- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Batı Edebiyatında Roman

romanKimi görüşlere göre, roman kurmaca anlatı olarak kaynaklarını İlk Çağ’da bulur. Diğer yandan romanın bir tür olarak bağımsızlaşması Rönesans’la köklü bir değişime uğrayan Batı’nın yeni dünya görüşüne bağlanır ve bunun bir yansıması olarak görülen Rabelais’nin Gargantua ve Pantagruel eserleri ilk romanlar kabul edilir. Ancak gerçekten modern anlamda romanın ilk olgun örneğinin Cervantes’in Don Quijote’u olduğu da roman kuramcılarının ortak olduğu bir yargıdır. Hatta bu görüşe dayanarak, diğer türlere göre daha yakın bir tarihte ortaya çıkan romanın henüz çocukluk çağında, gelişmesini tamamlamamış bir tür olduğunu düşünenler de vardır. Bu görüşlerin ikisi de kısmen doğrudur. Romanın, tahkiyeye dayanan kurmaca anlatı olarak kaynağı çok eskilerde aranabilir. Ancak, tarihsel süreç içinde Batı’nın tümüyle kendine özgü gelişimi sonucunda ortaya çıkan bir tür olarak roman modern Avrupa’nın, modernitenin eseridir.

Avrupa’nın çok yönlü, siyasal, ekonomik, toplumsal ve bilimsel değişimlerinin kesişme noktası Rönesans’tan sonra yeni toplum yapısının yeni ifade aracı olmaya başlayan romanın edebî bir tür olarak ciddiye alınması zaman almıştır. Roman feodalitenin yıkılışı ile aristokrasinin ortadan kalkma sürecinde, burjuva toplumunun dayandığı tüm bireysel çabaların, toplumsal hiyerarşiye karşı çıkışının aşamalarına paralel olarak bir yükseliş göstermiştir. Öte yandan modern Avrupa düşüncesinin (felsefesinin) kaynağı olan ve düşüncenin dinamizmini sağlayan eleştirel akıl, roman türünün de dinamiği olmuştur. Böylece, Don Quijote’dan bugüne roman, modernitenin ruhuna uygun olarak değişimci ve esnek karakterini korumuştur. Öyleyse romanın henüz gelişimini tamamlamamış olduğunu söylemek yerine hiç yaşlanmayacak bir tür olduğunu söylemek yerinde olur. Çünkü romanın nesnesi doğrudan doğruya insanın kendisidir. İnsanın karmaşık, gizemli varlığı, her bireye göre farklılaşan psikolojik dünyası, bu farklılıktan dolayı bir diğer hemcinsine merak konusu oluşu ve bu farklılıkta yaratıcılığının kaynaklarının bulunduğu düşünülünce romanın insanla birlikte, sürekli biçim değiştirerek yaşayacağını öngörmek hiç de yanlış olmaz.



Roman sözcüğünün kökleri çok eskilere dayanır. Roma İmparatorluğunun hâkimiyeti altında olan halkların konuştuğu halk Latincesiyle, yani konuşma diliyle yazılmış, başlangıçta manzum, sonra düzyazı biçimindeki hikâyelere roman deniliyordu. 12. yüzyılda ise roman, Latince kaynaklardan ilham alan ya da Latinceden, halk dili olan Romancaya doğrudan çevrilen eserlere verilen ad oldu. Bu nedenle ilk zamanlarda roman olarak adlandırılan yazıları destan, fabl ve masallardan ayırmak güçtür.

Homeros’un bazı yönleriyle roman türünün prototipi sayılan Odysseia destanı, Hesiodos’un Theogonia’sı ve Yunan düzyazısında, Ksenophon’un yazdığı Siropedi (MÖ I. yy.) roman türüne yakınlıklarıyla anılırlar. Bu dönemde çok okunmuş olan Miletos Masalları’ndan, aşk, yolculuk ve macera konularını işleyen anlatılar doğmuş ve bunlar daha sonra Bizans romanları adını almışlardır. Latin edebiyatı ise bu tür anlatılar bakımından oldukça yoksuldur. Tek önemli eser olarak Petronius’un Saliricon’u gösterilebilir. Milelos Masalları’na benzeyen bu anlatı, daha gerçekçidir ve çağdaş romana daha yakındır. Latince yazılan başka bir roman da Kartacalı Apüle’nin (Apuleus) Alim Eşek (MÖ II. yy.) adlı eseridir. Konu yine Miletos Masalları’ndan alınmıştır.

