Atatürk’ün Doğumu ve Kökeni
Tarih: 31 Mayıs 2013 | Bölüm: Atatürk | Yorumlar: 2 Yorum var.
Atatürk, ülke içinde kargaşalıkların yaşandığı, devletin dış tehditler altında olduğu böyle bir ortamda dünyaya gelmiş olup, Türk soyundan, küçük bir orta sınıf ailenin çocuğu, olarak doğmuştu. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, anası Zübeyde Hanım’dır. Ailesi Selanik’in batısında, Arnavutluk’a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türkler’in Makedonya’yı ve Teselya’yı almalarından sonra Anadolu’dan gelen halkın yoğun olarak yaşadığı bir yer idi.
Atatürk’ün baba tarafı, Yıldırım Beyazıt döneminde, Karaman’dan Manastır Vilayeti’nin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık’a yerleşmişti. Aile sonradan (muhtemelen 1830’larda) Selanik’e göç etmiştir. Atatürk’ün anne soyu da 1466’larda Anadolu’dan gelerek Rumeli’ye iskan edilen Türkmenlere dayanmaktadır. Atatürk “Benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenlerindendir.” demiştir. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hâlâ Toros dağlarında özgür hayatlarını sürdüren sarışın Türkmenlerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı.
Atatürk annesine çekmişti; saçları onun gibi sarı, gözleri onun gibi maviydi. Annesinin, üzerindeki etkisi büyük olmuştu. Atatürk bu etkiye saygıyla, bazen de başkaldırarak karşılık vermişti. Bir Osmanlı kadını olan Zübeyde Hanım güçlü bir iradeye sahipti. Doğuştan akıllı bir kadın olup, yeteri kadar eğitim görmemiş sadece okumayı öğrenebilmişti.
Atatürk Doğduğunda Osmanlı’nın Durumu
Tarih: 30 Mayıs 2013 | Bölüm: Atatürk | Yorumlar: 1 Yorum var.
Mustafa Kemal 1881’de çeşitli kültürlere açık, bir liman şehri olan Selânik’de doğmuştur. İmparatorluğun gelişmiş şehirlerinden birisi olan Selanik, yeni düşünce ve siyaset akımların yankı bulduğu kozmopolit bir merkez olmasının yanısıra, siyasal karışıkların yaşandığı Makedonya’nın en büyük kentiydi. Makedonya, Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli milletlerin birbirine karıştığı kendilerine özgü farklı yaşayışlarını sürdürdükleri bir bölge idi.
Osmanlı Devleti’nin beş yüz yıldan beri doğulu, batılı çok farklı ulusu bir arada tutmak için uyguladığı, etkili organizasyonunun küçük bir örneğini burada görmek mümkündü. Makedonya, Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarının tam ortasındaydı. Mustafa Kemal, ülkede modernleşmenin ileri boyutlara ulaştığı, çöküş ögelerinin en çarpıcı biçimde birleştiği bu yörede doğmuş ve yetişmiştir.
XIX. yüzyıl, Slavların, Rumların, Ermenilerin Türklere karşı ayaklandıkları, Rumeli’deki değişik soydan olan halkların birbirinden kopup dağıldıkları bir karışıklık dönemi idi. Milli duyguları kabarmış olan bu topluluklar, bağımsızlıklarını elde etmeye ve Osmanlı Devleti’nden toprak kapmaya çalışıyorlardı. Yayılma peşinde koşan Avrupa devletleri, entrikalar çeviriyor, uydularını ayaklandırıyor, bölgeyi istilâ için hazırlık yapıyorlardı.
Menemen Olayı / Kubilay’ın Şehit Edilmesi
Tarih: 29 Mayıs 2013 | Bölüm: Tarih ve Kültür | Yorumlar: Yorum yok.
Menemen Olayı, gerici bir hareket olup din devleti kurulması amacı ile yapılmıştı. Olayın yaratıcıları, Manisa’daki dört günden beri toplandıkları Tatlıcı Mustafa’nın evinde, 6 Aralık 1930’da son defa toplanmışlar, nasıl silâhlanacaklarını hesaplamışlardı. Gece verilen karardan sonra bunların bir kısmı Paşaköy’e gitmişlerdir. Diğerleri arkadan gelecekti. Bozalan köyüne gelen asiler, iki hafta da orada kaldılar. 23 Aralık Salı gecesi yola çıkıyorlar.
