Türk Savaş Teknikleri
Tarih: 8 Kasım 2012 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Düşman kuvvetleri Türk ordusuna doğru harekete geçtiğinde Türkler, düşmanın ordunun merkezine doğru harekete geçeceğini bildiklerinden, işte tam bu sırada iki kanadın harekete geçmesi emri verilir, böylece plan amacına ulaşırdı. Bu arada düşman kuvvetleri bütün orduyu Türkler üzerine göndermiş bulunduklarından ve arkadan gelebilecek bir başka güç olmadığından savaş alanından çıkamazlardı. Savaş planını uygulamadaki bu disiplin ve kararlılığa rağmen Türkler, her ihtimale karşı geride bir grup asker daha bekletirlerdi.
Ayrıca Türkler, savaş sırasında farklı pusular kurarlardı. Gece, beklenmeyen bir zamanda düşman üzerine hareket etmek Türklerin en önemli savaş stratejisiydi. “Türkler, bu konuda da kendilerini eğittiklerinden onlar hiçbir zaman böyle sürpriz saldırılarla yakalanmazlardı”.
Bir başka “İskit” tarzı savaş stratejisi ise, düşmanın yiyecek ve içecek ihtiyacını sağladığı kaynakları kurutmak ve insan ve hayvanları için kıtlık baş gösterdiğinde düşman üzerine harekete geçmekti. Türkler düşmanlarının en sıkıntılı zamanlarını kollarlar ve bunu fark ettikleri anda hasımları üzerine giderlerdi.
Arap tarihçisi el-Cahız da, Fezaili’l-Etrak adlı eserinde Türklerin askerî özellikleri hakkında elde ettiği bilgileri yazmaktadır. 820’de Arap meclisi, ordu teşkil ederken halifenin orduyu kimlerden oluşturalım sorusuna, İran asıllı elçisi Humeyd’in Türkleri tavsiye ettiği belirtilmektedir.
Türklerin Savaştaki Stratejileri
Tarih: 4 Kasım 2012 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 1 Yorum var.
Bizans İmparatoru Maurice, İskit halkının karakterinden söz ederken bunlardan “sadece Türkler ve Avarların askerî bir sisteme sahip” olduklarından bahsederek bunların içerisinde de yalnızca Türklerin kendilerini savaş için hazırladıklarını belirtir.
Bozkır ikliminde yaşayan bir millet olan Türkler için bu sert iklim şartları, coğrafî faktörler, Orta Asya’daki diğer boy ve milletler arasındaki mücadeleler zorlu bir hayat tarzını gerektiriyordu. Bu çetin şartlar Türklerin savaşcı olarak yetişmesine sebep olmuş ve tarihte de “ordu-millet” olarak tanınmaları sonucunu doğurmuştur. Soğuk ve sert iklim şartlarında yaşayan insanlar, zor şartlara kolaylıkla alışabilirler. Maurice’in açıklamalarına göre de, Türkler, “her türlü yokluk ve kıtlığa, sıcağa ve soğuğa dayanıklıydılar”.
Maurice’in bu ifadeleri, Ammianus’un Hunlar hakkında yazmış olduğu karakteristik özelliklerle benzerlik göstermektedir. Bizans tarih yazarlarında, özellikle Maurice’in diğer milletler hakkındaki izahlarında, ırkî özellikler bakımından birbirine benzeyen toplulukları veya milletleri aynı kategoride değerlendirmek adeta bir gelenek haline gelmiştir.
Türk Savaş (Harp) Sanatı
Tarih: 2 Kasım 2012 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 1 Yorum var.
Göktürklerle Avarların benzer bir askerî sisteme sahip olduklarını belirten imparator Maurice, Bizans’ın o zamana kadar Göktürkler ile doğrudan doğruya herhangi bir savaşa girişmemiş olmaları sebebiyle Türk savaş tekniğini de yakından gözlemleyememişti. Fakat, İmparatorluğun yakınında bulunan sürekli düşmanları olan Avarların savaş teknikleri veya onlar vasıtasıyla Türkler hakkında almış oldukları bilgiler sayesinde Türk savaş yöntemleri ile ilgili bilgi vermektedir.
Maurice’e göre “Türkler, Romalılar ve İranlılardan farklı olarak, Avarlar gibi ordu kuvvetlerini belirli bir derinlik içerisinde yerleştiriyorlardı ve kuvvetlerinin çoğu atlı askerdi. Atlı askere sahip olmanın faydalı tarafları olduğu gibi zararlı yönleri de vardı. Çünkü Türkler, mücadele boyunca atlarından hiç inmezler ve hatta yürümekte güçlük çekerlerdi. Kendi ayakları üzerinde de uzun süre duramazlardı.”