Orta Çağ’da en çok sevilip okunan ve aşk romanlarının ilk örneği sayılan, Longus’un Daphnis Kai Khloe ‘sidir. Başlangıçta, romanlar görünüş itibariyle destanlara benzemektedir. Ancak destanlar gerçek dışı öğelerle süslenmiş olmakla birlikte tarihi olayları ve yaşamış kahramanları konu alıyordu. Romanlar ise tamamen hayaliydiler. Destanlardan romanı ayıran en belirgin nitelik ise romanlarda aşk ve kadının yer almasıdır. Bu romanlarda sihirbazlık, peri masalları, olağanüstü olaylar önemli yer tutar. Orta Çağ romanları başlıca üç bölümde incelenir:

1) Antik Romanlar: İlk romanlar, Antik Latin eserlerinin uyarlamalarıdır. Halk şairlerinin klasik edebiyattan aldıkları konuları, kendi hayal güçlerini katarak geniş halk kitlelerinin beğenisine indirgeyerek meydana getirdikleri bu romanlardan en tanınmış olanları İskender Romanı (Le Roman d’Alexandre), Troya Romanı (Le Roman de Troie), Eneas Romanı (Le Roman d’Eneas), Tebai Romanı, (Le Roman de Thebes) ‘dır.

2) Breton Romanları: Büyük Britanya’da Kelt Kralı Arthur’un efsaneleşmiş hayatını anlatan romanlardır (Les Chevaliers de la Table Ronde). Günümüze kalan bu romanlar Chretiens de Troyes tarafından yazılmıştır. Bunların içinde, ilk Kral Arthur romanı Erec ve Eneide ile Şövalye Lancelot’nun maceralarını anlatan romanlar en ünlüleridir. “Saray aşkf’nı (L’amour Courtois) işleyen romanlar bu çerçeve içindedir. 13. yüzyıla doğru ortaya çıkan, aristokrat çevrelerin edebiyatı olan bu “saray edebiyatı”, kadının ve aşkın yüceltildiği, şövalye ülküsünün işlendiği eserlerdir. Sevdiği kadın ve Tanrı aşkına dövüşen şövalyenin, destan kahramanlarından farkı, aynı zamanda kibar sınıftan olmasıdır. Başlangıçta manzum olan bu romanları düzyazı olanlar izlemiştir. Orta Çağ’ın ruhunu en çok yansıtan şövalye romanları, yüceltilmiş aşkı ve mistik bir dünya görüşünü olağanüstü öğelerle karışmış olarak sunarlar. Bunların içinde en tanınmış ve sevilmiş olanı Tristan et Yseult’düT. Orta Çağ’da şövalye romanlarının içinde en ünlüsü Garci Ordonez de Montalvo’nun 1508’de basılan olağanüstü kahramanlıkların anlatıldığı Galyalı Amadis romanıdır.

3) Macera Romanları: Macera romanları da olağanüstü olayların yer aldığı aşk hikâyeleridir. Roman des Sepi Sages, Flaire et Blanchefleur, bu türden romanlardır.Orta Çağ’da, bir yandan da “saray edebiyatının karşısında, 13. yüzyılda kalkınıp zenginleşmeye başlayan bir halk zümresinin oluşturduğu burjuva edebiyatı gelişme gösterdi. Bu edebiyatın başlıca ürünlerinden biri de Le Roman de Renart ‘dır. Hayvan hikâyelerinden oluşan bu eser, 12. yüzyıldan itibaren birçok yazarın elinde değişerek gelişmiş, 13. yüzyılda çağın egemen güçlerine karşı, hayvan figürleriyle örtülü bir sosyal eleştiri kitabı durumuna gelmiştir. Le Roman de Renart ve yine fabl türü olan başka anlatılar 14. yüzyılda İtalya’da Boccacio’nun yazdığı Decameron’un ve İngiltere’de Chaucer’ın Canterbury Tales ‘inin kaynağı olmuştur.

