- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Atatürk’ün Karakter / Kişilik Özellikleri

atatürkün kişilik özellikleriAtatürk’ün kişilik özelliklerini sıralamaya, kadınlara verdiği önemi belirterek başlıyoruz. Çünkü Atatürk, kadınların da toplumsal yaşamda erkekler gibi yer bulmasını ve kendilerini yetiştirmeleri gerektiğini düşünmüş ve bunun için onlara çeşitli siyasal / sosyal haklar vermiştir. Kadınların da erkekler kadar hatta onlardan daha iyi eğitim görmeleri gerektiğini belirtmiştir. Çünkü erkekleri de yetiştiren onlardı. Bu konuda şu görüşleri ileri sürmüştür.

Mümkün müdür ki, toplumun yarısı topraklara zincirlere bağlı kaldıkça öbür yarısı göklere yükselebilsin? Şüphe yok; ilerici adımlar, dediğim gibi iki cins tarafından, birlikte, arkadaşca atılmalı, yenilik ve ilerleme düzeyinde aşamalar birlikte geçilmelidir. Böyle olursa, devrim başarıya ulaşır. Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez ya da bir peştemal ve yanından geçen erkeklere ya arkasını çevirir ya da yere oturarak yumulur. Bu davranışın anlamı nedir, ne demektir? Efendiler, uygar bir millet anası, millet kızı, bu garip biçime, sıkıntılı duruma girer mi? Bu hal, milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal düzeltilmesi gerekmektedir.

Yapılan inkılâpların başarısı ve halk tarafından benimsenmesi bazı muhalif grupları ortaya çıkarmıştır. Bu gruplar 14 Haziran 1926 tarihinde Atatürk’e suikast girişiminde bulunmuşlar ancak başarılı olamamışlardır. Atatürk kendisine yapılan bu suikast girişimi üzerine şu sözleri söylemiştir:

…Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle, medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir.

1937 yılında Lâiklik ilkesi Anayasa’ya dahil edilmiştir. Böylece lâiklik diğer ilkelerle birlikte yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ve başta gelen ilkesi olmuştur. Bilimsel ve akılcı bir özellik taşıyan Atatürk ilke ve inkılâpları sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal alanlarda bir bütündür. En büyük özelliği de lâik bir temele dayanmasıdır. Atatürk bu özelliği şöyle açıklamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir dini yoktur. Devlet yönetiminde bütün yasalar, kurallar, bilimin çağdaş medeniliğe sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdani olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerleyişinde de başlıca başarı etkeni görür.

Tam bağımsızlık, Atatürk’ün dış politikadaki hedefiydi. Bunu şu sözlerle açıklamıştır: “Devletler topluluğunda şerefli, haysiyetli, namuslu bir mevki sahibi olmak ve mutlaka istiklaline riayet ettirmek. Devlet için istiklal kelimesinin karşılığı hayattır. İstiklali olmayan bir devlet, gerçek manada bir devlet değildir.” Bu düşünce Türkiye’nin dış politikasında temel amaç olmuştur.

Yurtta Barış, Dünyada Barış görüşü, Türk dış politikasının ilkesi olmuştur. “Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta barış dünyada barış gayesi insaniyetin ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak bizim için övünülecek bir harekettir” diyen Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin barışı sağlamak yanında bağımsız bir devlet olarak diğer ülkelerle dostane ilişkiler içinde olmasını öngörmüştür.

Dünya barışının devamı için Atatürk, şunları söylemiştir: “Eğer devamlı barış isteniyorsa kitlelerin durumlarını iyileştirecek uluslararası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın refahı, açlık ve zorlamanın yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir.

Atatürk milletini severdi. İmparatorluk çağının sona erdiğini, bunun yerini milletler çağının aldığını görüyordu. Üstün sezgi gücü ile ilerideki birleşmeleri de görüyordu. Bu noktaya kısa zamanda erişilemeyeceğini bilecek kadar gerçekçiydi. Rusya’nın bunu komünist ideolojisi ile içinde gerçekleştirmeye çalışacağına, yirminci yüzyılın ilk yarısının milliyetçi akımlarla geçmiş olmasına karşılık ikinci yarısını uluslararası akımların etkileyeceğini savunuyordu. Dünyadaki bütün milletlerin mutluluğunun birbirine bağlı olduğunu ifade etmiş ve şu görüşleri ileri sürmüştür. “Bütün insanlığın bir tek vücut ve her milleti de bu vücudun bir parçası gibi düşünmemiz gerekir. Dünyanın bir yerinde bir hastalık çıkmışsa, ‘Bundan bana ne?’ diyemeyiz…Böylece bir hastalık varsa, içimizde çıkmışcasına, bizi de ilgilendirmelidir. demiştir.

Atatürk’ün dış politika ilkesi taviz vermeyen bir anlayışa dayanır. O hiçbir zaman ülkenin hayati çıkarlarını tehlikeye sokmadığı gibi, bu çıkarlardan herhangi bir taviz de vermemiştir. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir devletin düşmanı olmamıştır. Atatürk, “Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız” demiştir.

