- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Bâki’nin Hayatı ve Eserleri

baki hayatı, edebi kişiliği, kimdirAsıl adı Abdülbâkî’dir. Hicri 933’te, Miladi 1526’da İstanbul’da doğdu. Babası Fâtih-ü müezzinlerinden Mehmed Efendi idi. Fakir bir ailenin çocuğu olan Bâkî, gençliğinde saraç çıraklığı, veya son yıllarda öne sürülen bir görüşe göre ca­mi kandillerinin yakılması işi olan “serrâc” çıraklığında bulunmuştur. Yaratılışındaki okuma ve öğrenme arzusu onu medreseye yöneltti. İyi bir medrese tah­sili gören Abdülbâkî, Ahaveyn (iki kardeş) lakabıyla meşhur Karamanî Ahmed ve Mehmed efendilerden, daha sonraları Süleymaniye müderrislerinden Kadı-zade Şemseddîn Ahmed gibi devrin tanınmış âlimlerinden ders gördü. Ders ar­kadaşları arasında Nev’î, Edirneli Mecdî, Hoca Saadeddin, Üsküplü Vâlihî ve Karamanlı Muhyiddin gibi ileride ün yapacak şair ve ilim adamları bulunmak­taydı.

962/1555’te Nahcivan Seferi’nden dönen Kânûnî’ye ilk defa kasidesini takdim etti. Bu vesileyle sultanın lütuf ve takdirine mazhar oldu. 963/1556 yılın­da Halep kadılığına tayin edilen hocası Şemseddîn Ahmed’le birlikte gitti ve ora­da kadı naipliği yaptı. Şâh Abbas’ın kütüphanecisi ve Mecma’u’l-havas adlı tez­kirenin müellifi Sâdıkî-i Kitâbdâr Halep’e uğradığında kendisiyle tanışıp uzun uzun sohbetlerde bulundu. 967/1560’ta tekrar hocasıyla İstanbul’a döndü. Şiir­den ve şairlerden hoşlanmayan Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra yerine Semiz Ali Paşa’nın geçmesiyle Bâkî’nin yıldızı parladı. 1561 yılıfıda dânişmend olan Bakî, bir müddet sonra müderris oldu ve önce Silivri’de Pîrî Paşa Medresesi’ne sonra da İstanbul’da Murâd Paşa Medresesi’ne tayin edildi. Kânûnî’nin yakın alaka ve iltifatını, musahipliğini kazanan Bakî, bu devirde refaha ve bütün impa­ratorluğa yayılan bir şöhrete ulaştı.

Başta Kânûnî ve diğer devlet ricaline yazdı­ğı kasidelerle ve güzel gazellerle takdir topladı. Padişahın arzusuyla onun şiirle­rine nazireler yazdı. 973/1566 yılında hacca giden babası orada öldü. Az bir za­man sonra büyük hâmisi ve takdirkârı olan sultan Zigetvar’da vefat etti (Eylül 1566). Daima himayesini gördüğü bu büyük sultana samimî bağlılığını ve onun yüce şahsiyetini dile getiren ünlü mersiyesini yazdı. Son kısmı yeni padişaha in­tisap vesilesi olan mersiyenin ardından da II. Selim tahta çıktığında hemen bir cülusiye takdim etti. Umduğu caize bir tarafa Muradiye Medresesi’nden de az­ledildi. Takriben üç yıl mazüliyet hayatından sonra Mahmûd Paşa Medresesi müderrisliğine, iki yıl kadar sonra Eyüp müderrisliğine, 1573 yılında da Sahn müderrisliğine tayin olundu.

Sultân III. Murâd devrinde Süleymaniye müderrisi, 1577’de Edirne Selimiye müderrisi, 1579 yılının başlarında Mekke kadısı, 992/1584 Ramazanında İstanbul kadısı oldu. İki yıl kadar sonra Anadolu kazas­keri olduysa da, iki yıl sonra bu görevinden azledildi. 999/1591 tarihinde tekrar Anadolu kazaskerliğine, bir sene sonra da terfian Rumeli kazaskerliğine tayin edildi, ancak aynı yıl emekli oldu. Sultan III. Mehmed döneminde de birkaç de­fa Rumeli kazaskeri oldu. Yıllarca arzu ettiği şeyhülislâmlık makamına gelemeden 23 Ramazan 1008/7 Nisan 1600 Cuma günü vefat etti. Cenaze namazı Fâtih Camii’nde Sun’ullâh Efendi tarafından kalabalık bir cemaatle kılındıktan sonra Edirnekapısı dışındaki mezarlıkta defnedildi. Cenazesinde şu beytinin okunduğu rivayet edilir:

Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî,
Turup el baglayalar kar şuna yâr ân saf saf.



Bakî Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şairlerinden biri olup, kendisi­ne verilen “Sultânu’ş-şuarâ” unvanını asırlar boyu korumuştur. Bâkî’nin şöhre­ti ve eserleri Anadolu ve Rumeli’yi aşıp Azerbaycan, İran ve Irak’tan Hicaz’a, ni­hayet Hint saraylarına kadar yayılmıştır. Bâkî’nin şiirlerinde ses.Türkçeye haki­miyet ve tasvir olmak üzere üç ana unsurun bulunduğu söylenebilir. Özellikle ga­zellerinde Türkçe bir şiir dili mûsikîsi kazanırken, Kânûnî mersiyesinde, kaside­lerinde ve bazı beyitlerinde devrin askerî heybetinin bir başka ifadesi olan meh­ter mûsikîsi hissedilir. Bâkî’nin ifadelerinde daha çok hitâbî üslûp görülür.