Le Roman de Rose adlı manzum hikâye ise 13. yüzyılda kilise edebiyatının en önemli didaktik eseridir. Sevme ve sevilme sanatını tema olarak alan bu eser bir yığın psikolojik gözlemler, ahlâkî öğütler, bilimsel kavramlar ve sosyal hiciv içerir.

Rönesans döneminde, her alanda köklü değişiklikler yaratan zihniyet değişimi, sonraki yüzyılda modern romanın ortaya çıkışını hazırlar. Bu çağın zihinlerdeki değişmeleri yaratan temel olgulanyla, modern romanın ortaya çıkışı arasındaki bağıntı roman tarihi açısından büyük önem taşır. Burjuvazinin hızla yükseldiği bu çağda, soyluların dışındaki insanların dünya görüşlerini, yaşama tarzlarını değiştiren önemli olaylar olmuştur: Burjuvazinin lehindeki ekonomik alanda gelişmeler. Yeni Dünya’nın keşfiyle Avrupa’ya değerli madenlerin akışı, bilim alanında, özellikle doğal bilimlerdeki ilerlemeler gibi. Matbaa bu dönemin ürünüdür.

Matbaanın ilk yıllarından itibaren romanlar basılıp, yayımlanır, ama ikinci derecede bir tür olarak kalmaya devam eder. Diğer yandan, matbaanın bilgiyi yayan bir araç olması, Orta Çağ’ın destanlarının, olağanüstü ile süslü şövalye romanlarının kısacası masal dünyasının da sonunu getirir. Bilgi kaynakları ve eski inanç sistemleri değişikliğe uğrar.

Bu yıllarda, özellikle, İspanya’da büyük rağbet bulan ve en çok orada gelişme gösteren şövalye romanlarına tepki de yine İspanya içinde doğmuştur. Cervantes’in Don Quijote’la şövalye romanlarını hicvetmesinden önce, 16. yüzyılın ortalarında pikaresk roman ortaya çıkar. Hırsız, gezgin serseri anlamına gelen le picaro bu romanlara adını veren marjinal tiptir. Düzenin dışında ve gerçekçi bir hayatı vardır. Tormes’in, La Vıe de Lazarillo’su, bunların içinde en ünlü İspanyol pikaresk romanıdır. İspanya’dan diğer Avrupa ülkelerine de yayılan pikaresk roman, bir bakıma romanın çıraklık dönemini yansıtır. Bu romanlar, büyük bir kısmı pikaresk karakter taşıyan 18. yüzyılın ünlü romanlarına kaynaklık etmişlerdir: İngiltere’de Daniel Defoe’nun Moll Flanders ‘i (1722), Fielding’in Tom Jones’i (1749); Fransa’da Lesage’ın Gil Blas (1715-1735) ve Diderot’nun Jacaues Fataliste’i (Kaderci Jacques) (1765) ile Marivaux’nun Paysan parvenu (1734-1735) romanı gibi.

16. yüzyılda tabiata yönelişle, akla ve bilimsel gelişmelere güvenle seküler dünya görüşünün temelleri kuvvetle atılır. Bu görüşün temsilcisi olarak Fransa’da, Rabelais, Gargantua ve Pantagruel adlı fantastik eserleriyle romana yeni bir boyut getirir. Bir dev ailesinin serüveninin anlatıldığı, mizahî bir üslûpla kaleme alınmış eser, köhnemiş değerlere ve kurumlara, özellikle kilise ve yargıya yöneltilmiş eleştirilerle doludur. Roman, onun eserinde aşk ve serüvenin ötesinde geniş bir alana kavuşur. Modern romana geçiş çizgisinde Rabelais öncü bir şahsiyet olarak belirirken, ondan yaklaşık yüzyıl sonra gelen Cervantes modern romanın doğuş noktasında yerini alır.