Atatürk yalnız Türk milletinin değil, bütün dünyanın takdirini toplamış bir liderdir, O’nun fikirleri O’nun inkılâpları tüm insanlığa rehberlik etmektedir. Asya ve Afrika milletlerinin uyanış hareketi Atatürk’ten ve Türk inkılâbından ilham almıştır.



Atatürk 1922 yılında yaptığı şu konuşmasıyla Türk İstiklal Savaşı’nın sadece Türk milleti için değil mazlum milletlerinde bağımsızlık davası olduğunu anlatmıştır: “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa vadede, daha az kanlı olur ve çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar, Türk milleti kendisiyle beraber olan Doğu’nun milletleriyle yürüyeceğinden emindir.

1934 yılında Atatürk’ün daveti üzerine Türkiye’yi ziyaret eden İran şahı Rıza Pehlevi ülkesine dönüşünde Atatürk’e ve Türk İnkılâbına olan hayranlığını dile getirmiştir. Pakistan’ın kurucusu olan Muhammed Ali Cinnah da Atatürk’ü örnek alan liderlerden biridir. Hindistan’ın önde gelen liderlerinden Nehru Atatürk için “O, doğuda modern çağın yapıcılarından biridir” diyerek Atatürk’e olan hayranlığını belirtmiştir.

Atatürk’ü yakından tanımak fırsatı bulan Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Charles H. Sherrill, büyük adamlar yetiştiren milletin büyük millet olduğunu ifade ederek Atatürk hakkında şu yorumu yapmıştır: “Bugün dünyanın hiçbir yerinde devlet adamlığı bakım dan Atatürk’ten üstün bir kimse yoktur.” diyen Sherrill, Atatürk’ün bir kurtarıcı, bir yeniden canlandırıcı, bir milli kahraman ve dünya çapında bir devlet adamı olduğunu hayranlıkla belirtmiştir.

Atatürk, Unesco tarafından evrensel kişiliği nedeniyle 1963 ve 1981 yılında dünyaya örnek insan gösterilmişti. Nato’nun Güney Kanadı Komutanı olan Amiral William Crowe, “Doğumunun yüzüncü yılında bütün dünya Atatürk’ü anıyorsa o insanda tüm dünyayı etkileyen, örnek alınacak bir şey vardır” demiştir.

Yoğun ve yıpratıcı çalışmalar sonucunda Atatürk 1937 yılı başlarında rahatsızlanmış siroz hastalığına yakalandığı anlaşılmıştır. Atatürk’ün rahatsızlığının artması üzerine Fransa’dan Ankara’ya davet edilen Fissenger’de Atatürk’ün doktorlarının teşhisine katılmış ve uygulanan tedaviye devam edilmesini istemiştir.

Bu sürede dinlenen Atatürk, Ankara’da 19 Mayıs törenlerini izlemiştir. Daha sonra Hatay davasını çözüme kavuşturmak için bölgeye geziye çıkmış, 20 Mayıs 1938’de önce Mersin’e gitmiş sonra Adana’ya geçmiştir. Bu seyahat hastalığının iyice artmasına yol açmıştır. Döndükten sonra bir türlü iyileşme gösteremeyen Atatürk, doktorların bütün çabalarına rağmen 10 Kasım 1938’de saat dokuzu beş geçe aramızdan ayrılmıştır.

10 Kasım 1938’i izleyen günler ülkede Atatürk’ü kaybetmenin acısının yaşandığı acı günlerdi. Atatürk’ün cenaze merasiminde kadın-erkek bütün halk ağlıyordu. Atatürk’ün vefatı yabancı ülkelerde büyük yankı uyandırmıştır. Dünya basını Atatürk’ün vefatı üzerine üzüntülerini dile getirerek duygularını kamuoyuna aktarmışlardır. Neue Zürcher Zeitung gazetesi 22 Kasım 1938 günü Atatürk’ün vefatı ve cenaze töreni ile ilgili şu yazıyı yayınlamıştır:

Atatürk’ün cenaze töreni, O’nun son zaferi oldu. Tabutunun önünde karşıtlarının hepsi de sessiz kaldı. Türk ve Alman askerleri, tabutunun arkasında bir sırada yürüdüler; bir diğer sırada Stalin ve Hitler’in temsilcileri yanyanaydılar; hem Valencia (Cumhuriyetçiler) hem de General Franco çelenk yollamışlardı. Tabutunun önünde faşistler, demokratlar ve komünistler eğildiler. Her sınıfıyla birlikte olarak Türk halkı, yakardı ve ağladı. Zenginle fakir, arasında hiçbir fark yoktu. Bugün Ankara’nın yaşamış olduğu, dünyanın hiçbir zaman görmediği bir törendi.