Şiir­lerinde mahallî renkleri ve şahsiyetinin izlerini bulmak mümkündür. Özellikle ta­biat tasvirlerinin güçlü ve kuvvetli olduğu müşahede edilen Bâkî’nin şiirlerinde tasavvufî izlere de rastlanır. Şiirlerinde kendine has bir üslûbu bulunan Bakî, Türkçenin aruz veznindeki imale ve zihaf kusurlarını asgariye indiren şairi ola­rak kabul edilir. Şiirlerinde aşkın acı ve ıstıraplarından çok, elden geldiğince coş­ku ve neşeyi yansıtan işret tasvirlerine yer vermiştir.

Manzum ve mensur eserleri bulunan Bâkî’ye asıl şöhretini kazandıran Türkçe Dîvân’ı olmuştur. Divanda 27 kaside, 2 terkîb-i bend, 1 tercî-i bend, 1 muhammes, 5 tahmis, 548 gazel, 21 kıt’a, 31 matla yer almaktadır. Ayrıca di­vanda 20 tane Farsça şiir de bulunmaktadır. Bu şiirlerden üç tanesi Hâfız’ın ga­zellerine tahmistir. Bakî divanını Ahmed Efendi (Dîvân-ı Bakî), S. Nüzhet Ergün (Bakî, Hayatı ve Şiirleri) ve son olarak Sabahattin Küçük (Bakî Dîvânı) ya­yımlamıştır. Rudolf Dvorak Bâkî’nin sadece gazellerini neşretmiştir (Bâkî’s Di­van). Bunların dışında Bâkî’nin divanından seçtikleri şi­irleri Şemseddîn Sâmî (Bâkî’nin Eş’âr-ı Müntahabesi), Nevzat Yesir-gil (Bakî Hayatı, Sanatı), İsmet Zeki Eyuboğlu, Faruk K. Timurtaş (Bakî Divanından Seçmeler), Sabahat­tin Küçük (Bakî ve Dîvânından Seçmeler) ve İskender Pala (Bakî) yayımlamışlardır. Semir Receb Muhammed llitevellî, Bâkî’nin hayatı ve eserleri (Bakî: Hayâtuhû ve Âsâruhû), Burhanettin Çakım ise, Bâkî’nin Kanunî’ye sunduğu kasideler üzerine birer yüksek lisans tezi hazırlamışlardır.

Bakî, Sokullu Mehmed Paşa’nın emriyle Arapçadan, cihadın faziletlerine mazhar olan Ahmed b. İbrahim’in Meşâ’irü’l-eşvâk ilâ Mesâri’i’l-uşşâk’mı Fezâ-i-cihâd ona ait olduğu için idam edildiğini bildirmekle beraber Âşık Çelebi ısrarla, bu beytin eski İran hükümdarlarından biri için söylendiğini ve bir mecliste “be-dâr-ı cihan” şeklinde okunduğu sırada Figânî’nin söze karışarak “be-deyr-i cihan” denseydi daha güzel olacağını söylediğini, beytin aslında Figânî’ye ait olmadığını bildirir. Gerçekten de sonradan beytin Gazneli Mahmûd devrinde söylendiği­ne dair kayıtlar bulunmuştur. O sıralarda Defterdar İskender Çelebi’nin iltifat­larına mazharolan ve bu vasıtayla Sadrazam İbrahim Paşa’ya ulaşması beklenen şairin, düşmanları tarafından önü kesilmek için ibrahim Paşa’ya böyle bir aleyhte ihbar yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir.

Şairlerin hayatından bahseden kaynaklar onun çok zeki ve güçlü hafızaya sahip bir genç olduğunu bildirirler. İlk şiirlerinde “Hüseynî” ve daha sonra “Fi-ganî” mahlasını kullanmıştır. Âşık Çelebi onun Na’tî ve Priştineli Nûhî ile bir­likte İstanbul’un eğlence yerlerinde ve Galata meyhanelerinde gezdiğini, çeşitli işret meclislerinde bulunarak yazdığı gazel ve kasidelerle hamiler elde etmeye çalıştığını bildirir. Hemen bütün kaynaklar şiirlerini överler. Genç yaşta kaleme aldığı şiirlerindeki kabiliyetine ve eserlerinde sürekli maddî sıkıntıdan bahsetme­sine nazaran, onun yeterince refaha kavuşsaydı daha güçlü eserler verebileceği­ne hükmedilebilir.

XIX. yüzyıla kadar düzenlenmiş şiir mecmualarının önemli bir kısmında eserlerine yer verilmesi, onun uzun zaman okunup tanınmaya de­vam ettiğini gösterir. Atasözü ve deyimleri ustaca kullanmasıyla şiirleri dikkat çekmektedir. Abdülkadir Karahan tarafından neşredilen Dîvânçe‘sinde (Kanuni Sultan Süleyman Çağı Şairlerinden Figânı ve Divançesi, İstanbul 1966) 8 kaside, 107 gazel ve 2 tahmis bulunmaktadır.

Kim Kimdir? sayfasına dön! «|