17. yüzyıl, klâsik edebiyat döneminde, antik düşünceye bağlılığın bir sonucu olarak, tragedya, komedi gibi edebî türlerde verilen eserler önem kazanır. Bu yıllarda, mektup edebiyatında da önemli bir gelişme olmuştur. Roman alanında dikkat çeken iki eser vardır: Biri, çok sevilen pastoral bir roman olan Astree (1607)’dir. Yazarı H. d’Urfe, geçmişe özlemin bir ifadesi olarak çoban ve şövalye hikâyelerini yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Diğeri ise, yüzyılın en önemli kitabı olan Mme. de la Fayette’in Princesse de Cleves’i, insan tabiatını ve kadın ruhunu inceleyen psikolojik bir romandır. Bu roman, yüzyıla damgasını vuran Descartes’ın gösterdiği yolu izleyerek tutkuların karşısında aklın zaferini ilân eder.

Don Quijote’un birinci cildi 1605’te, ikincisi 1617’de yayımlanır. Roman tarihinde en çok okunan, en çok söz edilen bu eser, en başta da belirttiğimiz gibi modern romanın başlangıcı sayılır. Roman tarihi; romanı, burjuva sınıfının oluşumu ve kapitalizmin gelişimi sonucunda bireyin ortaya çıkmasıyla eşzamanlı olarak görür.

Roman 18. yüzyılda. Aydınlanma felsefesinin etkisiyle, Fransa’da daha çok felsefî, didaktik içeriklidir. Fenelon’un Telemaque’ı, Voltaire’in Candide’i, Rousseau’nun Emile’i bu nitelikte eserlerdir. Bu dönemin farklı içerikte, daha gerçekçi nitelikteki romanları Lesage’ın Topal Şeytan (Le Diable boiteux) ve Gil Blas’sı; Diderot’nun Kaderci Jacques ile Efendisi (Jacques lefatalisle et son maître)’\ ve C. D Laclos’un Tehlikeli Alâkalar romanlarıdır.

Fransız romanındaki bu iki eğilime karşılık İngiltere’de roman sanayileşen toplumda kendi başına kalan bireyin macerasını anlatan, pikaresk bir karakter taşıyan ve çağının ruhunu yansıtan gerçekçi bir tür olma özelliği kazanır. 18. yüzyılda İngiliz edebiyatında diğer türler arasında kendine özel bir yer edinen roman gerçek atılımını Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe, Moll Flanders; J. Svvift’in Gulliver’in Maceraları; S. Richardson’nun Pamela; H. Fielding’in Tom Jones, L. Sterne’ün Tristram Shandy adlı eserleriyle yapmıştır.

18. yüzyılın sonunda Fransa’da preromantik yazarlar, Rousseau, Nouvelle Heloise, Yalnız Gezginin Hayalleri; B. de Saint-Pierre, Paul ve Vırginie, Chateaubriand, Atala ve Rene; Abbe PrĞvost, Manon Lescaut romanlarıyla yeni bir duyarlığı geliştirdiler. Almanya’da Goethe, Genç fVerther ‘in Acıları ile romantik duyarlığı ilk haber veren yazarlardan oldu. 19. yüzyıl romantizmini hazırlayan bu yazarlar roman türünü bir üst aşamaya taşıdılar.

19. yüzyılda romantizm ve realizm akımlarıyla roman altın çağını yaşamıştır. Bütün Avrupa edebiyatlarında diğer türler arasında, bu yüzyılın en çok rağbet bulan, en çok okunan ve eleştirilen bir türü olarak roman hep ön planda olmuştur. Fransa’da romantizm akımı içinde Victor Hugo’nun romanları {Sefiller, Nötre Dame’ın Kamburu); Lamartine’in Graziella, Raphael, A. de Musset’nin Bir Zamane Çocuğunun İtirafları (La Confession d’un enfant du siecle) gibi eserlerden sonra Stendhal’in ve Balzac’ın romanlarıyla romantizmden realizme geçildi. İnsanlık Komedyası adlı dev roman külliyatında Balzac, Fransız toplumunun ve coğrafyasının gerçek görünümlerini bütün incelik ve derinlikleriyle yansıtmayı başardı. G. Flaubert’in Madame Bovavy adlı romanı realist romanın baş eseri oldu. Emile Zola’nın başını çektiği natüralist akım içinde roman, kendisinin kuramını “Deneysel Roman” adıyla yaptığı gibi gerçekten bir deney ürününe dönüştü. Yazarın Les Rougon-Macquart dizisi bu çabadan doğdu.

