Maviciler
Tarih: 19 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
Garip hareketine ilk karşı çıkanlardan biri de Attilâ İlhan’dır (d. 1925). Mavi dergisinde “Sosyal Realizmin Münasebetleri yahut Başlangıç” adlı yazısında (sayı 21, 1 Temmuz 1954) Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’i “bobstiller” diye nitelemiştir. Aynı derginin yazarlarından Ahmet Oktay (d. 1933) “Orhan Veli’nin Yeri” (sayı 26, Ocak 1955) adlı yazısında “Orhan Veli eksik bir öncü ve eksik bir şairdi” hükmüyle, Garip akımının sığlığını anlatmıştı. Daha sonraları Mavi dergisindeki bu yazılardan hareketle bir “Mavi Akımı” oluşturulmak istenmiş; Birinci Yeni hareketine karşı çıktıkları için İkinci Yeni’nin öncüleri olarak değerlendirilmişlerse de Attilâ İlhan, İkinci Yeni’yi “yozlukla” itham ederek karşı çıkmıştır.
Attilâ İlhan, Türk şiirinin “Batılı ve Türk olabilen esthétique bir bileşime varabilme sorunu” içinde olduğunu, ancak önce Garip sonra İkinci Yeni hareketinin şiirimizi “yozlaşmaya” götürdüğüne inanır. İmlâ kurallarını bütünüyle reddetmiş veya kendisine has bir imlâ tarzı geliştirmiş olan Attilâ İlhan (Büyük harf kullanmaz ama özel isimleri ek almaları hâlinde (‘) ile ayırır.) dil konusunda çok keyfidir. Günlük dilden kaybolan çok eski kelimeleri, Fransızca veya Almanca kelimelerle beraber kullanır.
Bunlar, hem yazarın dikkati çekme çabasını, orijinal olma merakını yansıtır, hem de karmakarışık bir dünyada yaşadığımızı okuyucuya hissettirme amacına bağlıdır. Sinema tekniğini kullanan Attilâ İlhan âdeta kamerasını kalabalıklar üzerinde gezdirir, zaman zaman belirli noktalarda uzunca durur. Renkli, ıslak, ürperiş ve korku dolu bu şiirlerde bazen büyük bir ferahlık bazen de melankoli gizlidir.
Hisarcılar
Tarih: 19 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
1950’den itibaren Hisar dergisi fasılalarla 1950-1957 ve 1964-1980 arasında çıkmıştır. Derginin kurucuları ve idarecileri arasında bulunan Mehmet Çınarlı (1925-1999), Gültekin Samanoğlu (d. 1917), İlhan Geçer (d. 1917) ve Nevzat Yalçın (d. 1916) dergide memleket edebiyatının bir devamı olarak belirli kavramları savunan; yozlaşmaya karşı mücadeleci tavırlarıyla dikkati çekmektedirler. Dergi pek çok yazarı etrafında toplamıştır. Bu yazar ve şairlerin çoğu ortak görüşlere sahip olmakla birlikte bir kısmı onlardan ayrılır.
Batı’nın taklidiyle yetinilmesine karşı çıkan; sanatın zarurî şartı olan değişmeyi reddetmemekle birlikte, bu değişmenin geleneklerin reddi anlamında olmasını istemeyen, belirli bir siyasî görüş veya ideolojinin aracı, propagandası olan sanatı reddeden, dil konusundaki aşırılıklara karşı, günlük dilin kullanılmasını savunan bu yazarlar, ortak bir görüş etrafında birleşmişler ve “Öztürkçe” akımına karşı çıkmışlardır. Onlar “öztürkçe” akımının, dilde ifade gücünü azalttığını savunmuşlardı. Bu dergide yazan şairlerin hepsi gelenekle bağlarını sürdürmekten yanadırlar. Vezin ve şekil konularında da gelenekten yararlanırlar. Dergi eski şairlere de yenilerle birlikte sayfalarını açmıştır.
Hisar şairlerinden özellikle Munis Faik Ozansoy, Salâhattin Batu, Mehmet Çınarlı, Mustafa Necati Karaer, İlhan Geçer, Gültekin Samanoğlu, Nevzat Yalçın, Bekir Sıtkı Erdoğan, Feyzi Halıcı, Yavuz Bülent Bakiler isim yapmıştır. Mustafa Necati Karaer’in halk edebiyatı kaynaklarını başarı ile kullanışı ve yeni arayışları dikkati çeker. Millî konulardaki tavizsiz tutumu ve gür sesiyle hamasî havayı devam ettiren Yavuz Bülent Bakiler (d. 1936) Türkiye dışındaki Türkleri de içine alan geniş bir dünyayı kucaklamak ister.
İkinci Yeni Akımı
Tarih: 18 Temmuz 2014 | Bölüm: Edebi Akımlar | Yorumlar: Yorum yok.
1955-1965 yılları arası kendisini gösteren İkinci Yeni Şiiri, ortak nitelikleriyle beliren bir akım değildir. Yeniyi deneyen, dünya görüşü, yetişme şekilleri ve beslenme kaynakları bakımından birbirinden çok farklı olan şairlerin eserlerindeki benzerliklere dayanılarak ona bu ad verilmiştir. 1955-1965 yılında Yeditepe dergisinde, bir önceki hareketten farklılığını hissettiren bu şiir anlayışında İlhan Berk (d. 1916), Turgut Uyar (1927-1985), Cemal Süreya (1931-1989) öncüler olarak görülür.
