Ural – Altay Dilleri Teorisi
Tarih: 17 Temmuz 2014 | Bölüm: Türk Dilleri Ailesi | Yorumlar: 2 Yorum var.
Ural-Altay Dilleri Ailesi / Teorisi ile ilgili çalışmalar ilk defa bir tesadüf eseri olarak İsveçli Johann Philipp Tabbert (von Strahlenberg) tararından yapılmıştır. Poltava savaşında Ruslara esir düşünce uzun bir süre Sibirya’da kalan bu İsveçli subay, buradaki yerli kavimlerin dil ve kültürlerine dair izlenimlerini kaleme alarak Ural-Altay Dilleri Teorisinin başlatıcısı olmuştur. Güney Sibirya’da Daniel Messerschmidt’in yanında araştırma yapmakla görevlendirilen Strahlenberg, Köktürk harfli Yenisey yazıtlarının bulunuşunda ve bilim dünyasına tanıtılışında da ilk önemli isimdir. Das Nord und Östlicher Theil von Europa und Asia, (Stockholm 1730) adlı eserinde yazar, bu yörede konuşulan dillere topluca “Tatar dilleri” adını vererek, altı grupla 32 dile yer vermiştir.
1- Fin-Ugor dilleri: Macar, Fin, Vogal, Çeremis, Permyak, Votyak, Oıtyak
2- Samoyed
3- Türk-Tatar dilleri: Tatar, Yakut, Çuvaş
4- Moğol -Mançu dilleri: Kalmuk, Mançu, Tangut
5- Tunguz dilleri: Tunguz, Kamasin, Mançur, Tangut
6- Karadeniz’le Hazar Denizi arasındaki halklar
Altay Dilleri Teorisi
Tarih: 16 Temmuz 2014 | Bölüm: Türk Dilleri Ailesi | Yorumlar: Yorum yok.
19. yüzyıl sonlarında dil araştırmalarında tenkidi metod kullanılmaya; akrabalıkların ispatı için ses özellikleri, şekil yapısı, cümle yapısı, kelime hazinesi göz önüne alınmaya başlanılınca Ural-Altay Dil Grubu içinde yer alan dillerin akrabalığı görüşü sarsılmış ve Ural dilleri ile Altay dilleri ayrı ayrı incelenmeye başlanmıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında, bu dillerle ilgili belgelerin, özellikle Türkçenin eski belgelerinin yeni yen) ortaya çıkması; böylece mukayese için canlı dil malzemesinin yanında daha eski dönemlere ait malzemenin kullanılma imkânının da doğmuş olması etkili olmuştur. Bugün Ural dilleri konusundaki araştırmaların çok daha ileri bu durumda olduğu ve bu dillerin akrabalığının kesinleştiği söylenebilir. Altay grubuna mensup diller için de yüzyılımızın başından beri araştırmalar git gide artarak devam etmiştir.
Altay Dilleri Teorisi, Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve Japoncanın bir anadilden geldiği görüşünü savunan bir teoridir. Başlangıçta ya yazı dillerine ait yetersiz sayıda malzemeye dayalı olarak yapılan mukayeseler, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Castren ve sonraki Altayistler tarafından konuşma dilinden derlenen malzemeler üzerinde de yapılmış ve Altay dillerinin araştırılması hız kazanmıştır. 19. yüzyılın sonlarında Türkoloji sahasındaki yetti buluşlar (Orhun Abidelerinin okunuşu, Uygur belgelerinin ve Divan-ü Lügatit Türk’ün ele geçirilmesi) da bu çalışmalara hız kazandırmıştır. 19. yüzyıl sonlarına doğru Türk, Moğol ve Mançu-Tunguz dillerinin gramerleri ve mukayese çalışmaları tamamlanarak bu diller arasındaki akrabalık ispatlanmıştır. Genel dilbilgisinin ilke ve yöntemleri ile yapılan değerlendirmeler sonunda çeşitli benzerlikler, ses denklikleri, ortak ekler ve kelime birlikleri tespit edilmiştir. Yüzyılımızdaki çalışmalarla Altay dil grubuna önce Korece ve daha sonra da Japoncanın dahil olduğu anlaşılmıştır.
