Batı Edebiyatında Eleştiri
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Eleştiri | Yorumlar: Yorum yok.
Aristo’nun sanat ve sanat hakkındaki düşüncelerini açıkladığı Poetika isimli eserinde eleştiri türünün tohumları atılmıştır. Bir sanat eserini değerlendirmek için kullanılacak ölçütler keşfedilmiştir. Klasik eleştiri anlayışının hâkim olduğu bu dönemden sonra Ortaçağ’dan 19. yüzyıla kadar Neoklasik eleştiri anlayışı hüküm sürmüştür. Bu eleştiri anlayışı edebiyat yaratıcılığının kaynağını, eserin yapısını, okuyucunun eser karşısındaki tavrını, insan psikolojisiyle eser arasındaki ilgiyi anlamaya ve çözmeye çalışır.
19. yüzyılda romantik eleştiri anlayışı doğar. Bu anlayışının ön planda olduğu dönemde eleştiri kavramı daha etraflıca ele alınmaya başlar. Eleştirinin malzemesi ve yöntemleri artar. Bugün hâlâ tartışılmaya devam eden birçok görüş –realizm, natüralizm, sembolizm vb.– 19. yüzyılda doğmuştur. 20. yüzyılda ortaya çıkan modern eleştiri anlayışı çeşitli ülkelerde farklı anlayışların doğmasına neden olmuştur.
Fransa’da Anatole France, Almanya’da Hermann Bahr, İngiltere’de T. S. Eliot eleştiride yeni görüşlerin temsilcilerinden bazılarıdır. Yani modern eleştiri anlayışı, tek bir görüşün değil, farklı ülkelerde ortaya çıkan birden çok eleştiri anlayışının genel adıdır. Bu anlayışların temel özellikleri eleştiriyi ayrı bir tür olarak kabul etme ve edebî eseri yazarından bağımsız olarak kendi içerisinde bir bütün olarak değerlendirmedir.
|» “Eleştiri” sayfasına dön! «|
Türk Edebiyatında Eleştiri
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Eleştiri | Yorumlar: 1 Yorum var.
Divan edebiyatında şairler hakkında biyografik bilgi veren tezkire adındaki eserlerde eleştirinin izlerine rastlamak mümkündür. İlk olarak Ali Şir Nevaî’nin Mecâlisü ‘n-Nefâis ‘iyle 15. yüzyılda ortaya çıkan tezkireler 16. yüzyılda gelişimlerini hızla devam ettirmişlerdir. Tezkirelerde şairler hakkındaki biyografik bilgi verilmesinin yanında şiirlerin değerlendirmesi de yapılmıştır. Ayrıca bu eserler şairi, eseri ve onun çevresini ele aldıkları için bir bütün olarak edebiyat eleştirisinin örneğini sunmaktadırlar.
Divan şairlerinin, belli kurallar doğrultusunda şiirlerini dizerek meydana getirdikleri eserlere divan adı verilir. Edebiyat terim ve kavramları hakkında açıklamalarda bulunan kitaplar ise belagat kitapları olarak nitelendirilirler. Tezkireler dışında eleştiri türünün ilk örneklerinin görülebileceği eserler arasında divan ön sözleri ve belagat kitapları da vardır.
Türk edebiyatında batılı anlamdaki ilk eleştiriler Tanzimat dönemiyle birlikte başlamıştır. Şinasi tam anlamıyla bir eleştirmen olarak kabul edilmese de bu türün doğuşuna zemin hazırladığı düşünülebilir. Makalelerindeki dil ve edebiyat konusundaki görüşleri bu türün gelişiminde adının anılmasını gerekli kılmaktadır. Şinasi’den sonra değerlendirilecek olan Namık Kemal ise tam anlamıyla eleştirmen kimliğine sahip bir yazardır. Celaleddin Harzemşah adlı tiyatro oyunun ön sözü olan Celal Mukaddimesi bu türün önemli örneklerindendir. Namık Kemal’den sonra Ziya Paşa Hârâbat Mukkadimesi ve Şiir ve İnşa adlı yazılarıyla türün örneklerini sürdürür. Tanzimat dönemindeki eleştiri anlayışı “eskinin reddi ve yeninin yaratılması” üzerine kuruludur.
Eleştiri Örnekleri
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Eleştiri | Yorumlar: 3 Yorum var.
Roman ve Yaşam Eleştiri Günlüğünden
“Kasımpatları”
Gençlik yıllarımızda ne çok okurduk John Steinbeck’i! Rasih Güran’ın çevirdiği “Bitmeyen Kavgayla Gazap Üzümleri” okumamış olmayı bağışlanamaz bir eksiklik sayardık. Vietnam savaşındaki tutumu soğutmuştu bizi Steinbeck’ten… ‘Biz’ derken, ilk iki cümlede 1940’ların ‘solcu gençlerini düşünüyorum; bu ‘solcu gençler’, üçüncü cümlede artık’orta yaşlı solcular’olmuşlardı.