Orta Asya’daki savaş atları, burada yaşayan halk için elbette çok önemliydi. Fakat Maurice’in Türklerin atı kullanmaları ve günlük hayattaki rolünü açıklarken abartılı ifadeler kullandığı söylenebilir. Kültigin’in (Köl-tigin) kitabesinde, Türklerin atsız asker olarak da başarılı savaşlar verdiklerini anlatan ifadeleri, Maurice’in Türklerin at kullanmalarından oldukça fazla etkilendiğini ve bu sebeple belki de büyük bir korku ile bu konuyu abarttığı anlaşılıyor.
Ayrıca açık bir şekilde Tonyukuk’un da savaş meydanında oluşturulan askerî hattın bir bölümünün atlı diğer bölümünün de yaya olduğunu belirten sözleri, Türklerin savaşlarda ata önem vermekle birlikte atlı ve yaya (süvari ve piyade) asker olarak savaşlarda yer aldıklarını göstermektedir.
Maurice’in Türklerin ata binmedeki ustalıklarını açıklarken ayakta güçlükle durabildikleri, yürüyemedikleri şeklindeki ifadelerinde de aşırıya gittiği diğer belgelerle de izah edilebilir. Arap tarihçisi Cahız’ın Fezaili’l Etrak adlı eserindeki Humeyd adlı İran asıllı komutan da, Türklerin uzun süre at üzerinde oldukça uzun mesafeleri rahatlıkla katedebildiklerini belirtmiştir. Ancak Humeyd, Türklerin, yürüyerek de uzun yolculuklara rahatlıkla dayanabildiklerini ifade etmiştir. Hatta bu konuda da çok iyi olduklarını izah etmektedir.
İlk Yazılı Tarihimiz: “Orhun Yazıtları”
Tarih: 9 Ağustos 2012 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 35 Yorum var.
Türk yazı dilinin ilk örneklerinin ortaya konulduğu, eşi bulunmayacak değerde bilgiler içeren Orhun Yazıtları, her Türk’ün hakkında bilgi sahibi olması ve onu okuyup hakkıyla benimseyerek Atalarımızın verdikleri uyarıları dikkate alması gereken büyük bir abidedir. Çünkü o kutlu yazıtlarda bilge, alp, inançlı ve pek yürekli atalarımızın, binlerce yıl önce dünyaya düzen vermek ve Türk soyunu, kültürünü, ulusunu… bengi (ebedî) kılmak için yaptığı çalışmalar neticesinde oluşan Türk tarihi yazılmaktadır. Orhun Yazıtları’nın değerini anlatabilmek için “Çünkü…” ile başlayan tümceler arka arkaya dizilebilir. Ben, yazıma yazıtların değerini ustalıkla dile getiren büyük Türkolog Muharrem Ergin‘in Orhun Abideleri adlı yapıtındaki bir paragraflık alıntıyla başlamak istiyorum:
“Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin. İlk Türk tarihi. Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası. Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esasları. Türk gururun ilâhi yüksekliği. Türk feragat ve faziletinin büyük örneği. Türk içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk edebiyatının ilk şaheseri. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri. Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği. Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil. Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika. Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…” [1]
Türk yazı dilinin ilk örneklerini gördüğümüz bengü taşlar, bugün hâlâ yaşayan Orkun Irmağı’nın [2] çevresine dikildiği için onlara “Orhun Yazıtları (Abideleri)” denmiştir. Aynı zamanda yazıtlara, Göktürkler döneminde dikildikleri için “Göktürk Yazıtları” da denmektedir. Ayrıca bir de “Yenisey Yazıtları” vardır ki, bunlar Orhun Yazıtları ile aynı değildir. Kesin olarak bilinmese de, Yenisey Yazıtları’nın Orhun Yazıtları’ndan daha önce dikildiği tahmin edilmektedir. Orhun Yazıtları, yaklaşık olarak 720 – 735 ‘li yıllar arasında dikilmiştir. Dikili taşlardan önemli olan üç tanesi “Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk Yazıtları” dır. Kül Tigin ve Bilge Kağan, 2. Göktürk Devleti‘nin kurucusu olan İlteriş (Kutlug) Kağan’ın çocukları; Tonyukuk da dönemin veziridir.