- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Nazım Hikmet Ran

nazım hikmet hayatıMarksist ideolojiye bağlananların, bilhassa 1990’dan sonra, en büyük moral kaynağı, onların tek ilâhı olan Nazım Hikmet, gençliğinde ırkçı denilebilecek kadar Türkçü şiirler yazmış, “Ağa Camii” şiirinde, Ağa Camii’nin Beyoğlu kirli muhitinde yalnızlığına acımış, onun bu halini görünce “Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım, Allah’ımın adını daha çok candan andım” demiş şiirin sonunu da şöyle bitirmiştir:

Ey bu camiin ruhu bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlanmayan bu yer,
Bir gün harap olmazsa Türk’ün kılıç kınıyla
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla

Nazım Hikmet, kirli ortamından, günahkâr yuvalarından dolayı bütün bir Beyoğlu’nun baştan başa yanmasını isterken, komünist ideolojiye sıkı sıkıya bağlandıktan sonra, bu ideoloji için hayatını feda etmiştir. Sadece hayatını değil, benliğini, insanlık şuur ve haysiyetini ideolojisi adına makineye teslim etmiştir.
Nazım Hikmet, “Makinalaşmak” isimli şiirinde;

Trrrarum trrrrum, trarrrum,
Trak tiki tak!
Makinalaşmak istiyorum!” diyor.

Makineleşmek isteği “beyninden, elinden, iskeletinden geliyormuş; her dinamoyu altına almak için çıldırıyormuş, tükürüklü dili bakır telleri yalıyormuş, damarlarında, lokomotifleri kovalıyormuş.” Karnına bir “türbin oturtup” kuyruğuna da “çift uskur taktığı gün” “Bahtiyar” olacakmış. Bir insan üretim aşkına da olsa, insanlığını, insanlık şuurunu terk edip bu kadar otomatlaşabilir mi? Maddeci felsefe adına, tekniğe ve teknolojiye teslimiyetini zirve örneği Nazım Hikmet’tir. “Yeni İnsan, Yeni Toplum”da Erich Fromm, insanın emeğini putlaştırmasını ve ona teslim olmasını gerçek putperestlik olarak niteliyor. İnsanın emeğiyle kafasıyla yapılmış olan bir makine olup, robot gibi takır tukur çalışmak, makineye ve tekniğe teslim olmaktır, insan emeğine kurban etmektir.

Descartes, “Makine Hayvan” diyerek hayvanı bir makine gibi görüyordu. 18. yüzyıl materyalistlerinden La Matteri, Descartes’in sözünü bir ileri götürerek; “Makine insan dedi, insanın makine olduğunu anlatan aynı adlı kitabını yazdı. Nazım Hikmet’in uskurlu, dinamolu, motorlu bir makine olduğunu görseydi yine de hayret ederdi”. Ülkemizde senelerdir teknik değer yaratır mı yaratmaz mı, diye tartışılır. Tekniğin nasıl bir yarattığını bu şiir en iyi şekilde ortaya koymuyor mu?

Makine ve makineleşmek bu kadar yüksek bir ideal olabilir mi? Komünist rejimlerde insan makine nizamına uydurulduğu için iradesini kaybetmiş olduğu için Nazım Hikmet bu hali mi anlatıyor? Aslında bu anlayış, materyalist ve sosyalist görüşlerin bir din haline getirilmesinin sonucudur. Buna tasavvufî bir tabirle “fena fi’l-makine” makinede yok olmak denebilir. Tekniğin ve makinenin insanı aslına nasıl yabancılaştırdığının tipik bir örneğini teşkil eder. Nazım Hikmet “Yalınayak” adlı şiirinin bir yerinde memleketin materyalizme ve maddeye hasret çektiğini ifade eder:



Biz biliriz
o memleket
neye hasret çeker.
Bu hasret bir materyalist kafa kadar
çizgileşmiştir
Bu hasretle
madde var
madde!

Nâzım Hikmet 17 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. İlk şiiri Feryad-ı Vatanı 3 Temmuz 1913’te yazdı. Aynı yıl Mekteb-i Sultani’nde ortaokula başladı. Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya okuyunca çocuğun Bahriye Mektebine gitmesine karar verildi. 25 Eylül 1915’te Heybeliada Bahriye Mektebine girdi, 1918’de 26 kişi içinden 8. olarak mezun oldu. Karne değerlendirmelerinde zeki, orta derecede çalışkan, elbisesine özen göstermeyen, sinirli ve ahlaki tavırları iyi bir öğrenci görülmektedir. Mezun olduğunda dönemin okul gemisi Hamidiye Gemisine Güverte Stajyer Subayı olarak atandı. 17 Mayıs 1921’de aşırıya kaçan halleri bulunduğundan ordu ile ilişiği kesildi.

Nâzım Hikmet, 1920’de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadele’ye katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu’ya geçti, Bolu’da öğretmenlik yaptı. Daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1921’de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. 1924’te Moskova’da yayınlanan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani sahnelendi. O yıl Türkiye’ye dönerek Aydınlık Dergisinde çalışmaya başladı, ancak dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince tekrar Sovyetler Birliği’ne gitti.

1928’de Af Kanunundan yararlandı ve Türkiye’ye döndü. Bu defa Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1938’de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 sene süren tutukluluktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle 1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ne giden Nâzım, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)’nın memleketi olan Polonya’nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı. 3 Haziran 1963 tarihinde ise, Nâzım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi neticesinde 61 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Bu şiirde birtakım ifadeler kullanıyor ki onlar materyalist felsefeyi ve Marksizmi neden benimsediğini gösteriyor. Aslında Nazım Hikmet’te diğer pek çok marksist ve materyalistte olduğu gibi, köklü bir felsefî kültür ve derinlik yoktur. Nazım’ın Türkçesi güzel, uydurma dil kullanmıyor, ama ifadeleri sığ ve basittir. O sadece, ezberlediği bazı kavram ve sloganları tekrar ederek derinliksiz ifadelerle ideolojisinin propagandasını yapıyor, sanatını da hep bu istikamette kullanmıştır. O sadece Lenin, Marx ve Engels’le yatıp kalkıyor.

24 saatte 24 saat Lenin, 24 saat Marx, 24 saat Engels” Buraya kadar sosyalist düşüncenin hafif pembesinden kızılına kadar her tonuyla ilgili temsilcilerinden örnekler verdik. 1960-71 arası gündeme tamamen hakim olan sosyalizm ve renkleri, bugün gündemde görülmüyor.

Kim Kimdir? sayfasına dön! «|