- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Nedim

nedim kimdirAsıl adı Ahmed olup, babası Sultan İbrahim’in saltanat yıllarında kazasker­lik eden ve “mülakkab” diye anılan Muslihüddîn Efendi ‘nin oğlu Mehmed Efendi, annesi ise Karaçelebi-zâde ailesinden Sâliha Hatun’dur. Abdurrahman Şeref adlı amcası da şairdi. İyi bir medrese eğitimi aldıktan sonra Ebe-zâde Ab­dullah Efendi zamanında açılan bir imtihanı kazanarak Hâriç Medresesi mü­derrisleri arasına girmiştir.

Önceleri Şehid Ali Paşa’ya kasideler sunduysa da beklediği karşılığı göremeyen şair asıl hak ettiği ilgiyi Nevşehirli İbrahim Paşa‘dan görmüştür. Paşaya daha vezir rütbesi verilmeden önce bir kaside sunan Nedim’in ikbal devresi, Fâtıma Sultan’Ia evlenen İbrahim Paşa’nın 4 Cemaziye-lahir 1130/5 Mayıs 1718’de sadarete getirilmesiyle başlar. Devletin iç ve dış meselelerinin sükûnete kavuşturulmasından sonra başlatılan imar faaliyetleri arasın­da Fâtıma Sultan’ın sarayı da genişletilmiş, ilâve edilen kütüphane ile Şehzade-başı’ndaki dârülhadis ve kütüphanenin de inşası tamamlanarak bunlarda tefsir dersleri başlatılmıştı.

Bu sırada Ahmed Âşıkî’nin Câmi’ii’d-düvel adlı Arapça eserini Sahâifü’l-ahbâr adıyla Türkçeye tercüme eden Nedim, İbrahim Paşa’nın kütüphanesine memur olarak atandı. Bu arada ileri gelen devlet ricalinin davet ve sohbetlerine de katılan şair, nihayet paşa tarafından Sultan III. Ahmed’e takdim edilmiştir.



Bir zaman sonra 1138/1725-6’da Mahmud Paşa Mahkemesi naipliğine tayin edilen Nedîm, Aynî Tarihi’m tercüme edecek heyete dahil edilir. Bir yıl sonra Molla Kırımı Medresesi’ne, ardından da Sadî Efendi Medresesi’ne atanır. Her geçen yıl ilerleyerek, Eski Nişancı Paşa ve Sahn-ı Semân medreselerine yük­seltilir. 1730 yılında çıkan isyan sırasında Sekban Ali Medresesi’nde bulunmak­taydı. Bir rivayete göre ihtilâl sırasında paniğe kapılarak evinin damından kaç­maya çalışırken düşüp, bir diğer rivayete göre cinnet geçirerek vefat etmiştir. Mezarı Üsküdar Tunusbağı Kabristanı’nın biraz yukarısında, Selimiye Dergâhı civarındaki Çiçekçi mevkiindedir. Mevlevî ve Hamzavîlerde olduğu gibi baş ta­rafı kesik ve kolları kırık bir görünüm arz eden mezar taşına şu meşhur beyti ya­zılmıştı:

Ey Nedim ey bülbül-i şeydâ n ‘içtin hâınûşsun Sende evvel çok nevalar giift ii gûlar var idi

Nedim‘in ilk şiiri, annesinin mezar kitabesi için yazdığı şiirden de önce, kendisinin Gülşenî tarikatına mensup olduğunu gösteren bir tarihidir. III. Ahmed, Şehid Ali Paşa ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa için şiirler yazan ve özellikle paşanın kütüphane memurluğu sırasında devrin Önde gelen şahsiyetleriyle yakın­dan tanışma fırsatı bularak onlara düğün, bayram, zafer, sulh, doğum, helva soh­beti v.b. vesilelerle birçok şiir sunan Nedîm, XVIII. yüzyıl Türk edebiyatında şi­irleriyle yeni bir çığır açan, kendinden sonraki Türk şairlerinde güçlü tesirler bı­rakan müstesna bir şahsiyettir.

