmi sekiz veya otuz ikiye tatbik ile tevil ederler ve bunlardan maksadın, insanı bulmak ve Fazlullah’a ulaşmak olduğuna inanırlar. Hurûfîlcrce kâinatın devri üç esas üzerinedir. Nübüvvet, imamet ve ulûhiy-yet. Nübüvvet, Hz. Âdem ile başlamış, kemâlini Hz. Muhammed’de bulmuştur. İmamet, Hz. Ali ile başlamış, on birinci imam Hasanü’l-Askerî ile son bulmuştur. Mehdî olan Fazl’ın zuhuru ile de ulûhiyyet devri başlamıştır. Bütün peygamberler Fazl’ın tanığı ve müjdecisidir. Fazl son zuhurdur. Fazlullah, bütün ibadetlerin yerine getirilmesi görüşünde olmasına rağmen; kendisinden sonra halifeleri, bütün teklifâtı ortadan kaldırmışlardır. Giderek, ahireti. ruhu, ruhun ölümsüzlüğünü inkâr etmişlerdir. İnsan yüzüne secde etmekten hareketle Fazlullah’a tapmayı, imanın temel şartı hâline getirmişlerdir.”.
Birçok yazma nüshası bulunan Nesîmî Dîvânı, 3 mesnevi, 457 gazel, 4 rnüstezad, 1 murabba, 3 terci-bend, 315 tuyug ve 4 beyitten oluşmaktadır. Nesîmî’ nin Türkçe Dîvânı, Türkiye’de eski harflerle beş defa, yeni Türk harfleriyle biri “seçmeler” hâlinde (Kemâl Edib Kürkçüoğlu, Seyyid Nesîmî Dîvâm’ndan Seçmeler. Ankara 1985.) üç kere (Hüseyin Ayan, Nesîmî Dîvânı, Ankara 1990; Hüseyin Ayan, Nesîmî. Hayalı. Edebî Kişiliği ve Türkçe Divanının Tenkitli Metni, Ankara 2002) neşredilmiştir. M. Fatih Koksal, Nesîmî‘nin Türkiye’de yayımlanmış Nesîmî divanlarında yer almayan 36 tane tuyugunu ilim âlemine tanıtmıştır.
Nesîmî’nin Türkçe Dîvânı üzerinde Azerbaycan’da da çeşitli çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki, Selman Mümtaz tarafından gerçekleştirilmiştir (Seyyid İmâdeddîn Nesîmî, Divan. Bakı 1926). Kemâl Edib Kürkçüoğlu bu divanı, düzenleniş biçimi, eksikliği ve Türkiye’de neşredilen divanlardaki hataları aynen aktarmasından dolayı eleştirmiştir. Cihangir Gehramanov, divanın tanıklı bir sözlüğünü yayımlamıştır (Nesîmî Dîvânı Leksikası, Bakı 1970). Ayrıca aynı yazar tarafından Arap harfleriyle ve tenkitli metin hâlinde de neşredilmiştir (İmadeddin Nesîmî, Eserleri, 3 c.. Bakı 1973). Bu yayım, ihtiva ettiği şiir sayısı bakımından basılı Nesîmî divanlarının en hacimlisi olması bakımından dikkat çekicidir.
Nesîmî’nin bir divan oluşturacak kadar Farsça şiirleri de vardır. Bunların bir kısmı bazı yazmalarda Türkçe şiirler arasında yer almaktadır. Farsça Dîvân ‘in bir nüshası Ayasofya Kütüphanesi’nde 3977 numarada kayıtlıdır. lb-86a arasında yer alan divanda 2 mesnevi, 202 gazel, I tercî- i bend, 1 kıt’a, 20 rubaî yer almaktadır. Hurufîliğe ait Mukaddiınetü’l-hakâyık adlı mensur bir eserinin varlığından söz edilmekle birlikte bunun Nesîmî’ye aidiyeti henüz kesinlik kazanmamıştır.
|» “Kim Kimdir?“ sayfasına dön! «|
BENZER KONULAR
- Yazının Bağlantısı: Nesimi
- Yazının Bölümü: N
- Diğer kaynaklarda arayın:
- Etiketler: Bektaşi, Bektaşilik, Biyografi, Biyografiler, Divanı Hikmet, Divanı Hikmet Hakkında Bilgi, Hayatı, Hurufi, Hurufilik, İmadeddin Nesimi, İmaeddin Nesimi, Kim Kimdir?, Kimdir, Kul Nesimi, Mutasavvıf, Nesimi, Nesimi Biyografi, Nesimi Darağacı, Nesimi Divanı Hikmet, Nesimi Eserleri, Nesimi Hayatı, Nesimi Hikayesi, Nesimi Kimdir, Nesimi Yaşamı, Nesiminin Öyküsü, Nesiminin Yaşamı, Şairlerin Biyografileri, Sanatçıların Biyografileri, Seyit Nesimi, Seyyid Nesimi, Sufi, Tasavvuf, Ünlülerin Biyografileri, Yaşam Öyküsü, Yazarların Biyografileri
- Rastgele 10 Yazı:
- Türkçenin Söz Varlığındaki Değişmeler
- Türk Edebiyatında Mektup Türü
- Çanakkale Savaşı ve Atatürk
- Güneş Dil Teorisi – Zeynep Korkmaz
- Sayıların Yazımı
- Cümlede Vurgulanan Öğe / İfade Nasıl Bulunur?
- Söz Varlığının Önemi
(Dil ve Kültür Açısından) - Atatürk İnkılapları / Devrimleri
- Kelime (Sözcük) Grupları
- İskenderiye Feneri / Dünyanın Yedi Harikası
1. Imadeddin Nesimi Azerbaycanin Şamaxi şeherinde doğuldu.
2. Bende siğar iki cahan, ben bu cahana siğmazam, dedi ve derisi soyuldu. Adam Allahdan bele böyük olduğunu demiş. Töbe, töbe.
3. Admin sen bu bilgileri hardan tapdin? Hamisi yalniş!
Kamal qardaş, sen bu bilgilerin yanlış olduğunu hardan tapdın?
Bu bilgilerin tamamı yalnıştır sizi gerekli makama bildimemiz gerekli. Ayıp yaa.