18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyılda Gotik Roman yeni bir roman türü olarak ortaya çıkmıştı. Protestan Avrupa’da Ortaçağ’ın karanlık, batıl inançlarla dolu, korkulu günlerini ve o çağların mimarisini çağrıştıran ve mimari bir terim olan “gotik” Horace VValpole’un 1764’te yayımladığı Otranto Şatosu adlı romanındaki mekânla birleşerek bu türün adı oldu. Eski şatolar, gizli tüneller, karanlık, korkulu bir ‘atmosfer bu romanların mekânı olmuştu. Ann Radcliffe’in romanı The Mystery of Udolpho, Mary Shelley’nin Frankensteiriı, Bram Stoker’ın Dracula’sı bu türe örnektir.

İngiltere’de 19. yüzyılda Charles Dickens romancı dehasıyla Oliver Tyvist, İki Şehrin Hikayesi, David Copperfield gibi romanlarıyla öne çıkarken, Jane Austen, George Eliot (Mary Evans), Bronte Kardeşler gibi kadın romancıların eserleri roman dünyasına hakim oldu. Diğer yandan bu yüzyılda tarihi romancılığın babası kabul edilen W. Scott’un tarihi, serüven romanları ünlüdür.

19. yüzyılda Manzoni’nin Nişanlılar’ı İtalyan edebiyatının roman türünde önemli eseridir.

19. yüzyılda roman büyük bir atılımı Rus edebiyatında gerçekleştirdi. Bu türün ölmez eserleri romanın gerçek vatanının neredeyse Rusya olduğunu düşündürecek nitelikte ve zenginlikteydi. Puşkin, Yüzbaşının Kızı; Gogol, Ölü Canlar, Turgenyev, Bahalar ve Oğullar, Gonçarov, Oblomov; Dostoyevski. Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, Yeraltından Notlar, Ecinniler, Tolstoy, Harp ve Sulh, Anna Karenina. Hacı Murat; Gorki, Ana romanlarıyla dünya edebiyatını etkilediler.

19. yüzyıl Amerikan romanında, romantizm ve realizm bir arada verilmiştir. Mohy Dick romanının yazarı Herman Melville ve N. Havvthorne gerçekçilik ve romantizmi kaynaştırmışlardır. Bu yüzyılın önemli gerçekçi yazarları Louisa M. Alcott ve Henry James’tir. James yalnızca romanlarıyla değil, (Daisy Miller, Genç Bir Kadının Portresi, Yürek Burgusu) roman kuramı ve teknikleri hakkındaki görüşleriyle de önemlidir. Amerikan ve Avrupa kültürü arasındaki farklılıkları göstermeye çalışması Henry James’in romanlarının başlıca teması olmuştur.

20. yüzyılda Sezgicilik, Varoluşçuluk, Nihilizm gibi felsefe akımlarının sinesinde gelişen roman, çağının bunalımlarını yansıtan bir tür oldu. Kapitalizmin yükselişi, tüketim ekonomisinin gelişimiyle bireyin dünya düzeni içinde aldığı konum, onu modern çağın kahramanı, öznesi olmaktan nesneye indirgemişti. Birey muktedir olamayan, yönlendirilen, nesneleşmiş, bundan dolayı çağına, toplumuna yabancılaşmış ve yalnızlaşmıştı. Bu çağın romanları bürokrasinin çarkları arasında benliğini kaybeden, yabancılaşan insanı (Çek yazar Kafka’nın Şato, Dava, Dönüşüm romanlarında olduğu gibi) işlemeye başladılar. İngiliz edebiyatında bu çizginin romancılarından sayılabilecek İrlandalı James Joyce ise klâsik romanın kronolojik zaman akışını bir yana bırakarak, insanın bilinçaltının belirlediği zaman sistemini esas almıştır. Ulysses adlı romanında yeni bir gerçeklik anlayışına uygun olarak kendine özgü bir roman dili yaratmıştır. İngiliz kadın roman yazarı V. Woolf da James Joyce gibi bilinç akımı tekniğine başvurmuştur. Eserlerinin başlıcaları Jacob ‘in Odası, Perde Arkası, Mrs. Dalloway, Orlando, Dalgalar’dır.

