Türk Tarih ve Kültüründe Bozkurt
Tarih: 17 Aralık 2011 | Bölüm: Bozkurt | Yorumlar: 1 Yorum var.
Türk kültüründe bozkurt‘un manasını açıklayabilmek için kültürün tanımlanması gerekir. Özellikle kültürde sembolün öneminden bahsettikten sonra Türk kültüründe bozkurt‘un manasını daha rahat açıklayabiliriz. Çünkü bir milletin kültürü ile mitolojisi birbirinden farklı kavramlar değildir. Her ikisi de aynı hayat felsefesinden beslenmektedir. Kültür; bir milletin, dilini, sanatını, dinini, hukuk ve ahlakını, duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Çünkü bir milletin folklorunu, edebiyatını, mitolojisini, dini idrak tarzını belirleyen, mensupların idrak alemini oluşturan değerlerin özünde o milletin kültürü vardır.
Kültürün özelliği, ait olduğu fertlere kazandırmış olduğu idraktır. Bir kültürün sınırı, onun zihniyet ve imanı ilf çevrelenmiştir. Kültürleri birbirinden ayıran, zihniyet ve iman farklandır. Aynı farklara sahip olan cemiyetlerin birbiri ile çarpışmasına sebep olur. Kültür çevreleri benzer olan veya benzer kaynaklardan beslenen kültürler olur ama bunlar birbirine tamamen benzemez.
Her kültür, diğerlerinden farklı görünmek durumundadır, Farklılık şuuru olarak isimlendireceğimiz bu durum, toplumun bütün hayat şekillerini başka kültürlerden ayrı olmaya, değişik bir üslüp kurmaya yönlendirmektedir. Milli kimlik yahut, kişilik dediğimiz bu farklı oluş, düşünce biçiminden, kılık kıyafet, tavır ve davranış biçiminden, eğitime ve eğlenceye kadar hayatın her saha ve safhasında görüpür. Mesela, aynı dine mensup olan milletlerin dinî anlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Çünkü idrak alemini şekillendiren değer yargıları farklıdır. Bu farkı onaya çıkaran ise o inilletin kültürüdür. Bu farklılıklar o milletin mimarî abidelerine, edebî eserlerine, musikî eserlerine, felsefî sistemlerine v.s yansır ve kültürün devamlılığını sağlar. Böylece gelecek nesillere yol gösterici olur, kaynaklık yapar.
Her toplumun kültür değişmelerinin bir geçmişi vardır. kaynağını ise o toplumun tarihî derinliklerinden alır. Bir kültür varsa, onun ait olduğu millet vardir. Millet özelliğine layık bir topluluk varsa, muhakkak bir kültürü vardır. Kültürler ve dil, din, tarih, edebiyat, sanat, örf ve adetler gibi unsurları şüphesiz ait oldukları, cemiyetler kadar eski ve onlarla yaşıt sayılmalıdırlar. Bu kültür unsurları nesilden nesle intikal ederler. Bunun neticesi olarak da yeni nesiller bunları hazır bulurlar. Kültürü kalıcı kılan ve gelecek nesillere aktaran. kültürün değer yargılarıdır. Bu değer yargıları da kendini sembollerle yaşatır. İşte bu semboller kültürün en sert kısrnını oluşturur.
Bu konuyla ilgili aşağıdaki yazılardan da yararlanabilirsiniz:
Türk Kültüründe Bozkurt
Bozkurt Resimleri
Bozkurt Destanı
Kültürün genel manada anlamını açıkladıktan sonra üzerinde durmamız gereken önemli bir kavram da “Türk Kültürü” kavramıdır. “Ilk Türkler, yani bizim en eski atalarımız bugünkü Orta Asya diye bilinen yerde, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasında yaşıyorlardı. Tarih öncesi insanlar ve kültürlerle uğraşan bilim adamlarının o bölgelerde yaptıkları kazılardan edilen bilgilere göre; Türkler beyaz ırktan, geniş kafalı ve orta boylu insanlardı. Burası Çin ile sınırdaş olan bir ülkeydi. Bu yüzden Türklerin eski tarihlerine ait bilgilerin pek çoğunu Çin tarihlerinden öğreniyoruz.
Türk Kültüründe Bozkurt / Yaşar Kalafat
Tarih: 17 Aralık 2011 | Bölüm: Bozkurt | Yorumlar: Yorum yok.
Kurdun Türk destanlarındaki yeri Bahaeddin Ögel’in çalışmalarında ayrıntılı yer almış iken; Bozkurt, Gök kuyruklu kurt, Gök Kurt, Gök yeleli kurt (Uygur Oğuz namesinde, Boz yeleli tecrübeli korkunç kurtlar), Böri-Tigin/Bor Çıgın (Cengiz hanın oğlu),Kurt/börü, (Belki de çok eski zamanlarda Türklerde bir Totemdi, Hunlar çağında bir töz’dü. Göktürk çağında daha ziyade bir semboldü.) Başkurt/Başkırt, (Oğuz Han’a düşman halklar arasında gelmektedir.) Al börü/Al pörü, Altay mitolojisinde, insanüstü cesarete sahip olan kutsal kahramanlarla, insanlara iyilik getirmeyen kötü ruhlara verilen bir ad veya sıfattır.
Al-pörü ‘Korkunç kurt’, alyış ‘Korkunç ve sihirli orman’ gibi) Al Kurt (Kitanlardan Çin’e gelen tavus, tavus, kaplumbağa gibi kurt da ak idi) Kurt Ana (Kurt Ana ile ilgili efsaneler, Kurt Ata ile ilgili efsanelerden daha yeni idiler.), Kurt ata (Kurt Ataya sahip şamanlar pek makbul sayılmıyordu) , Kurttan hamile, (Alan Kava gece evinde yatarken odasına parlak bir ışık girer ve o bu ışıktan gebe kalır.
