Eski Türklerde Altın Türk Otağı
Tarih: 17 Nisan 2013 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: Yorum yok.
Bütün kaynakların söylediğine göre, Uygur kağanı Çadırı, altından imiş. Bu altın otağın, altınla kaplanmış veya hiç olmazsa, altınla işlenmiş olması gerekiyordu. Hatta 840’dan önce, kendisi de bir Türk oları Kırgız kağanı şöyle demişti: “Uygur kağanının altın çadırını alacağım ve önüne bayrağımı dikerek, atlarına geçit resmi yaptıracağım!” Kırgızlar gerçekten 840’da, bu çadırı yakmışlardı. Fakat içinde oturmak, onlara da nasip olmamıştı.
Sarayın önüne dikilen “otağ” bir ordu karargâhı gibi:
Bir Arap gezgini de Uygur Hakanı’nın bu altın otağını görmüştü. Ona göre altın otağ, hakanın taştan yapılmış bir sarayı önüne, dikilmişti. Gezginin gördüklerini burada, kısa olarak özetlemeye çalışacağız:
Uygur hakanının çadırı, geniş bir ova içine kurulmuştu. Çadırın çevresinde de, hakanın 12 bin muhafız askeri, kamp kurmuş halde bulunuyorlardı. Bu muhafız askerlerinden başka, kağanın 17 generali, askerleri ile ovanın etrafını çevirerek, bir halka meydana getirmişlerdi.
17 generalden her birinin, 13 er bin askeri vardı. Böylece, sürülerin otladığı büyük meranın çevresinde, 17 askerî kamp kurulmuş ve bu kampların ara kısımları da, nöbetçilerle kapatılmış oluyordu. Böyle bir tedbir sonunda da, hayvanların otlağı terk edip, dışarı çıkmaları önleniyordu. Bu büyük halkanın, yalnızca dört kapısı vardı. Bu dört kapı da hep kontrol altında tutuluyordu.
Türk Tarihinde Otağ ve Devlet Sembolü
Tarih: 16 Nisan 2013 | Bölüm: Tarih ve Kültür | Yorumlar: Yorum yok.
Gerçi başlangıçta otağ yani hükümdar çadırı, devletin bir sembolü idi. Bunun için de Çinliler, eski Türk başkentlerini, hep “Otağ” karşılığı olan deyimlerle adlandırmışlardı. Uygur devletinin kuruluşundan az sonra, büyük bir şehir halinde yeni Uygur başkenti de, yükseliyordu. Buna rağmen Uygur kağanının, yine bir “Altın Otağı“, vardı. Tıpkı Osmanlı Türklerinde olduğu gibi.
Yeni başkent, taş binaları ve muhteşem kalesi ile o çağın en gösterişli ve medenî bir şehri haline gelmişti. Bu binaların yapılması işinde, başlangıçta, Çinli ve Soğdlu ustaların kullanıldığı da, anlaşılıyordu. Fakat sonradan Uygurlar, bina yapımında da bilgilerini artırmışlar ve meselâ çin’de kurulan, Mani mabedlerini, bizzat yapmış veya başında durarak yaptırmağa başlamışlardı.
Türk başkenti, “duvarlı şehirlerde”:
840’dan sonra, güneye inen Uygurlar, devlet merkebi olarak Turfan ovasmdakı, Hoço şehrini seçtiler. Türkler bu şehre, “Koça” veya “Hoço” derlerdi. Hoço şehri çok sıcaktı. Fakat Uygurlar’ın da, halâ büyük sürüleri vardı. Bu sebeple “kışlak” olarak Uygurlar, Turfan’daki Hoço şehrinde oturuyorlar ve yazın da Tanrı dağlarının, kuzey eteklerindeki Beş -Balıg’da yaşıyorlardı. Bu sebeple Beş-Balıg, “Yazlık bir başkent“, idi. Fakat devletin bütün idaresi de, bu şehirden yönetiliyordu.
Türk Kültür tarihi bakımından fevkalâde büyük bir öneme sahip olan başkent Beş-Balıg şehri, krater gölleri ile kaplı bir yayla üzerine kurulmuştu. Kaynakların anlattıklarına göre şehir, beş bölüm halinde, bu göller arasına dağılmış olarak, yaygın bir halde bulunuyordu. “Beş-Balıg” yani “Beş-Şehir” denmesinin sebebi de bundan ileri gelirdi. İran kaynakları da bu şehre “Beş-kent” anlamına, “Pencikent” derlerdi.