Revan’ın fethini hiç görülmemiş biçimde şarkı ile dile getirecek kadar kendisini kaidelere kayıtsız tutar. Yerine göre alabildiğince serbest tavır takınabilen bir şair olmakla birlikte, en laubali şiirlerinde dahi baya­ğılığa düşmeyen bir şahsiyet sergiler. Onun şiirlerinde yer alan sevgililer hayat­tan alınmış gerçek tiplerdir. Nitekim bunlar bazen bir Hıristiyan dilberi, bazen Cezayirli bir âfet, bazen bir çengî güzeli bazen de sarı saçlı, mavi gözlü ve ürkek bakışlı bir sevgilidir. Şüphesiz onun en güzel şiirleri Sadâbâd ve Çırağan eğlen­celeri ile âşıkane ve rindane duygularını dile getirdiği gazel ve şarkılarıdır. Rahat, zarif ve akıcı bir üslûpla terennüm edilen beyitlerinin birçoğu sehlimümteninin güzel örnekleridir.

Söz ile mananın birleştiği, bazen sözün mananın önüne geçtiği ve şiirlerinin tamamen ses ve edadan oluştuğu görül­mektedir. Şiirlerindeki bu ahenk yani musikî dolayısıyla, daha devrinden itibaren birçok musammatı ile rubaîsi bestelenmeye başlanmıştır. Lâle Devri’ni bütün ih­tişamı ve coşkusuyla ebedileştiren şiirleri aynı zamanda o dönemin kültür tarihi için önemli belgelerdir. Çünkü o, şahit olduğu İstanbul’un günlük hayatından çe­şitli sahneleri büyük bir ustalıkla birer tablo hâline getirebilmiştir. İşte Nedim’in bizzat görüp yaşadığı ve hissettiği o dönemi resmeden şiirleri, okuyucuya da ay­nı şeyleri gösterip yaşatma gücüne sahip olduğu için o, çağını aşan bir şair ola­rak telakki edilmiştir.

Kendinden önceki şairlerden mesnevîde Nev’î-zâde ‘Atâ-yî’yi, rubaîde Azmî-zâde Hâletî’yi, kasidede Nef’î’yi, gazelde de Bakî ve Yah­ya’yı üstat sayan Nedîm, mahlas kullanmasa dahi şiirlerinin kendisine ait oldu­ğunun kolayca anlaşılacağı iddiasında ve bilincindedir. Şiirlerinde zevk ve işreti işler, dinî konulara fazlaca girmez. Yaşadığı devirde değeri fazlaca anlaşılama­yan ve Seyyid Vehbî, Osman-zâde Tâib, Kânî ve Salim gibi şairlerin gölgesin­de kalan Nedim’in asıl değeri, kendisinden sonra gelenlerce anlaşılmış ve şöhre­ti artarak günümüze kadar gelmiştir.

44 kaside, 88 kıt’a, 3 mesnevî, 46 musammat, 166 gazel, 2 müstezad, 11 rubaî ve 23 müfredden oluşan Dîvân’ı önce Ha­lil Nihad tarafından eski imlâ ile basılmış (Nedîm Dîvânı, İstanbul 1338-1340), da­ha sonra Abdülbaki Gölpınarlı (Nedîm Divanı, İstanbul 1951,1972) ve Muhsin Ma-cit (Nedîm Divanı, Ankara 1997) yeni harflerle yayımlamıştır. Ayrıca bir incele­meyle birlikte Nedîm’in bazı şiirleri A. İbrahim Gövsa (Nedim, İstanbul 1932), Nevzat Yesirgil (Nedim, İstanbul 1954), Şevket Kutkan (Nedim Divanı’ndan Seçme­ler, Mersin 1992), Hasibe Mazıoğlu (Nedim, Ankara 1988) ve Muhsin Macit (Nedim Hayatı, Eserleri ve Sanatı, Ankara 2000) tarafından neşredilmiştir. Ayrıca Hasibe Mazıoğlu, Nedîm’in şiirleri üzerine bir inceleme yapmıştır (Nedîm’in Divân Şiiri­ne Getirdiği Yenilik, Ankara 1957).

Kim Kimdir? sayfasına dön! «|