Papirüs dergisinde yayımlanan antolojide Mehmet H. Doğan bu akımın çıkışıyla ilgili bilgi verir. Garip hareketinin yozlaşmasına tepkiden doğan bu harekette, semboller ön plana çıkar. Basitlik, alelâdelik şairlere yetmemektedir. Günlük konuşma dilinden uzaklaşarak, anlaşılması güç bir dile dönmek, bu şiirin okunmasını da, anlaşılmasını da zorlaştırmıştır. Halk kültürüne genelde karşıdırlar, dikkatleri büyük şehrin kalabalıklığında kaybolmuş olan, yalnız insana çevirmiştir. Yeni bir duygu dalgası ve yoğun bir çağrışımlar ağı ören bu şairler, vezin ve kafiyeyi bütünüyle reddetmemekle birlikte, zaman zaman yeniden mensur şiir denilebilecek tarzı denerler.
Bütün edebî sanatlar, bol semboller, çok karışık cümle yapısı, öztürkçeden, çeşitli yabancı dillerden alıntılara kadar zengin, fakat belirli bir çağrışım uyandırmaktan uzak kelime kadrosu kullanmak bu akımın belli başlı özellikleriydi. Şiirler çok uzundu. Bazıları Divan şekillerinin sadece adlarını taşıyorsa da, o şekillerin kurallarından uzaktı. Bu şiirin “yeni gerçekçilik” olduğunu ileri sürenler oldu. Sezai Karakoç (d. 1933) “Dişimizin Zarı” adlı yazısında bunu açıklamıştır: “Ben’in en küçük davranışı bile büyük bir haber gibidir. Yaşama vardır ve önemlidir. Ama bir haber olarak. Neyin haberi? Bunu şair de bilmez. Orhan Veli akımı günlük çırpınışların şiiriydi, bu şiir ise yaşamayı, gerçek yaşamayı cevheriyle görmeye, yakalamaya çalışıyor.”
Türk Dilleri Ailesi
Tarih: 18 Temmuz 2014 | Bölüm: Türk Dilleri Ailesi | Yorumlar: 1 Yorum var.
18. yüzyıl ortalarından günümüze kadar süren araştırmalar sonucunda, Türkçenin kökenini araştıran bilim adamlarının büyük bir kısmı Türkçeyi köken bakanından Altay Dilleri Grubuna dâhil etmektedirler. Araştırmaların başlangıcından 19. yüzyıl sonlarına kadar Türkçe, “Ural-Altay Dil Grubu” adı verilen daha büyük bir grup içinde ele alınırken, bu sahada yapılan araştırmalar ilerleyince, Ural dilleri ile Altay dilleri arasında bir akrabalığın bulunmadığı anlaşılmıştır. Ancak Ural dilleri ile Altay dilleri arasındaki ilgiyi araştıran, bu dilleri birbirleriyle karşılaştıran araştırmalar günümüzde de sürdürülmekle beraber, Altay dilleri arasındaki köken birliğini şüphe ile karşılayan, hatta Altay dillerinin akrabalığı görüşüne karşı çıkan dilbilimciler de bulunmaktadır.
Dillerin kökenim tespit ederken, doğru sonuçlara varabilmek için, araştırmaların ses bilgisi, şekil bilgisi, cümle bilgisi ve söz varlığı gibi çeşitli yönlerden yürütülmesi gerekir. Ural dilleri ile Altay dilleri arasındaki birtakım benzerlikler başlangıçta bu dillerin akraba oldukları düşüncesini uyandırmış, araştırmaların modern dilbilimin gerektirdiği yukarıdaki ölçülerle ilerletilmesi sonucunda, mevcut benzerliklerin bu dillerin akrabalıklarım ispatlayacak ölçülerde olmadığı görülerek, Ural dilleri ve Altay dilleri kendi içinde ayrı gruplar halinde ele alınmaya başlanmıştır. Bu iki dil grubu arasındaki benzerlikler, çoğunlukla coğrafi yakınlık dolayısıyla tarihî dönemlerde meydana gelen kültür alış verişi sonucuna bağlanmaktadır.
Bu görüşlerin dışında Türkçeyi “Türk (Hun) Dilleri Ailesi” adı verilen bir ana dile bağlayan, Türkçenin kendi içinde bir dil ailesi oluşturduğunu ileri süren bir görüş de bulunmaktadır. Bu görüşe göre, “Miladın ilk yüzyıllarında Ana Hun Dili bazı lehçelere ayrılmış olmalıdır. Bunlardan Batı Hun lehçesinin bugünkü Çuvaşça ve akrabalarını, Kuzey Doğu Hun lehçesinin Yakutça ve akrabalarını, Doğu Hun lehçesinin ise Türk-Tatar dillerim yarattığı” iddia edilir. “Bu üçüncü dalı ilkin Türk dilleri, Kırgız-Tatar dilleri diye iki kola ayırmak doğru olur. Türk dilleri kolunda Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi adlarıyla anılan iki büyük dil vardır. Kırgız-Tatar dilleri kolunda ise Kazan Tatarları, Başkırtlar, Kırım Tatarları, Karaçaylar, Kazaklar, Kırgızlar, Nogaylar ve Altay Urukları gibi” Türk boylarının dilleri yer alır.