24 Aralık 1930’da Derviş Mehmet ve altı arkadaşı, Manisa üzerinden sabaha doğru dağ yolundan yürüyerek Menemen’e varır. Derviş Mehmed Menemen’de ilk gördüğü camiye girer ve oradaki bayrağı alır. Camide namaz kılan on beş kişiyle dışarıdakileri şeriat istemeye çağırır. Hükûmet olayı haber alır almaz Kubilay Bey’in kumandasında bir müfreze gönderir. Kubilay’ın asilere yapmış olduğu uyarı ve nasihatler bir işe yaramaz. Gözü dönmüş asiler tarafından Kubilay şehit edilir.
Hükûmetin yerinde müdahalesiyle ilk olarak Menemen’de şeriat isteriz diye ayaklananlardan 25 kişi, Manisa’da da 13 kişi tutuklanır. Hadisenin Menemen’de değil de Manisa’da hazırlandığı açıktı. Kaçan iki kişi derhal ele geçirilir. 28 Aralık 1930 Pazar günü 7 Nakşibendi şeyhi ile 7 sivil daha tutuklanır. Hükûmet Menemen olayına büyük önem vermiş, gazeteler de bu olaya baş sayfalarında geniş olarak yer vermişlerdir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Fahrettin Paşa bizzat Menemen’e gidip, olayı yerinde incelediler. Bu arada Menemen’de, Hoca Saffet, Balıkesir’de de Şeyh Halil geniş bir fesat çemberi hazırlamakla uğraşıyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, olayın üzerinde titizlikle durmuş ve bunun Cumhuriyeti yıkmayı hedef tutan bir hareket olduğunu belirtmişti. Mustafa Kemal olaydan duyduğu üzüntüyü Erkânı Harbiye Reisi Mareşal Fevzi Paşa’ya bir mektup yazarak duyurmuş ve olayla bizzat ilgilenmişti. Menemen olayının yalnız Manisa ve Menemen’e sirayet etmeyeceği, Türkiye’nin her yerinden bu olayın yaratıcıları olduğunu hesaplayan ve buralardan da bu olayın hazırlanmasına yardım yapıldığını düşünen hükûmet, çalışmalarını buna göre hazırladı. İlk olarak 31 Aralık 1930’dan başlamak üzere Menemen ve Manisa’da bir ay müddetle örf-i idare ilân eden hükûmet yurt çapında çalışmalarına başladı.
Şeyh Sait İsyanı
Tarih: 28 Mayıs 2013 | Bölüm: Tarih ve Kültür | Yorumlar: 18 Yorum var.
Bu isyan, din işlerinin dünya işlerinden ayrılmasını tasvip etmeme amacında olanlar tarafından inkılâba karşı yapılmış bir isyandı. Ama, bu isyanda kişisel çıkarlar peşinde koşanlar, Kürtçülük isteyenler, komünist düşünceliler, yağmacılar da rol oynamışlardır. Olayı yaratanlar, başta Şeyh Sait Nakşibendi tarikatındandılar. Mustafa Kemal’in de belirttiği gibi olayın ana nedeni gericilik idi. Şeyh Sait İstiklâl Mahkemesi’nde de, “din elden gidiyor”, “Tanrı Devleti” gibi sözlerle, dünya işlerinde de din kurallarına dayanan bir devlet idaresi istediğini belirtmiştir.
11 Şubat 1925’teki isyan, derhal Elazığ ve Diyarbakır yörelerine yayılmıştır. Hükûmet bu durumda sıkı yönetim ilân etmeyi yerinde buldu ve doğu bölgelerinde bir ay, Malatya’da iki ay sıkı yönetim ilân etti ve konuyu Meclis’e de getirdi. 25 Şubat 1925’te Başvekil Fethi Bey, konuşmasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin o bölgede 800 kişiyi öldüreceği ve Şeyh Sait’in de bunlardan biri olduğu, bundan kurtulmak için de Sait’in niyet ettiği ayaklanmaya gittiği yolunda bir mektubu asilerin birinin üzerinde ele geçirdiklerini izah etti.
Fethi Bey, gene ele geçen 17 Şubat 1925 tarihli rapora göre, ayaklanmanın amacının şeriatı sağlamak olduğunun anlaşıldığını ve “olay padişahlığı, hilâfeti, şeriatı ve Abdülmecid’in oğullarından birinin saltanatını sağlamak” için yapılan gericilik maskesi altında yapılan Kürtçülük hareketidir demekteydi. 25 Şubat 1925’te, dinî ya da dinin kutsal kavramlarını alet ederek devletin şeklini bozmak isteyenlerin vatan haini olması hakkındaki yasa onaylandı. Böylece, isyan edenlerin sineceği sanılıyordu.