Altay dilleri ile ilgili çok değerli çalışmaların sahibi olan Finlandiyalı Gustaf John Ramstedt (1873-1950) Altay Dilleri Teorisinin, gerçek kurucusu sayılır. Türkçe ile Moğolca arasındaki ses denklikleri ile ilgili çalışmalar onunla başlar. 1905 yılında Macar Zoltan Gomboez “Zur Lautgeschichte der Altaİscbcn Sprachen” adlı yazısında daha önce Schott ve Anton Boller tarafından ortaya konan Moğol ve Mançu dillerinde c-, d-, n-, ñ- denkliğini sistemleştirmiştir. Daha sonra Nicholas Poppe (1897-1991) “Altaisch und Urtürkisch” (1926) adlı yazısında Ana Altayca d-, c-, y-, n-, ñ- Moğolca d-, e-, y~, n- Ana Türkçe y- denkliği şeklinde, Altay dilleri kapsamında bir sistem haline getirmiştir.
Türkçenin Söz Varlığının Temel Özellikleri
Tarih: 18 Mayıs 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Türkçenin tarihi gelişim süreci içinde söz varlığında meydana gelen değişiklikleri, Türk dilinin genel nitelikleriyle birlikte yorumladığımızda ortaya çıkan özellikleri –daha ayrıntılı biçimde işlemeden önce– şu maddeler hâlinde sıralayabiliriz:
1. Türkçe çok sistemli bir türetme ve birleştirme gücüne sahip olduğundan, somut ve soyut kavramların ifadesi için söz varlığında birçok sözcük bulundurmaktadır. En eski dönemlerden beri kavramlaştırma, Türkçenin düzenli yapısı sayesinde süregelmiştir.
2. Türklerin çok geniş bir coğrafyada, birçok milletle ilişki kurması Türkçenin de yabancı dillerle etkileşime geçmesine neden olmuştur. Türk dili, genellikle yabancı etkiler karşısında kendini koruyamamış ve bunun sonucunda yerli sözcüklerin yerine yabancı sözcükler kullanılır hâle gelmiştir.
3. Türk dilindeki temel sözcükler, söz varlığında değişmeler yaşanmasına rağmen büyük oranda korunmuş ve bugüne kadar taşınmıştır. Ayrıca temel söz varlığı ögeleri, ses değişikliklerine uğramış hâlleriyle de olsa neredeyse tüm Türk lehçelerinde ortaktır.
Yabancı Dillerin Türkçeye Etkisi
Tarih: 9 Nisan 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: 8 Yorum var.
Tarihin her döneminde, bütün dillerde olduğu gibi Türkçede de yabancı dillerin etkisi olmuştur. Bu etki her yüzyılda farklı düzeyde ve şekilde gerçekleşmiştir. Özellikle çokça etkileşimde bulunduğumuz milletlerin dilleri ile Türkçe arasında ciddi söz varlığı alıntıları yaşanmıştır. Türk dilinin yazılı kaynaklarla takip edilebilen ilk zamanları olan Göktürkler çağında Çince, Sanskritçe ve Moğolca; Selçuklu, Karahanlı ve takiben Osmanlı döneminde Arapça ve Farsça; Tanzimat döneminde Fransızca; yirmi birinci yüzyıl Türkiye’sinde ise genellikle İngilizce, dilimiz üzerinde büyük etki yapmıştır.
Türklerin binlerce yıllık tarihsel süreçte geniş bir coğrafyaya yayılıp nice ulusla iletişim kurmuş olması, kuşkusuz ki tek taraflı bir etkilenmeye neden olmamıştır. Türkçe yabancı dilleri etkilediği kadar, o dillerden de söz varlığı ve dil bilgisi alıntıları yapmıştır. Bunlar sırasıyla Fransızca, Arapça ve Farsça diye gitmektedir.
Türk ulusunun yaşamında meydana gelen bazı değişiklikler, yeni sözcükler kullanmayı gerekli kılmıştır. Din değişiklikleri, yerleşik yaşama geçme, teknolojik gelişmeler veya ticaret gibi yaşantı değişiklikleri, Türkçenin söz varlığında bu alana ilişkin sözcük gereksinimini doğurmuştur. Bu ihtiyaç kısmen Türkçe kökenli sözcüklerden yeni türetmeler yapılarak karşılanmıştır. Fakat çoklukla o alana ilişkin hazır bulunan sözcükler Türkçenin ses yapısına uydurularak ödünçlenmiştir.