Özbek Türkçesinin Söz Varlığı
Tarih: 10 Mayıs 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Türkçenin Karluk lehçelerinden biri olan ve Türkiye Türkçesinden sonra en çok kullanılan lehçe olan Özbek Türkçesi, Özbekistan dışında kalan Kazakistan ve Kırgızistan gibi Türk Cumhuriyetlerinin belli bölgelerinde de konuşulmaktadır. Doğu Türkçesinin belirgin özelliklerini taşıyan Özbek Türkçesi, batısında Oğuz grubuna ait olan Türkmen Türkçesiyle, kuzeyinde ise Kıpçak grubuna ait olan Kırgız Türkçesiyle komşu olması nedeniyle Kuzey ve Batı Türkçesine ait izler taşımaktadır.
Özbek Türkçesinde, Türkçenin temel söz varlığında bulunan “kol” (el) ve “topug” (diz) gibi bazı sözcükler, Türkiye Türkçesindeki anlamından farklı biçimde kullanılmaktadır. 19. yüzyıla kadar Arapça ve Farsçanın ciddi anlamda etkisine giren Özbek Türkçesinde çok sayıda gereksiz Arapça – Farsça sözcük bulunmaktadır. Söz varlığındaki “asman” (Far. asuman, gök), “imkân” (Ar. olanak), “väzifä” (Ar. görev), “cämàät” (Ar. topluluk, kamu) ve “biràdàr” (Far. kardeş) gibi örnekler kolaylıkla çoğaltılabilir. 19. yüzyıldan sonra Özbek Türkleri, ulusal dillerini yaratma bilincine kavuşmuşlar ve Arapça – Farsça sözcüklerin çoğunu dilden çıkararak, kavramları ağızlarda bulunan veya Eski Türkçe köklerden türettikleri yeni sözcüklerle karşılamaya çalışmışlardır.
Dilin Arapça – Farsça sözcüklerden arındırılmasına yönelik çalışmalarda başarı sağlanamadığı hâlde, daha sonraki süreçte Batı kökenli sözcüklerle Rusçadan da alıntı yapılmıştır. Rusça “noyabr” (kasım), “monah” (rahip), “kärniz” (saçak) ve “epidemiyä” (salgın) sözcükleri, Özbek Türkçesinin söz varlığına eklenmiştir. Batı dillerinden alınan “cäncäl” (Fr. skandal) veya “genosid” (Fr. soykırım) sözcükleri de söz varlığındaki yabancılaşmayı arttırmıştır.
Lehçe, Şive ve Ağız Nedir?
Tarih: 1 Ekim 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 23 Yorum var.
Birçok yazımızda, sık sık “Türkçenin çok köklü ve güçlü bir dil olduğunu” vurgulamışızdır. Çünkü bugün yaşayan dillerin birçoğuna baktığımızda, Türkçedeki düzenliliği, türetme gücünü ve geniş söz varlığını göremeyiz. İngilizceyi örnek verecek olursak, çok uzun bir geçmişinin olmadığını, özellikle 18. yüzyıldan sonraki sömürgecilik akımlarıyla birlikte kurulan emperyalist devletlerin çabalarıyla bir yerlere geldiğini görürüz. Benzer biçimde Sırpça, İspanyolca, Danca, Arnavutça… gibi birçok dilin geçmişi, aslında birkaç yüzyılla ifade edilebilecek kadar azdır. Fakat Türkçenin, yapılan araştırmalar neticesinde yaklaşık 8.500 yıllık bir dil olduğu kabul edilmektedir. Osman Nedim Tuna‘nın Sümerce ile Türkçe arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çalışmaları sonucunda, Türkçenin yaşayan diller arasındaki “en eski geçmişe” sahip dil olduğu ortaya koyulmuştur. Buna benzer çalışmalar da göstermiştir ki, Türkçe yaşayan dillerin “en eski geçmişe sahip olan dili” olmasa bile, en köklü birkaç dilinden biridir.
Türkçenin tarihi gelişimine bir göz attığımızda, Türkler‘in göçleri ile Türkçenin de dünyanın birçok bölgesine yayıldığını görürüz. Türkçemiz, “En Eski Türkçe” ile başlayıp “Orta Türkçe” ile devam edip “Çağdaş Türkçe” ile bugünlere geldiği süreç içerisinde, birçok dilden etkilenmiş, birçok dili etkilemiş ve büyük değişikliklere uğramıştır. Türkler’in dünya üzerindeki yayılma alanlarına paralel olarak, Türkçe de birçok alanda konuşulmuş ve zamanla birbirinden kopan Türk boylarının, kendilerine özgü birer “konuşma ve yazma dilleri” ortaya çıkmıştır. Bundan yaklaşık 8 – 10 bin yıl önce, bugün konuşulan bütün Türk Dilleri tek çatıda toplanmıştı ve bugün yaşayan Özbek, Kırgız, Kazak, Türkmen, Gagauz, Uygur, Tatar, Azeri… Türkçesi, o dönemlerde yoktu. Çünkü henüz Türkler bir arada yaşıyorlardı, bunun için dilleri de farklı yazı ve konuşma dillerini oluşturmamıştı. Biz Tanrı Dağları’ndan ayrıldıktan sonra, her bölgede kalan soydaşlarımız kendilerine özgü yazı dillerini oluşturdular ve bugün yaşayan “Türk Lehçeleri” adı verilen diller (Azerbaycan Türkçesi, Kırgız Türkçesi… gibi) oluştu.
Çok köklü bir dilimiz olduğu için, Türkçemiz bugünlere gelene dek birçok alt dala ayrılmış ve bu alt dallar dil biliminde “lehçe“, “şive” ve “ağız” olarak adlandırılmıştır. Türkçenin oldukça eski ve köklü bir dil olması, dil bilimsel sınıflandırmalarda farklı görüşlerin ileri sürülmesine neden olmuştur. Bazı dil bilimciler “Türkçenin yalnızca iki büyük lehçesi olduğunu” kabul etmişler; bazıları ise Azerbaycan Türkçesi, Kazak Türkçesi, Başkurt Türkçesi… gibi birbirinden ayrı “yazı dilleri” olarak varlığını devam ettiren Türk Dilleri’ni birer “lehçe” olarak kabul etmişlerdir.