Hikaye / Öykü Örnekleri
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Hikaye (Öykü) | Yorumlar: 44 Yorum var.
Örnek: 1)
Birtakım İnsanlar
Gece saat on ikiyi on geçiyor.Taksim’de saatin altında tramvayı bekliyorum. Öyle olmasa, bu kadar ince eleyip sık dokumaya lüzum görmez; vakit gece yarısını geçmişti, derdim.
Epey oluyor. Baharın bu soğuk günlerinde, şu devam eden kıştan bir buz gibi gece, hatırıma geliyor. O zamanlar daha Camlı Köşk’ün camları ve hanende ilânlarının mavi ışığını üşüterek geçen buz gibi bir rüzgâr esiyordu. Benimle beraber belki ona yakın insan, gördükleri herhangi bir filmin rüyasını ayakta görüyor ve yataklarının ümit, hayat, güzel günler veyahut uykusuz, muharebeli geceler, sığınaklar düşündüren ılıklığına bir an evvel kavuşmak için bir türlü gözükmeyen tramvaya sabırsızlanıyorlardı. Ağzımdan su buharı fışkırıyor. Birbiriyle konuşanların arasına bir sis tabakası seriliyordu. Yatak şimdi bütün insanlar için, ekmek kadar azizdir. Yatak bir sevgili, yatak hatıra, yatak çocukluk, güzel rüya, yatak bir bahar, bir deniz kenarı, bir egzotik memleket; bu saniyede insana, dostlarım, yatak ne değildir ki…
Burnum yastıkta yorganım ağzım hizasında kirpi gibi büzülmüşüm; dalmak üzereyim: Bir şeyler, birtakım kuşlar tüylerini döküyor, bir ılık su damlıyor, içimi yıkayan bir çeşme var…
Tramvay hâlâ yok. Biraz daha yerimde yatağımı, uykuyu düşünsem belki de uyuyuvereceğim. Donmak üzere olan insanların tatlılığını içimde duymaya başladım. “Bari gideyim şu açık pastanede bir ıhlamur içeyim de sonra yatarım,”dedim. Bir iki adım atmamıştım ki önüme bir adam dikildi. Rüzgârdan yalnız bir karartı gördüm. Sonra yüzüne doğru bir hortumdan çıkar gibi bir duman yayıldı: Adam konuşuyordu. Tatlı, munis bir Anadolu şivesiyle,
– Ağabey, dedi, buradan bana benzer birtakım adamlar geçti mi?
Durduramadığın Zamana Tutunmak
Tarih: 14 Ağustos 2011 | Bölüm: Edebiyat, Felsefe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Baharın özlemle beklendiği bir şubat akşamıydı ve dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Pars Bey, pencerenin altında sıcaktan pul pul olmuş kalorifer peteğine sandalyesini yanaştırmış, dışarıdaki hüzünlü manzarayı izliyordu. Çok kasvetli bir havaydı bu Pars Bey için. Dışarıya baktıkça içi sıkılıyor, bir an önce kafasını camdan çekip başka şeylerle meşgul olmak istiyordu. Bir an gözü penceredeki buğulanmış kısma takıldı ve ne zamandır oraya yazı yazmak gibi bir çocukluk yapmadığı aklına geldi. Bu bir çocukluk muydu? Bir zamanlar sevgilisinin adını veya ülküsünü dokuduğu pencereye şimdi ne yazabilirdi ki?
Bu düşünceleri bir yana atıp, tekrar manzarayı izlemeye başladı. Gökyüzünde bulutlar durmaksızın birikiyor, yağmur hızını kesmeden devam ediyordu. Pencerenin hemen önünden parlayarak geçen yağmur taneleri, bir ışık hüzmesi gibi toprağa ulaşıyordu. Birbirine çarpmadan, sırayla bir görevi yerine getirirmişçesine hızla toprağa düşen tanecikleri gözleriyle takip etmeye başladı Pars Bey. Sonra bu kasvetli havaların yansıması olarak, yine geçen zamanı düşünmeye başladı. Düşen her yağmur tanesi, sanki kum saatinde akan bir kum tanesi olmuştu o anda. İçi sızlamaya başladı, yine aynı çaresizliği yaşayacağını şimdiden hissediyordu. Fakat bunları düşünmekten alamıyordu kendini.
Yağmur, yavaş yavaş şiddetini yitiriyordu; fakat Pars Bey’in yüreği geçen zamanı düşünerek sıkılmaya başlamıştı. Sanki gökteki kara bulutlar, Pars Bey’in yüreğine inmiş, orada bir fırtına koparacak sessizliği yaşıyordu. Pars Bey camın ötesine dalıp kalan gözlerini, zorlukla da olsa evin içine doğru çekti. Masanın üzerinde, az önce içmek için doldurduğu çay bardağını gördü. Elini bardağa uzattığında, çayın buz gibi olduğunu fark etti ve geçen zamanın boşluğunu düşünürken, yine zaman kaybettiğini fark etti. Üzüldü; ama bu kez çabuk toparladı kendini.
Çayını tazelemek için mutfağa semavere yönelirken, bu sabah başladığı kitaptaki kavramlar belirdi usunda. Yürürken, sanki keşfe çıkmış bir astronot gibi gördüğü her nesne için “nasıl, neden, ne zaman” gibi soruları arka arkaya soruyordu kendine. Yok yok, belki de gözlerini dünyaya açan bir bebek gibi gördüğü her şeyi yorumluyordu kafasında. Çayını aldıktan sonra, yarım kalan kitabını bitirme isteğiyle tekrar sıcak sandalyeye oturdu. Otururken bacağında hissettiği ağrı, ona yaşlandığını hatırlatır gibiydi. Öyle ya, saçlarına da yağmur taneleri gibi hızla aklar düşüyordu.