Şehzade Korkut
Tarih: 11 Mayıs 2013 | Bölüm: Ş | Yorumlar: Yorum yok.
Yine Osmanlı Hanedanına mensup şairlerden olan Korkud, II. Bâyezîd’in oğludur. Çocukluk ve ilk eğitim yıllarını İstanbul’da dedesi Fâtih”in yanında geçirdi. Döneminin en iyi bilgin ve sanatkârlarından dersler alan şehzade, âlim, şair ve musikişinas olarak yetişti. Zayıf, hassas, sanatkâr ruhlu, ilmi, irfanı, musikîsi ve şiiri ile tanınmış bir şehzade olan Korkud, sükûnet içinde yaşamayı severdi.
Kardeşi Sultan Selîm’den büyük olduğu hâlde, saltanatı ona bırakmağa razı olmuş, İstanbul’a geldiğinde Yenibahçe’deki karşılama törenine o da katılmıştı. Arapça eserler veren ve bazı kitaplara şerhler yazan Korkud, musikîde usta olup her nevi sazı çalardı. İran’dan gelen üstat Zeynelabidîn, musikîde hocası olmuştur. Kendisi “gıdâ-yı rûh” adını verdiği bir saz icat etmiştir. Şeyh Hamdullah’tan hüsn-i hat dersleri de alan şehzadenin çok güzel yazısı vardı. Aynı zamanda şair olan Korkud, “Harîmî” mahlasıyla şiirler de yazmıştır.
Harem-i Şerif ziyaretine niyet ettiği için bu mahlası alan şehzade, şiirlerini küçük bir divanda toplamıştır. Harîmî’nin şiirleri Filiz Kılıç tarafından yayımlanmıştır. Bu yayıma göre Harîmî’nin 52 gazeli, 2 beyitlik Arapça bir şiiri ve Türkçe 2 beyti bulunmaktadır. Muhteva açısından Harîmî’nin gazellerinde ana eksen aşk olup bu eserlerde tasavvuf! unsurlar da göze çarpmaktadır.
Konu olarak aşk, sevgiliden olayı çekilen acı, yalnızlığın, dostun olmayışının verdiği üzüntü işlenmiştir. Ayrıca “kopuz” redifli şiirinde kopuz bağrı yanık, dertli bir âşık gibi ele alınarak neden yapıldığı, nasıl çalındığı hakkında bilgi verilmiştir. Harîmî’nin şiirlerinde ikkati çeken noktalardan birisi de, şiir sayısına oranla deyimlerin çokluğudur. Harîmî’nin klâsik edebiyatı iyi bildiği, şekil ve muhteva olarak başarılı olan şiirinden anlaşılmaktadır.
Bâki’nin Hayatı ve Eserleri
Tarih: 10 Mayıs 2013 | Bölüm: B | Yorumlar: 7 Yorum var.
Asıl adı Abdülbâkî’dir. Hicri 933’te, Miladi 1526’da İstanbul’da doğdu. Babası Fâtih-ü müezzinlerinden Mehmed Efendi idi. Fakir bir ailenin çocuğu olan Bâkî, gençliğinde saraç çıraklığı, veya son yıllarda öne sürülen bir görüşe göre cami kandillerinin yakılması işi olan “serrâc” çıraklığında bulunmuştur. Yaratılışındaki okuma ve öğrenme arzusu onu medreseye yöneltti. İyi bir medrese tahsili gören Abdülbâkî, Ahaveyn (iki kardeş) lakabıyla meşhur Karamanî Ahmed ve Mehmed efendilerden, daha sonraları Süleymaniye müderrislerinden Kadı-zade Şemseddîn Ahmed gibi devrin tanınmış âlimlerinden ders gördü. Ders arkadaşları arasında Nev’î, Edirneli Mecdî, Hoca Saadeddin, Üsküplü Vâlihî ve Karamanlı Muhyiddin gibi ileride ün yapacak şair ve ilim adamları bulunmaktaydı.
962/1555’te Nahcivan Seferi’nden dönen Kânûnî’ye ilk defa kasidesini takdim etti. Bu vesileyle sultanın lütuf ve takdirine mazhar oldu. 963/1556 yılında Halep kadılığına tayin edilen hocası Şemseddîn Ahmed’le birlikte gitti ve orada kadı naipliği yaptı. Şâh Abbas’ın kütüphanecisi ve Mecma’u’l-havas adlı tezkirenin müellifi Sâdıkî-i Kitâbdâr Halep’e uğradığında kendisiyle tanışıp uzun uzun sohbetlerde bulundu. 967/1560’ta tekrar hocasıyla İstanbul’a döndü. Şiirden ve şairlerden hoşlanmayan Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra yerine Semiz Ali Paşa’nın geçmesiyle Bâkî’nin yıldızı parladı. 1561 yılıfıda dânişmend olan Bakî, bir müddet sonra müderris oldu ve önce Silivri’de Pîrî Paşa Medresesi’ne sonra da İstanbul’da Murâd Paşa Medresesi’ne tayin edildi. Kânûnî’nin yakın alaka ve iltifatını, musahipliğini kazanan Bakî, bu devirde refaha ve bütün imparatorluğa yayılan bir şöhrete ulaştı.
Başta Kânûnî ve diğer devlet ricaline yazdığı kasidelerle ve güzel gazellerle takdir topladı. Padişahın arzusuyla onun şiirlerine nazireler yazdı. 973/1566 yılında hacca giden babası orada öldü. Az bir zaman sonra büyük hâmisi ve takdirkârı olan sultan Zigetvar’da vefat etti (Eylül 1566). Daima himayesini gördüğü bu büyük sultana samimî bağlılığını ve onun yüce şahsiyetini dile getiren ünlü mersiyesini yazdı. Son kısmı yeni padişaha intisap vesilesi olan mersiyenin ardından da II. Selim tahta çıktığında hemen bir cülusiye takdim etti. Umduğu caize bir tarafa Muradiye Medresesi’nden de azledildi. Takriben üç yıl mazüliyet hayatından sonra Mahmûd Paşa Medresesi müderrisliğine, iki yıl kadar sonra Eyüp müderrisliğine, 1573 yılında da Sahn müderrisliğine tayin olundu.