Ay çadırdan girerken aslan veya kurt gibi bir şey de görür.) Kurt hizmetçi, (Göktürk Hakanlarının muhafız erlerine börü, kurt denirdi.) Tanrının habercisi, (Altay Türkleri ağaçkakan kuşuna Tanrı ile aralarındaki elçi olduğuna inanıyorlardı Şamanları bazıları kartal veya herkes kuşu olabiliyorlardı her bir hayvanın kılığına girdiği bir hayvanı vardı ve buna hubilgan deniyordu. Yakut Türkleri bazen kurt veya tilkiden medet umar bu iki hayvanın bol bol resimlerini yaparlardı. Kurt şekline girme ‘Methamorphose’ Altay ve Sibirya Türk destanlarında da sık sık rastlanıyordu. Bir destanda 13 kız 13 kurt oluveriyordu.) Kurt Totem “Sibirya’da ongon sayılan hayvanların derileri soyulup içleri dolduruluyordu Hâlbuki Hun çağına ait kurtların derileri soyulmuş fakat içleri doldurulmamıştır.
Ergenekon Destanı / Türk Destanları
Tarih: 8 Ekim 2011 | Bölüm: Destan | Yorumlar: 13 Yorum var.
Moğol ilinde Oğuz Han soyundan il Han’ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. İlhan’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İlhanın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız il Han’ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar verdiler.
Danişmend nameYabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı‘ya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında “Ergene” kelimesiyle “dik” anlamındaki “Kon” kelimesini birleştirerek “Ergenekon” adını verdiler. Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki Ergenekon’a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar.
Türklerde Tarih ve Kültüründe “At”
Tarih: 30 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 1 Yorum var.
Türkler, atı hem ekonomik varlık olarak hem de binit ve savaş aracı olarak değerlendiriyorlardı. Eski Türk hayatında atın önemi, ekonomik değerinden çok onun bir savaş aracı olarak kullanılmasından ileri geliyordu. Süvari tekniğini bulan yani ata binen ilk kavim Türklerdir. Başta Çinliler olmak üzere bütün Avrupalı kavimler, ata binmeyi Türklerden öğrenmişlerdir. Eski Türk orduları, büyük ölçüde atlı birliklere dayanıyordu. At, binicisine son derece yüksek hareket, sürat ve manevra üstünlüğü sağlıyordu. Türklerin büyük devletler kurarak, geniş sahalara ve birçok kavme birden hükmedebilmeleri at sayesinde mümkün olabilmiştir. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, Türklerde devlet, at üzerinde kurulmakta ve at üzerinde yönetilmekteydi.
Göçebe Türk’ün günlük hayatında da en çok kullandığı vasıta at idi. Diyebiliriz ki, göçebe Türk’ün hayatının büyük bir kısmı at üzerinde geçmekteydi. Tarihî kayıtlara göre, atlarına âdeta “yapışmış gibi” binen Hun Türkleri, “tabiî ihtiyaçlarını gidermek için dahi atlarından inmezlerdi. At sırtında alış-veriş yaparlar, yerler içerler; hatta atın ince boynuna sarılarak uyuyabilirler ve güzel rüyalar görürlerdi. At sırtında istişare etmek suretiyle önemli kararlar verirlerdi”.
Türkler, çok kısa mesafeyi bile yürümeye üşenirlerdi. Çadırın önünde daima koşumlu bir iki at bulunurdu. Bu durum, konar-göçer hayat tarzlarını son zamanlara kadar devam ettiren Orta Asya Türklerinde aynen korunmuştur. Çocuklar da çok küçük yaşlardan itibaren ata binmeyi öğrenirlerdi. Üç-dört yaşındaki çocuklar için özel eyer takımları bile vardı. Daha da önemlisi, anasının yardımından yeni kurtularak ayakta durabilen bir Hun çocuğunun yanı başında eyerlenmiş bir ata rast gelmek mümkündü.
Eski Türklerde yetişkin hayvanlara genellikle “at”, “yund”, “göçüt” gibi isimler verilmekteydi. Bu isimler arasında en çok “at” ismi kullanılmaktaydı. Öte yandan, günümüzde olduğu gibi, eskiden de hayvanın yavrusuna “kulun”, bir veya iki yaşına ulaşmış hayvan yavrusuna da, “tay” denmekteydi. Tay, üç yaşından itibaren, dişi ise doğuracak, erkek ise binilecek duruma gelmekteydi. Bu duruma göre, doğuracak yaşa ulaşmış olan hayvan “kısrak”, binilecek duruma gelmiş olan hayvan da “at” ifadeleriyle anılmaktaydı. Ayrıca erkek hayvana “aygır” (adgır) da denmekteydi. Bunlardan at, binmek için, aygır da kısrakların yüğrülmesi (çiftleşmesi) için kullanılmaktaydı. Binit olarak seçilen at, genellikle “iğdiş” edilmekteydi. Bu suretle at, daha dayanıklı hale gelmekteydi. İğdiş edilmiş ata “beçel” denmekteydi.
Büyüğünden küçüğüne kadar bütün hayvanlar (aygır, at, kısrak, tay, kulun), aynı sürü içinde toplanmaktaydı. Bu sürüye “yılkı” denmekteydi. Türklerin vadiler dolusu at sürüleri vardı. Bir Arap seyyahının tespitine göre, bunların sayısı bazen 15 bini bulmaktaydı. Hayvanların her biri, özel bir işaretle damgalanmaktaydı. Sürülerin karışması halinde her aile kendi hayvanını bu damga vasıtasıyla tanımaktaydı.