Doğrusu, Steinbeck’in romanlarını okumayı düşünmüyorum artık; ama iki hikâyesi var ki zaman zaman özlüyorum onları, yeniden okuma isteği duyuyorum. Okuyorum da. Bunlardan birinin daha önce sözünü etmiştim: “Steinbeck’in ‘Kahvaltı’sı ile (Çehov’un) ‘Güzeller'(i) arasında bir ilişki zamanla: ‘Kahvaltı’daki hikâye kahramanı da o sabah kahvaltısını anımsadıkça içinde garip, ılık, tadına doyulmaz bir şeyler duyar. Neden bu iki hikâyeyi hep birlikte anımsıyorum diye düşünürken Nâzım’ın o ünlü oyunundaki birkaç sözcük gerekli açıklamayı getirdi: ‘Ferhad Usta! Ferhad Usta! Bu güzellik niçin mahzun eder seni, “Evet, hep hüzün”.
Steinbeck’in çok sevdiğim, zaman zaman yeniden okuma isteği duyacak kadar çok sevdiğim öteki hikâyesi ‘Kasımpatları’dır. Adam Yayıncılık’ın 1992 martında dördüncü baskısını yaptığı Steinbeck’ten seçme hikâyeler kitabı, bu hikâyenin adını taşıyor. Kitaba bu adı verdiğine göre, belli, hikâyeleri dilimize çeviren (Ne çeviri! Tek sözcükle nefis.) Memet Fuat da en çok bu hikâyeyi sevmiş. (‘Sabah Kahvaltısı’da bu kitaptaki hikâyelerden biri.)
‘Kasımpatları’ da, ‘Sabah Kahvaltısı’ gibi, Çehov’un ‘Güzeller’ adlı hikâyesi gibi, Nâzım’ın “Bu güzellik mahzun eder seni!” cümlesini anımsatan bir hikâye. Hikâyede yaratılan hava sarıp sarmalıyor sizi; Elisa’yı anlıyorsunuz: Ruhsal durumunu, özleyişlerini, dahası, kocasından bıkmışlığını, kocasına hiçbir zaman söyleyemeyeceği sözleri bir yabancıya söyleyebilmesini, o yabancıyla aynı duygularda buluşmak isteğini:
Türkçe ve Yazın (Edebiyat)
Tarih: 15 Eylül 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: Yorum yok.
Türkçe ve yazın (edebiyat) kavramları arasındaki anlam ayrımını hiç düşündünüz mü? Bu da nereden çıktı şimdi? diyebilirsiniz. Gençlerimizin çoğunun bu kadar vurdumduymaz, davranış inceliğinden yoksun oluşları, iletişimde birbirlerini aşağılayan hitap ve sözleri kolayca söyleyebilmeleri, burunlarının önüne bile bakmak istememeleri, umutsuz ve karamsar oluşları, edebi eserleri okumaya olan ilgisizliklerinden; edebiyatı, okumayı sevmemelerinden olabilir mi dersiniz?
Birçok dil gibi dilimiz Türkçe’de binlerce Türkler kurmalarını anlaşmalarını sağlarken bunu kelimelerin belirlenmiş olan sözlük anlamlarının sınırlılığı içinde yapmıştır. Bu, dilimizin “Türkçe” adıyla ifade edilen sınırlı boyutudur. Bu boyut bizim hayatla nesnel ve daha çok somut ilişkilerimizi gösterir. Ama bu, bir ulusa ait bireyin mutlu olabilmesi için yetersizdir. Bireyi mutluluğa ve yaşama ülküsüne taşıyacak olan Türkçe’nin yazın (edebiyat) boyutudur ki bir Türk , Türk olmanın coşkusunu ve heyecanını bu boyutta fark eder, daha sonra da insan olmanın erdemiyle tutarlı bir duruşu yakalayabilir. Buradan çıkacak sonuç şudur ki “Ben Türkçe’yle düşüncelerimi sözlü ve yazılı olarak anlatıyorum“ diyebilen bir Türk çocuğu henüz yarım Türk’tür. En eski çağlardan günümüze doğru uzanan edebi eserlerimizi okuyup atalarının duygusal boyuttaki ulaşmak için ömürlerini tükettikleri ülkülerini fark ettiklerinde , dünya uluslarının değerleriyle kendini karşılaştırarak içinde yaşadığı süreçte bu ülküye yürümesi gereken rotasını çizip , Türk Ulusu’nu ve insanlığı mutlu edecek ülküye adım adım yaklaştıkça tam bir Türk olacaktır.