Fransız edebiyatında, önce Geçmiş Zamanın Peşinde adlı 15 ciltlik eseriyle Proust yeni bir roman anlayışına giden yolu açar. Dar Kapı, Dünya Nimetleri romanlarının yazarı A. Gide Kalpazanlar romanıyla klasik tarzdan yeni tarz bir romana geçer. Özellikle Varoluşçu felsefenin yansımalarını taşıyan Bulantı, Özgürlük Yolları adlı romanlarıyla Jean Paul Sartre, diğer varoluşçu bir romancı olan ve “saçma” (absürde) kavramını ele alan Albert Camus, (başlıca romanları Yabancı, Veba, Düşüş) ile klâsik tarzdan uzaklaşmaya neden olurlar. Feminist hareketin öncülerinden varolşçu Simone de Beauvoir ise kadının sosyal, siyasî ve cinsel sorunları üzerinde durur (Konuk Kız, Mandarenler). Andre Malraux da İnsanlık Durumu, Büyük Yol, Umut romanlarında modern insanın yalnızlığını ve kaderi karşısındaki durumunu irdeler.

20. yüzyıl Alman edebiyatında Thomas Mann, Buddenbrok Ailesi romanında burjuvazinin yozlaşmasını eleştirir. Büyülü Dağ romanı ise çağının gelecekle ilgili ümitlerini kaybetmiş insanının hikâyesidir. Doğu mistisizmine ilgisiyle tanınan Hermann Hesse Bozkırkurdu ve Siddharta adlı eserlerinde çağının insanına bireysel bunalımlarından bir çıkış yolu göstermeye çalışmıştır.

20. yüzyıl Amerikan romanında Mark Twain’in Tom Sawyer’in Maceraları, Huckleberry Finn’in Maceraları, Missisipi’de Hayat; Jack London’ın Vahşetin Çağrısı, Martin Eden; John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga, Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri, Cennetin Doğusu gibi romanları realizmin ve natüralizmin izlerini taşıyan romanlardır. Ernest Hemingway, Silahlara Veda, Güneş de Doğar, Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı romanlarında hayatı gerçekçi gözlemlerle yansıtmıştır. Bilinç akışı tekniğini uygulayan romancılardan William Faulkner’in Ses ve Öfke romanı ise 20. yüzyıl dünya romanının en başta gelen isimlerindendir.

Fransa’da 1950’lerde ortaya çıkan Yeni Roman akımının başlıca öncüleri Maurice Blanchot, Michel Butor, Alain Robbe-Grillet, Nathalie Sarraute, Marguerite Duras, Rohert Pinget, Jean Richards, Claude Simon, Philippe Sollers gibi yazarlar geleneksel anlatı yapısını kırarak romanesk yapının gerçeklik üzerinde yarattığı yanılsamayı göstermeye çalıştılar. Nesnelere odaklanan anlatımıyla roman kahramanını yok ederek, kişileri önemsizleştiren bu akımın yazarları betimlemeye daha çok önem verdiler. Proust, J. Joyce, V. Woolf “gibi yazarların da yaptığı gibi zamanı çizgisel olarak sunmaktan kaçındılar.

20. yüzyıl son çeyreğinde, Batı edebiyatında modern öğretinin bilimsel ve siyasal kalıplarının dışına çıkarak gerçekliğin çok çeşitli algılarına yer veren postmodern anlayış, bir yandan Batı modernitesine karşı yapısıyla dünya genelinde romanın daha yaygın, daha popüler bir tür olmasına yol açarken, bir yandan da okuru aktif olarak yazının, inşanın içine çeken ve donanımlı “örnek okur”a ihtiyaç duyan yapısıyla seçkinci bir görünüş sunar.

G. G. Marquez’le başlayan Latin Amerika romanı, çağdaş dünya romanına yeni bir bakış ve roman görüşünü getirir. Carlo Fuentes, Julio Cortazar, Vascancelos, Jorge Amado, İsabetle Ailende bu romancılarından bazılarıdır.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden Cengiz Aytmatov, Milan Kundera, Umberto Eco, Italo Calvino, Paul Auster, Amin Maalouf, Paulo Coelho çağdaş romanın ünlü isimlerinden birkaçıdır.

“Roman” sayfasına dön! «|