Atatürk’ün cenazesi 21 Kasım 1938’de düzenlenen büyük bir törenle Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabre konulmuştur. Daha sonra 10 Kasım 1953’te törenle Ankara’nın Rasattepe mevkiinde yapılan Anıtkabir’de toprağa verilmiştir. Atatürk 10 Kasım 1938’de vefat ederek aramızdan ayrılmıştır. O kendisini izleyen milletine şu sözlerle veda etmiştir: “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.

24 Kasım 1934 tarihinde kabul edilen bir yasa ile kendisine “Atatürk” soyadı verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntılarından Türkiye’yi kurmuştur. O olmasaydı, Türkiye parçalara bölünecek başka ülkelerin arasına sıkışmış, bir uydu durumuna düşüp yutulmuş olacaktı. Atatürk, Türk halkını bir millet haline getirmiş, yurt sevgilerini canlandırmış, kendilerine karşı bir saygı uyandırmıştı. Türkiye’ye sürekli ve özlenen bir siyasal sistem sağlamıştı. Ülkesinin insanlarından; yurdunun çağdaş uygarlık dünyasındaki yerini bulması için ölü geçmişini silkinip atmış, kişiliği ve eğitimiyle Avrupa milletleriyle boy ölçüşecek yeni bir Türk tipi yetiştirmiştir.

Atatürk, her şeyden önce, bir efsane yaratmıştı. Kahramanlara susamış olan bu millete öyle bir inanç getirmişti ki, küçük bir çocuğun elini sıkacak olsa; çocuk sihri kaçmasın diye bu eli yıkamak istemezdi. Bir gün, yaşı sorulan yaşlı bir köylü kadın; “On yedi” diye cevap vermişti; kendisini, Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’i ilk gördüğü gün doğmuş sayıyordu. Atatürk’ün sözleri genç kuşaklara milli ülkünün yolunu gösterip aydınlatıyordu. Gençliğe yeni ve uyarıcı bir yaşam veriyor, yarının temellerini atacak gücü aşılıyordu. Bütün bunları on yılı biraz aşan bir süre içinde gerçekleştirmişti. Bunu da, yalnız yurdunun yararına kullandığı eğilmez kişisel gücü, olağanüstü enerjisi ve irade gücü, Doğu karakterleriyle Batı kafasını az rastlanan bir şekilde, benliğinde birleştirmesi sayesinde elde etmişti.

Kendi söylediği gibi, bir bahçıvan nasıl bitki yetiştirirse, Atatürk de adam yetiştirmeyi meslek edinmiş, böylece yeni değer ölçüleri olan yeni bir aydın sınıf yaratmıştı. Ama, halkı yetiştirmek zaman istiyordu. Daha ilk baştan gördüğü gibi, devrimini başarıya ulaştırması için, milletini kazanması gerekiyordu. Bunu çalışmaları sonucu elde etmiş, halkın kaderci yaklaşımını ve tutuculuğunu yenmiştir. Eserinin tamamlanması için zamana ihtiyaç vardı. Kendi ömrü, bunları tamamlamaya yetmeyecekti. Atatürk, zaferi kazanmış, ama sonucu öğrenemeden savaş alanından ayrılmak zorunda kalmış bir komutana benziyordu.

Savaşın hızlı temposuna bu kadar alışmış bir kişi için, barışcı bir gelişimin ağır temposuna ayak uydurabilmek zordu. Atatürk’ün gerçek büyüklüğü, askeri zaferin yeterli olmadığı, devletin yeni bir temel üzerine kurulmasının gerekli olduğunu kavramasında ve yaptığı yeniliklerde yatar. O bir asker olarak daha çok şan ve şeref peşinde koşmak yerine büyük bir gerçekçilikle hareket etmiştir. Askeri, siyasi ve mali bütün işgalciler atıldıktan sonra, ülkenin yeniden kuruluşu üzerinde durmuştur. Atatürk’ün bunu görebilmesi en büyük meziyetidir.

Atatürk kurduğu Türkiye’ye sağlam temeller ve ilerideki gelişmesi için belirli bir amaç bırakmıştı. Türkiye’ye sağlam kuruluşlar vermekle kalmadı, temelini vatanserverlikten alan, kendi kendisine güven duygusu ile beslenen ve yeni enerjiler için ödüller vaadeden bir milli ülkü sağladı. Sözleri ve davranışları ile milletin hayalini besleyecek bir efsane yarattı. Demokratik değerlere saygı duymayı öğretti.

Başka hiçbir kimsenin başaramayacağı şekilde, Avrupa devletlerinin planlarını altüst edip, tarihin yönünü değiştirerek, ülkesini kurtardı. Türkiye’nin diğer devletler tarafından eşit koşullarla kabul edilmesini ve Orta Doğu’da bir istikrar unsuru olarak yer almasını sağladı. Atatürk’ün gerçekleştirdiği yenilikler bugünün Türkiyesi’ni oluşturan canlı değerler olarak geleceği aydınlatmaya devam etmektedir.

Ayrıca “Atatürk’ün 30 Kişilik Özelliği” sayfamıza da bakabilirsiniz.

M. Kemal Atatürk sayfasına dön! «|