- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Dünya Edebiyatında Hikaye / Öykü

hikaye, öyküÖykü, Avrupa’da ayrı bir tür olarak Orta Çağ’ın sonlarında İtalyan yazar Boccacio’nun Decameron (1349-1353) kitabı ile ortaya çıkmıştır. Bu kitabın kaynaklan arasında, MS II. yüzyılda Hint edebiyatında ortaya çıkan Pançatantra’nın XIII. yüzyılda Toskanalı Pedro de Alfonso tarafından yeniden yazılmış hâli olan La Disciplina Clericalis ile o dönemde Arapça, Farsça, Yunanca, İbranice, Latince gibi birçok dilde çevirisi olan Yedi Bilgenin Kitabı (Livre des SeptSages) ve şövalye hikâyeleri olduğu tahmin edilmektedir. Dolayısıyla, Decameron’fa kullanılan çerçeve hikâye tekniğinin Doğu (Hint) kaynaklı olduğu açıktır. Boccacio eseriyle, İtalya’da bulunan birçok takipçisinin yanında, bütün Avrupa’yı etkilemiştir. İngiltere’de Chaucer’ın Canterbury Masalları bunun en önemli örneğidir.

Fransa’da Yüz Yeni Öykü (Les Cent Nouvelles) adıyla yayımlanan ilk öykü kitabı (1462-1466) anonimdir. Bu kitaptan yaklaşık yüzyıl sonra, Fransız Marguerite de Navarre’ın Heptameron adlı kitabı Decameron’u örnek almakla birlikte daha yüksek bir dil ile yazılmış olması ve kişilerin psikolojik çözümlemelerine yer vermesiyle öykü gelişiminde bir atılımı işaret eder. Öykü ve roman bu dönemde birbirine çok yakın türler olarak algılanıyordu. Öyküyü romandan ayıran tek ölçü, öykünün küçük roman kabul edilmesiydi. Örneğin, Madame de La Fayette’in Cleves Prenses 7 (La Princesse de Cleves) kimi zaman roman kimi zaman da öykü olarak tanımlanır.

Öykü türü yeni bir açılımı, 17. yüzyıl İspanya’sında öncü yazarlardan sonra Cervantes’in 1613’te yayımladığı Örnek Öyküler’de (Novelas Ejemplares) bulmuştur. 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı’nda ise biçim ve içerik bakımından çok çeşitlilik göstermekle birlikte çağın anlayışı gereği ağırlıklı olarak felsefî öyküler yazılmıştır. Antoine Galland’ın bu yüzyılın başında yaptığı Binbir Gece Masalları’nm çevirisi ise Avrupa için ancak yüzyıl sonra, Doğu’ya artan ilgi sonucu bir keşif olmuştur.



Öykü, romanın gölgesinden kurtularak esas türsel ayırıcı niteliklerini 19. yüzyılda kazanmıştır. Romantizmin etkisindeki öykü, tarihi ve fantastik olmak üzere bu yüzyılda iki farklı yönde ilerler. Alman E. T. A. Hoffmann’ın fantastik içerikli öyküleri bütün Avrupa’da tanınmış; özellikle Fransa’da Charles Nodier, Theophile Gautier, Rusya’da Gogol ve Puşkin ondan etkilenmişlerdir. Amerikalı Edgar Allan Poe’nun fantastik öykülerini ise Baudelaire’in çevirileri bütün Avrupa’ya tanıtır.

19. yüzyılın ortalarında Emile Zola’nın başını çektiği natüralist ekol, yüzyılın en önemli öykücüsü Guy de Maupassant’ın öykülerine yön vermiştir. Fransız toplumunu bütün yönleriyle ele alan gerçekçi öykülerinin yanında Maupassant’ın fantastik öyküleri de çok ünlüdür. Bu yüzyılda İtalya’da Öykü alanında Sicilyalı Giovanni Verga ile D’Annunzio’nun adlarını saymak gerekir.

Öykü, 19. yüzyılda büyük romancıların çoğunun ilgi gösterdiği bir tür olmuştur. Victor Hugo’dan Stendhal’e, Balzac’tan Flaubert’e, A. de Musset’den, E. Zola, G. Sand’a, Tolstoy, Dostoyevski, Gogol’a, H. James’e kadar birçok yazarın romanları kadar öyküleri de ünlüdür.

20. yüzyılda dünya öyküsüne farklı bir çizgi getiren Rus yazar Anton Çehov’dur. Olaylara değil, durumlara ve ayrıntılara önem veren; çizgisel geniş bir zamanı değil, özel bir anı yoğunlaştıran, daha çok bireyin iç dünyasına odaklanan öyküler yazmıştır. Çağın varoluşsal bunalımını yansıtan İtalyan öykücü Pirandello, Almanca yazan Kafka, H. Melville, O. Wilde, O. Henry dünya edebiyatının tanınmış öykücüleridir. Arjantinli Jorge Luis Borges kendi öyküleri yanında, dünya öykülerinden yaptığı seçmelerden oluşan Babil Kitaplığı’yla öyküye diğer türler arasında büyük yer açtı. Aynı şekilde, Arjantinli Julio Cortazar ve İtalyan Dino Buzzati öykünün değerini artırdılar. Yüzyılın sonuna doğru daha da kısalma eğilimi gösteren öykü, Anglo-Saxon kültür tarafından “short story” (kısa öykü) olarak adlandırılmıştır. Daha yalın, daha öz (veciz) bir anlatımın tercih edildiği bu öyküler, etki yapmak (çarpıcı olmak) amacından uzaklaşarak bireyin yalnızlığını, toplumsal baskı ve şiddeti yansıtmaya yönelmiştir.

Eski Yunan’daki fabl ve kısa romanslar, Binbir Gece Masalları öykünün habercileridir. Ama öykü ancak 19. yüzyılda romantizm ve gerçekçilik akımlarının yaygınlaşmasıyla edebi bir tür haline gelebildi. Edgar Allan Poe’nin Grotesk ve Arabesk öyküleri adlı eseriyle yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde değil Avrupa’da da etkili oldu. Almanya’da Heinrch von Kleist, ve E. T. A. Hoffmann, psikolojik ve metafizik sorunları öykülerinde masalsı bir anlatımla yansıttılar.

20. yüzyıla girildiğinde öyküler ilk kez genellikle gazete ve dergilerde yayınlanıyor ve bu yüzden gazeteciliğe özgü yerel renkler taşıyordu. Bret Harte’nin öyküleri, Ruyard Kipling’in Hindistan’daki yaşamı anlatan öyküleri, Mark Twain’in Missisippi ve O. Henry’nin öyküleri bu özelliktedir.

Rusya’da Gogol, Dostoyevski, Turgenyev ve Çehov’un öyküleri, öykü türünün edebi eserler arasında sağlam bir yere oturmasına büyük katkı sağladı. Türkiye’de öykü ya da hikaye kavramı diğer yeni türler gibi Tanzimat’tan sonra edebiyatımıza girmiştir. Öykünün bizdeki ilk gerçek temsilcisi olarak Ömer Seyfettin’i görmek mümkündür. Falaka,Başını Vermeyen Şehit,Pembe İncili Kaftan gibi dönemin sosyal olaylarını gözler önüne seren Ömer Seyfettin çok sayıda hikayesiyle Türkiye’de hikayeciliğin gelişmesine çok büyük katkı sağlamıştır.

“Hikaye / Öykü” sayfasına dön! «|